İzlemek için:
TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Ömer Aras, yaptığı bir konuşmada siyasi eleştiriler bağlamında bazı örnekler verdi. Seçilmiş belediye başkanlarının görevden alınıp yerine kayyım atanması, bir siyasi parti liderinin önce soruşturulup sonra farklı bir gerekçeyle tutuklanması ve bir iş kadınının (sanatçı menajeri) benzer şekilde soruşturulup tutuklanması gibi durumlara dikkat çekti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ise partisinin kongresinde yaptığı konuşmada, “kayıt dışı siyaset yapma dönemi artık kapanmıştır” ifadesini kullandı. Bu açıklama, TÜSİAD ve muhalefet partilerinin siyasetteki rolüne dair bir uyarı olarak algılanabilir. Buradaki “kayıt dışı” siyasetten kasıt nedir?
TÜSİAD yöneticileri hakkındaki soruşturmada iki kanuni sebep gösteriliyor. Biri âdil yargılanmayı etkilemek, diğeri de gerçeğe aykırı bilgiyi alenen yayma. Buradaki gerçeğe aykırı bilgiyi alenen yayma suçundan ne anlamalıyız?
Evet, bunlar çok önemli ayrıntılar. “Ayrıntı” diyorum çünkü bu tür yasalar ve tabirler ilk kez gündeme geldiğinde her zaman yeterince dikkat çekmiyor. Vahametin farkına uygulamalarla varıyoruz. Bu tür düzenlemeler ve kullanılan tabirler, içerikleri ve hukuk devleti prensipleriyle olan ilişkileri açısından son derece sorunludur.
Şimdi, TÜSİAD konusuna ben de kısaca değineyim. TÜSİAD, Türkiye’nin önemli bir kurumu mudur? Evet, hiç şüphe yok. Türkiye Sanayici ve İş İnsanları Derneği olarak uzun yıllardır faaliyet gösteriyor. Ekonomik ve sınıfsal açıdan baktığımızda, Türkiye’nin üretici sermaye güçlerini temsil ediyorlar. Ülke gidişi ve siyaseti hakkında bir fikre sahip olmaları ve kendi faaliyetleriyle siyaset arasında bir bağlantı kurmaları son derece doğaldır. TÜSİAD, uzun yıllardır bu tür çıkışlar yapar. Hükümetleri, kendi durduğu yerden rasyonaliteye, demokrasiye ve hukuka davet eder, eleştirilerde bulunur. Bu da dönem dönem hükümetlerin tepkisini çeker. Nitekim Ecevit bile, sınıfsal tartışmaların yoğun olduğu bir dönemde, TÜSİAD’ın müdahalesini patronlar adına, siyasete doğrudan bir müdahale olarak yorumlamıştı.
Bu tür çıkışlar eleştirilebilir. TÜSİAD’a hükümet cevap verebilir, TÜSİAD da fikirlerini belirtmeye ve siyasete bir açıdan ağırlık koymaya devam edebilir. Demokratik ülkelerde bu doğal bir süreçtir.
En son yaşanan gelişme ise TÜSİAD İstişare Kurulu Başkanı Ömer Bey’in bir açılış konuşmasında dile getirdiği konuların siyasi iktidarın sert tepkisini çekmiş. Nedir bunlar? Sen de sıraladın. Örneğin, teğmenlerin ordudan ihraç edilmesi, belediye başkanları hakkındaki tutuklama kararları, Ayşe Barım’a yönelik tutuklama, kayyum atamaları…
TÜSİAD İstişare Kurulu Başkanı, bu gelişmelerin doğru ya da yanlış olduğuna dair bir yargıda bulunmaktan ziyade, bunların arka arkaya yaşanmasının toplumda yarattığı endişe iklimine ve güven sarsıcı etkilerine dikkat çekiyor. Ardından, sistemle ilgili çeşitli eleştirilere değiniyor. “Tutukluluk bir istisna olmaktan çıkıp kural haline geliyor. Kişiler özgürlüklerinden mahrum bırakılıyor ve tüm bunlar Türkiye’nin yararına gelişmeler değil” gibi bir çerçeveden açılış konuşması yapıyor.
