İtikadla ilgili kısımlarda aralarında derin farklılıklar bulunsa bile, söz ahlâkî ilkelere geldiğinde bütün dinlerin büyük ölçüde ortaklaştığı görülür. Bu, özellikle de semavî dinler açısından böyledir. Nitekim, Hıristiyan itikadına mensup bir İslamiyatçı olarak akademik yolculuğuna dair notlar da içeren Islam and Christianity Today başlıklı kitabında W. Montgomery Watt, teslis ile tevhid arasındaki derin farka rağmen bu iki din arasında itikadî bir uyum aramasının yanında, özellikle ahlâkî alanda iki dinin ilkesel düzlemde birbirini teyid ettiğine dikkat çeker. İki dinin övdüğü ve yerdiği kişilik özellikleri birebir aynıdır ve kaçınılmasını istedikleri fiiller konusunda da büyük oranda mutabakat görünür. Meselâ hırsızlık, yalan, zulüm, haksız yere cana kıymak, zina, ırkçılık, kibir iki dinin de karşısında durduğu ve müntesiplerine uzak durmalarını emrettiği fiiller ve özelliklerdir.
Bu bağlamda Hıristiyanlığın vaz ettiği, onayladığı ve uyulmasını emrettiği ahlâkî ilkeler açısından bakıldığında, ABD Başkanı Donald Trump, ‘dininin vaz ettiği değerlere bağlı iyi bir Hıristiyan’ olarak değil, bu değerleri pervasızca çiğneyen bir figür olarak karşımızda beliriyor. Faraza Hıristiyanlığın yapılmasını istedikleri – Trump’ın yapmadıkları, Hıristiyanlığın alıkoyduğu – Trump’ın yaptıkları diye bir liste yapılacak olsa, pek çok açıdan ahlâkî skandallarla dolu yaşama biçimiyle bu listenin hayli uzun olacağı kolayca görülüyor. Cinsellikle ilgili skandallarından ayrı olarak tavizsiz bencilliği, kibri, ırkçılığı, yalancılığı, menfaat için erdemleri kolayca harcaması, nepotizmi, muhalif bir gazeteciyi asit havuzunda eriterek ‘ortadan kaldıran’ bir rejimin suçunu para karşılığı örtbas edecek düzeyde adaletten ve insaftan sapmışlığı… Donald Trump denildiğinde küreselleşen dünyada herkesin haberdar olduğu bu gerçekler uyarınca, ortalama bir Hıristiyanın dininin kendisinden beklediği hassasiyetler açısından Trump’la arasında bir mesafe hissetmesi, işin normali.
Ancak tam aksine, ABD’de din konusunda daha güçlü bir vurguyla ortaya çıkan kimi kişi ve kesimlerin, hele ki herkesten öte bir dinî vurguyla öne çıkan ‘evanjelik’lerin gözünde Trump’ın tam tersi bir konuma, âdeta dinin geleceği kendisine bağlı bir mevkiye yerleştirildiği görülüyor.
Seçim öncesinde “Trump giderse Hıristiyanlık elden gider” modunda konuşan evanjelik dinî liderler de; oyların sayım sürecinde Trump için yapılan dua seansları da bu açıdan hayret verici. Bu manzaralar içinde en dikkat çekeni ise, Trump adına seçimlerin takip edildiği karargâhta, onun ‘ruhanî danışmanı’ olduğu belirtilen bir kadının yaptığı; Allah’ı, Hz. İsa’yı ve bütün melekleri Trump için yardımca çağıran, bakanın baktığı yere göre ‘coşkulu’ veya ‘histerik’ kelimelerinden birinde karşılığını bulan dua seansı olsa gerek.
Yetmiş milyonu aşkın insanın, dört yıllık başkanlık dönemi yalanlar, zulümler, otoriter yönetimlere yönelik açık destekler, uluslararası hukuka rağmen İsrail’e tanınan sınırsız destek, değerlere karşı duyarsızlık ve ilkelere karşı umursamazlık, yabancı düşmanlığı, ırkçılık, engelliyi alaya almaya kalkacak düzeyde bir ahlâkî düşkünlük, pandemi sürecinin iyice belgelediği üzere hayata karşı saygısızlık ile dolu bir insanı, bir dört yıl daha başta görmeyi nasıl seçebildiği, üzerinde dikkatle çalışılması gereken bir soru. Ama tutarlılık insanlarda ve tercihlerinde aranması gereken bir kriter ise, Hıristiyanlığın vaz ettiği ve müntesiplerinden uyulmasını istediği ahlâkî kriterler açısından Trump’ın, geçelim ‘dinin koruyucusu’ gibi görülmeyi, savunulması bile mümkün ve tutarlı gözükmüyor. Durum bu iken milyonlarca, belki on milyonlarca ‘dindar’ Hıristiyanın ‘Allah’ı, İsa’yı ve bütün melekleri’ onun için yardıma çağıracak derecede bir inanmışlıkla Trump’ın arkasında hizalanması, son derece garip ve çelişkiler yüklü bir manzara olarak karşımızda duruyor.
Bunun niye böyle olduğuna dair, herhalde Demokratların da sormaları gereken sorular mevcut. ABD’de ve genel olarak dünyada ‘sol’un dine karşı lâkaytlıktan öte kibirli ve üsttenci bir tutuma sahip olduğuna dair genel bir algıdan söz etmek her zaman için mümkün ve bunun birilerini kendilerini ‘Trump’a mecbur görecek kadar’ bir savrulmaya maruz bırakıp bırakmadığını öncelikle onların tartışması ve tahlil etmesi gerekiyor. Maamafih bu konunun sair coğrafyalarda da müzakereye açılması toplumlar ve insanlık açısından bir gereklilik olarak gözükmüyor değil.
Bu uzun bir araştırma, analiz ve geniş bir müzakere gerektiren hususu bir tarafa bırakırsak, Trump’a yönelik ‘dindarlık’ vurgulu tercihler, özelde Trump adına gerçekleştirilen dua seansları tablosu, her dinin samimi müntesipleri açısından ibretlik bir boyut içeriyor. O manzarayı, siyasî tarafgirliğin nasıl bir göz bağı oluşturabildiğinin; dinin himayesini bir siyasetçiye ihale etmenin dinin ahlâkî ilkelerini gözardı edecek derecede savrulmaları nasıl mümkün kılabildiğinin bir örneği olarak okumak, bu ibretlerden ilki olsa gerektir.
Olayın bu veçhesinde, hangi dine mensup olursa olsun, her dindar insanın alması gereken bir ders daha olsa gerek… Din siyaset üstü bir değer olarak korunmayıp varlığı belli bir siyasete ve siyasetçiye bağlı olarak anlaşıldığında, dinin değerleri açısından tutarsız, çelişkili, aşındırıcı, hattâ yıkıcı bir süreç yaşanıyor. Siyaset bir şekilde yolunu buluyor, ama siyasetin elinde araçsallaştırıldığında din her hâlükârda kaybediyor. Özellikle de inandırıcılık ve samimiyetini…Onu araçsallaştıran siyaset ve siyasetçi kazansa da kaybetse de, bu gerçek değişmiyor…