Serbestiyet: Ekonomi alanıyla profesyonel olarak ilgilenenlerin bugünlerdeki favori sorusu şu: Ekonomide rasyonaliteye mi dönülüyor? Berat Albayrak’ın istifasının öncesindeki Merkez Bankası tasarrufu, sonrasında ise Maliye’deki değişiklikler ve nihayet Erdoğan’ın grup toplantısında yaptığı konuşma, herkese bu soruları sordurtuyor. Bu olasılık yüksek midir? Merkez Bankası başkanı değişikliğinden itibaren iç ve dış piyasaların tepkileri bu konuda bize ne söylüyor? Somut olarak hangi gelişmeler oldu?
Etyen Mahçupyan: Berat Albayrak’ın istifası öncesinde uzman iktisatçılar (genellikle kapalı kapılar ardında) Türkiye’nin birkaç ay içinde mali iflasın eşiğine geleceğini öngörüyorlardı. Bunun ekonomi bürokrasisi içinde yansıma bulmadığını düşünemeyiz. Anlaşılan bürokrasinin içinden gelen ve üzerinde devlet memurlarının genel baskısını da hisseden Naci Ağbal durumu nihayet Cumhurbaşkanı ile konuşma kararı vermiş.
Söylendiğine göre o ana kadar Erdoğan durumun vehametinin ve Merkez Bankası rezervlerinin tükendiğinin farkında değilmiş. Ne kadar doğru bilmiyoruz ve kulağa gerçekçi de gelmiyor. Ancak iktidarın ailesel yapısının nasıl çalıştığını düşünürsek, söz konusu ihtimalin mümkün olabileceğini de kayda geçirmek lazım. Belki de Erdoğan’ı uyaran olay son günlerdeki altın satışı olmuştur, çünkü bu durum bir çaresizliğin ifadesiydi. (Öncesinde Varlık Fonu’nun çıktığı ihale yatırımcıların ‘fahiş’ faiz talebi nedeniyle iptal edilmişti ama iktidar çevreleri bunu ‘emperyalizmin’ kasıtlı davranışı olarak nitelemiş olabilirler…)
Cumhurbaşkanı’nın Ağbal’ın ortaya koyduğu veriler karşısında az veya çok bir şok yaşadığı anlaşılıyor. O noktadan itibaren, yeniden güven ve öngörülebilirlik yaratacak radikal bir değişime ihtiyaç olduğu kanaati oluşmuş ki, Ağbal maliyeci olmasına karşın Merkez Bankası’nın başına geçirildi. Nitekim bu hamle piyasa tarafından olumlu karşılandı, çünkü ‘normalin’ yapılması yönünde bir irade yansıttığı düşünüldü.
Ardından gelen Albayrak istifası, psikolojik yön bir yana, ekonomi alanındaki gerçeküstü sığlık, bilgisizlik ve akılsızlığın biteceği sinyali olarak yorumlandı ve döviz fiyatına yansıdı. Nihayet Lütfi Elvan ismi, iddiacı olmayan uyumlu kişiliği nedeniyle, Ağbal ile Erdoğan arasındaki bağlantı olarak uygun bulundu.
Böylece geldik Cumhurbaşkanı’nın grup toplantısı konuşmasına… Konuşma, faiz-enflasyon ilişkisi bölümü hariç, gayet yetkin, ne dediğini bilen birinin kaleminden çıkmıştı. Beklentileri ve normalleşmenin koşullarını muhatap alan bir metindi ve bu da yeni döneme ilişkin olumlu bir işaret olarak algılandı. Konuşmada ‘faiz sebep, enflasyon sonuç’ ibaresi, muhtemelen ya Erdoğan’ın karizması bozulmasın diye eklenmişti, ya da onu Erdoğan kendisi ekleme gereği duydu…
Finans dünyası buna net şekilde önce sıcak para olarak destek verdi. Nasıl vermesin? Hafta başı dolar bozup bir banka senedi alan ve bugün yeniden dolara dönen biri, sadece 4 günde dolar üzerinden neredeyse yüzde 20 kazandı. Ancak bu kazancı mümkün kılan şey, yatırımcıların ‘uyanıklığı’ değil, Türkiye ekonomisini yönetenlerin bugüne dek sürdürdükleri birikimli yanlışların patlama noktasına gelmesi.
Bugün borsa endeksi hâlâ 165 dolarda. Oysa Türkiye ekonomisinin normal dönemleri endeksin 200-250 dolar arasında gezindiğini gösteriyor. Yani hâlâ yüzde elli gibi bir potansiyelden bahsediyoruz.
Dünyada paranın bol olduğu, ama Türkiye’nin bu imkândan çok az yararlandığı bir dönemdeyiz. Mantıklı ve rasyonel bir değişimin yatırım vadelerini uzatacağı, daha ciddi ve istikrarlı bir döviz girişine yol açacağı açık.
Ancak asıl kritik adım tabii ki tahvil piyasasında, dolayısıyla faizde olacak. Konuşmasında Erdoğan “faizin en az enflasyon kadar olmasını” bir engel olarak zikretti, ama böylece ilk kez faizin gerçekte enflasyona bağımlı olduğunu da itiraf etmiş oldu. Ancak bu bir alt sınır. Cari faiz zaten yüzde 15’e yaklaşmış durumda.
Nitekim piyasa aktörleri yaklaşık 500 baz puan artış beklentisi içine girmiş gözüküyor. Böyle bir karar tabloyu tamamlayacak ve yeni bir dönem başlatacaktır. Eğer böyle bir viraj alınırsa, iktidarın yeniden “başarılı” gözükeceği bir sürece girilmesi ve oyunu artırması kimseyi şaşırtmamalı.
Erdoğan’ın konuşmasındaki hukuk devleti vurgusunu da söz konusu virajın tamamlayıcı öğesi olarak okumak lazım. Adalet Bakanı’ndan gelen “cesur” sözler, pelikancılara rağmen ayakta kalmanın gururu kadar, yeni bir dönemi sahiplenmesini de ifade ediyor. Eğer bu yönde de bir miktar sağduyu üretilirse, iktidar siyaseti yönlendiren ana vektör olmaya devam edecektir.
Böyle bir geçiş mümkün ve anlaşıldığı kadarıyla isteniyor da… Ama gerçekleşebilecek mi ve eğer gerçekleşirse Erdoğan bunun sonuçlarını sindirebilecek mi, ayrı mesele.