Şimdi, bu konuşmayı düz mantıkla ele alalım:
Demokratik bir ülkede yaşıyoruz ya da en azından öyle olduğunu varsayıyoruz. Peki burada suç nerede? Eleştiri bir suç mudur? Hayır. İnsanlar, eğer bir ülkede ifade özgürlüğü varsa, fikir ve düşüncelerini dile getirebilirler. Bunu yaparken hakaret etmedikçe, insanları tahrik edip sokağa çağırmadıkça bu düşünceleri özgürce ifade etme haklarına sahiptirler.
Burada dile getirilenler sadece TÜSİAD başkanının değil, birçok vatandaşın da savunduğu görüşler. Gazete köşelerine baktığımızda da benzer yorumlarla karşılaşıyoruz. Bütün muhalif gazetelerdeki köşe yazılarında, benimkiler de dahil, bu
konular kaleme alınıyor. Üstelik bunlar yalnızca yazılmakla kalmıyor, daha sert ifadelerle de dile getiriliyor.
Dolayısıyla TÜSİAD’a yönelik bir soruşturma başlatılması, Türkiye’nin siyasi iklimine dair önemli bir gösterge. Soruşturma sürecinde hem TÜSİAD İstişare Kurulu Başkanı’nın hem de TÜSİAD Başkanı’nın polis eşliğinde ifadeye götürülmesi, iki polisin kollarına girmiş şekilde görüntülenmeleri bir tür tahkirdir. Bu durum, simgesel olarak bir kriminalizasyon anlamına gelir.
Tüm bunlar demokratik bir ülke görüntüsüne sığmıyor.
Şimdi gelelim işin diğer kısmına. Senin de dediğin gibi, bu kişilere hangi gerekçeyle soruşturma açıldı? Özellikle “gerçeğe aykırı bilgi yaymak” iddiasıyla. Bu kavram, 2022’de yapılan bir ceza hukuku yasa değişikliği ile hayatımıza girdi. Gerçeğe uygun bilgi ya da kanaatin yaygınlaştırılarak toplumu endişeye sevk etmesi, ülkenin iç ve dış güvenliğini tehlikeye atması ve kamu düzenini bozması suç olarak düzenlendi. Bu maddenin kendisi baştan aşağı problemliydi.
Evet, endişe, baskı ve panik yaratmak suçtur. Ülkenin iç ve dış güvenliğini tehdit eden eylemler suç olarak değerlendirilir. Kamu düzenine yönelik girişimler de öyledir.
Peki, burada “eylem” nedir? Asıl soru budur. Bu yasada fiili bir eylemden çok, bir düşüncenin, bir fikrin ya da kanaatin bir eylem aracı olarak tanımlanması söz konusu. Neden? Çünkü yasa, “gerçek” gibi garip bir tanıma dayanıyor. Peki, gerçek nedir? Burada devreye “gerçeği” devletin belirlediği bir gerçek karşımıza çıkıyor. giriyor. Gerçeği, “ideolojik yapı, hükümet ya da yasa uygulayıcısı bilir” anlayışı ortaya çıkıyor.
Tüm otoriter sistemlerde gerçek tek bir otoritenin tekelindedir. Resmi bir gerçek, ideolojik bir gerçek ya da hükümetin belirli olaylarla ilgili sunduğu gerçekler vardır.Örneğin, 15 Temmuz. Türkiye’de bu konuda resmi bir söylem mevcut, ancak farklı düşünenler de var. Bu kişiler, görüşlerini ifade ettiklerinde, resmî açıklamalara ve söyleme göre “gerçeğe aykırı bilgi” yaymış oluyorlar.
Bu, açıkça totaliter ve otoriter bir sistem tanımıdır. Söz konusu yasanın uygulanması yalnızca TÜSİAD yöneticileriyle sınırlı kalmadı; bildiğim kadarıyla Nasuh Mahruki de yakın zamanda bu sebeple hapis cezasına çarptırıldı. Bu yasa, düşünce özgürlüğü üzerinde bir “Demokles’in Kılıcı” gibi durmaktadır. Böylesi yasalar, tüm otoriter sistemlerde, normal mevzuatın içine sızarak sürecin işleyişini tersine çevirir.
Şimdi işin diğer tarafına gelelim: Son AK Parti kongresinde, Erdoğan TÜSİAD’ın eleştirisini “haddini aşmak” olarak tanımladı. Cumhurbaşkanı, bu durumu “haddini aşmak” olarak görebilir; ancak bu eleştirileri “gerçeğe aykırı” olarak yorumlamak için gerçekten ekstra bir çaba gerekir. Burada gerçeğe aykırı olan nedir? Teğmenlerin
ordudan ihraç edilmesi mi? Ayşe Barım’ın tutuklanması mı? Kayyumların atanması mı? Belediye başkanlarının tutuklanıp hapse atılması mı?
