Çok eskilerde, 2012’de, o tarihte artık Türkiye’de yaşamayan gazeteci Ece Temelkuran’ın The Guardian’da yayımlanan bir makalesi üzerine eleştirel bir yazı kaleme almıştım. Kendi ülkesindeki demokrasi sorunlarını İngiltere kamuoyuna anlatan bir yazıydı bu ve benim bakış açımdan olguları objektif biçimde sergileyerek değil, onları bükerek yapan bir içeriği vardı.
Benim eleştirim buydu ve bu sınırlar içindeydi. Fakat kolayca tahmin edilebileceği gibi iktidar çevreleri yazıda “kendi ülkesini yabancılara gammazlayan” hainâne bir şeyler buldular ve Temelkuran’ı topa tuttular.
Ece Temelkuran bu saldırılara hiç beklemediğim bir tepki verdi, şöyle yazdı:
“(…) Acı çeken 3. Dünya yazarının sadece ülkesinin günahlarını anlatmak üzerine kariyer inşa etmesi kadar berbat bir şey yoktur herhalde. Onlardan biri olmamak için elimden geleni yapacağımdan emin olabilirsiniz.”
Bu savunmayı ben de şöyle eleştirmiştim zamanında (o günlerdeki yazılarımdan alıntılıyorum, aklımda kalanlarla yazmıyorum):
“Bence Ece Temelkuran’ın ülkesinin sadece ‘günahlarını’ anlatma tercihinde bir sorun yok. Onu ‘ülkesini gammazlayan hain’ olarak damgalamaya kalkanlarla benim elbette bir işim olamaz, hatta Temelkuran’ın cümlesini bu bağnazlığa verilmiş bir taviz olarak görüyorum.”
Bana sekiz yıl öncesindeki bir polemiği hatırlatan aktüel hadise, tahmin edilebileceği gibi ABD Temsilciler Meclisi’nin Demokrat Başkanı Nancy Pelosi’nin Trump’ı eleştirirken sarf ettiği sözler, daha çok da o sözler üzerine gelen savunmacı-suçlayıcı tepkiler oldu.
Pelosi, seçimlerde yenildiği takdirde ne yapacağı sorulan Trump’ın “bakarız” yollu cevabına hatırlatarak, ABD’nin “Kuzey Kore, Türkiye, Rusya olmadığını, bir demokrasi olduğunu” söyledi.
Türkiye’de öfkeyi patlattı bu sözler, oysa tam yerine rast gelmişti ve Türkiye, hadi Kuzey Kore demeyelim de Rusya ve benzeri ülkelerle aynı kategoride yer almayı son 6-7 yıldaki performansıyla hakikaten hak ediyordu.
Ne var ki Türkiye, devletiyle de toplumuyla da olgun bir ülke değil. Türkiye’yi kendi yapacağı tasniflerde Rusya ve benzeri ülkelerin kategorisine yerleştirecek olanlar bile, bu tasnif yabancı birinden gelince dikenlerini çıkartabiliyor. Çocuğunun haksız olduğunu bilen, fakat bunu komşusu dile getirince dikenlerini çıkartan anne-babalar gibi.
Şaşırmamak lazım, nihayetinde Türkiye kendi ülkesinin demokrasi günahlarını anlatırken Ece Temelkuran gibi solcu-evrenselci bir gazeteciyi bile ‘özürcü’ bir pozisyona zorlayan ergen milliyetçiliğin hâkim olduğu bir yer.
Bir anket yapılsa, acaba kaç kişi çıkar “yalan mı, haksız mı Nancy Pelosi” diyen?
Olgunluk, senin kendi kendinle başbaşa kaldığında hakkında verdiğin hükmü başkası verdiğinde küplere binmemektir; kendini düzeltmeye çalışmaktır.
Türkiye, devletiyle de toplumuyla da bu noktadan ne yazık ki çok uzak.
Muharrem İnce “Trump ister tahliye, Merkel ister tahliye…” diye egemenlik vurgulu bir tweet atınca Türkiye’de bir yıl cezaevinde yattıktan sonra Merkel’in araya girmesiyle serbest bırakılan Türk-Alman gazeteci Deniz Yücel önce bunların haksız-hukuksuz tutuklamalar olduğunu, Muharrem İnce’nin bundan rahatsızlık duymasını anlayamadığını belirten bir tweet attı. Fakat asıl okkalı cevap ardından geldi:
“Mesele, Merkel’in isteğiyle gerçekleşen tahliye değil, Erdoğan’ın emriyle yapılan tutuklamalar. Mesele, ulusal egemenlik değil, hukuk devletinin çöküşü. Bu farkı anlamadığınız için ‘adam’ sizin gibi bir muhalefet lideri arzuluyor.”
Evet, esas mesele bu.