Bütün bunlara baktığımızda, “gerçek” kavramının sistem tarafından nasıl kullanıldığını ve yargının muhtemelen yine siyasi iktidarın yönlendirmesiyle nasıl şekillendiğini görüyoruz. Bu durum giderek bir “sus ve eleştirme” anlayışına dönüşüyor.
Bu noktada, geçtiğimiz günlerde konuştuğumuz bir başka konuyla bağlantı kuralım. Örneğin, RTÜK Başkanı çıkıp ne demişti? “Memlekette bir sürü güzel şey olurken, siz neden kötü şeyleri haber yapıyorsunuz?” İşte bu da meselenin bir başka boyutu olarak değerlendirilmelidir.
Şimdi, bu kongrede Erdoğan TÜSİAD’ı eleştirirken “kayıt dışı siyaset devri bitmiştir” dedi. Allah aşkına, nedir kayıt dışı siyaset? İlk defa böyle bir kavram duyuyorum. Kayıt dışı pek çok şey olabilir; kayıt dışı para, kayıt dışı ekonomik faaliyet, kayıt dışı şirket…
Peki, kayıt dışı siyaset dediğinizde neyi kastediyorsunuz? Burada da “kayıt” kavramıyla ilgili büyük bir soru karşımıza çıkıyor. Yani bu şu mu demek oluyor: “Kimlerin siyaset yapabileceğini, kimlerin yapamayacağını biz belirleriz” mi? Biraz öyle görünüyor, anlaşılan Tayyip Erdoğan, yalnızca siyasi parti olarak siyaset yapanları “meşru alan” içinde görüyor. Bunun dışındaki tüm siyaset önerilerini “kayıt dışı” sayıyor ki bu, içinde bulunduğumuz durumu açıkça ortaya koyuyor.
Neden? Çünkü geleneksel siyaset tanımıyla siyaset iktidardır, siyaset yönetimdir, siyaset mücadeledir. Siyaset, toplumun bir kesiminin taleplerini gerçekleştirmek için izlenen yoldur. 1970’lerden itibaren, Foucault gibi siyaset bilimine katkı sağlayan felsefeciler, siyaset kavramının mikro boyutlarını da ortaya koydular. Siyaset, sadece devlet ve güç ilişkilerinden ibaret değildir; aynı zamanda mikro düzeyde, gündelik ilişkilerin de bir boyutu olduğunu gösterdiler. Bu doğrultuda, teorik yaklaşımlar siyaset kavramını daha geniş bir perspektife taşıdı. Örneğin bu çerçevede bir çocuğun annesiyle olan ilişkisi de siyasidir. Çünkü burada bir değer aktarım sistemi vardır. Aynı şekilde, hapishanelerdeki tanzim ve disiplin sistemi de siyasidir. Siyaset ve iktidar, yalnızca toplumun üst kademelerinde değil, her seviyesinde var olabilir.
Dolayısıyla, eğer siyaset mikro düzeyde hepimizi kuşatan bir olguysa, ben şu anda siyaset yapıyorsam, sen bana bu soruları sorarak siyaset yapıyorsan, bu, bizim demokratik bir ülkede sahip olmamız gereken en doğal özgürlük ve haklarımızdan biridir. Bu bağlamda, Erdoğan’ın dile getirdiği “kayıt dışı siyaset” kavramı, muhtemelen otoriter rejimlere armağan edilmiş yeni bir tanımdır ve kabul edilemez bir kavramdır diye düşünüyorum.
Erdoğan’ın TÜSİAD için dile getirdiği “kayıt dışı siyaset” kavramı, muhtemelen otoriter rejimlere armağan edilmiş yeni bir tanımdır ve kabul edilemez bir kavramdır. Kayıt dışı siyaset tabiri, “gerçeğe aykırı bilgi ve haber” gibi yasal düzenlemeler, Erdoğan’ın “Yeni
Türkiye” olarak tanımladığı yapının, suskun, disiplinli ve itaatkâr toplum modeli etrafında inşa edilmek istendiğini gösteriyor.