Serbestiyet: Erdoğan’ın ekonomik ve hukuk alanlarında vaat ettiği reformların içeriği belli değil ama, bunun iktidar ve iktidar çevreleri tarafından sunuluş biçimi az çok belli oldu. İktidar sanki kendi eylemleri sonucu maruz kaldığı bir durumla karşı karşıya değilmiş de, değişen dünya koşullarına uyum sağlayan vizyoner bir bakışla bazı adımlar atıyormuş gibi bir atmosfer yaratmaya çalışılıyor. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu geçtiğimiz günlerde meselenin tümüyle “Erdoğan’ın vizyonu”yla ilgili olduğunu söyledi. İktidara yakın SETA sözcüleri zaten günlerdir “istisnai bir siyasetçi olarak Erdoğan’ın güçlü liderlik özelliğini bir kez daha ortaya koyan bir performans”la karşı karşıya olduğumuzu anlatıyor. ‘Reform’un bu şekilde paketlenmesini ve sunulmasını nasıl değerlendirmek lâzım?
Etyen Mahçupyan: Öncelikle reform sözcüğünün büyük ölçüde yabancı ve piyasacı kulaklara hoş gelecek bir yakıştırma olduğunun altını çizelim. İktidar bu sözcükle demokrat bir ideal veya doğrultunun gerektirdiklerini kastetmiyor. Bu kelimeyi ekonomik iflas durumunun açığa çıkması üzerine duvara çarpmamak için zorunlu olarak yapması gerekenler için kullanıyor. (Merkez Bankası’nda 50 milyar döviz olsaydı reformdan söz ediyor olur muyduk?)
Böylesine ani bir dönüşün tek bir açıklaması olabilir: Daha önceki strateji tümüyle cahilce ve akılsızcaymış… Nitekim bizimle aynı kategorideki ülkelerde bu türden bir döviz rezervi kaybı yaşanmadı ve ulusal paraları da dolara karşı düşmedi. Şimdi bizdeki tutumun yanlışlığı itiraf edilmiş oluyor ama yeniden ambalajlanıp liderlik mahareti olarak sunuluyor. Yandaş kalemlere bakılırsa Erdoğan zamanın ruhunu çok iyi okuyan, benzersiz bir vizyoner…
Ne var ki sözü edilen gelişmeler arasında yeni ve bugüne dair tek öğe Biden’ın seçilmesi. Küreselleşme, Covid, dış politika ve ekonomi ile ilgili tüm unsurlar en az bir yıldır gündemde — ve o süreçte Erdoğan bölgemizde çatışma arayan ve çıkartan, ekonomiden anlamadığı halde kendisini anlar zanneden, hukuku her yönüyle araçsallaştırıp yozlaştıran, kamu kaynaklarını keyfi ve irrasyonel şekilde heder eden bir ‘vizyon’ ortaya koymuştu.
Dolayısıyla Erdoğan’ın hâlâ bu vizyonda olma ihtimali çok daha fazla. Reform denilen adımlar muhtemelen aklı ve ahlâkı zorlayan bu vizyonun sınırları dahilinde yapılacak. O nedenle de büyük ihtimalle para girişini kolaylaştıracak ve ekonomik aktörlerin hukuki güvencelerini garanti altına alan adımlarla sınırlı kalacak.
Ancak kısa vâdeli para girişi iktidarın yanlışlarını izale edecek bir miktara ulaşamaz. Uzun vadeli yatırımlar ise ülkenin reformist çizgide en az bir yıl yol almasını gerektirir. Diğer deyişle, Erdoğan’ın âcilen Batı devletlerinin ve/ya uluslararası kurumların finansal destek ve teşvikine ihtiyacı var. Son günlerde Cumhurbaşkanından duyduğumuz ‘umut verici’ cümlelerin işlevi bu (tabii bu konuşmaları birilerinin yazdığını ve Erdoğan’ın bunları hiç de hevesle okumuyor olabileceğini de akılda tutmamız lâzım).
Muhtemelen Erdoğan söylem değişikliğinin dış dünyanın bakışını değiştirmek için yeterli olduğunu sanıyor. Çünkü söyleyen kendisi… (Yıllar önce Londra’da Erdoğan’ın yatırımcılara güven vermek üzere “merak etmeyin, ekonomi bana bağlı olacak” mealinde bir söz sarfettiğini hatırlayalım…) Erdoğan kendisini tarih yazan ve değiştiren bir şahsiyet; benzeri olmayan, hikmet sahibi bir rehber olarak görüyor. Saygı ve övgü almayı doğal, eleştiriyi çekememezlik ve kıskançlık olarak görüyor. Kısaca ifade etmek gerekirse, sıradanlaşma endişesi ağır basan bir ataerkil tutumu yansıtıyor (Arınç’ın çıkışı öncesi ve sonrasındaki söylem farkının da gösterdiği üzere).
Eğer Erdoğan’ın bir vizyonu varsa, bu ‘iktidar olup iktidarda kalma hedefi’ ve ‘tarihe benzersiz bir lider olarak geçme hayali’ ile sınırlı. İlki Erdoğan’ın kişisel ‘beka’ sorunu ve her zaman öncelikli. Ama reform yönünde fazla zorlanırsa liderlik hayali öne çıkıyor ve değişmemiş olduğunu vurgulama ihtiyacı hissediyor.
Halil Berktay iki gün önceki analizinde tanker benzetmesi yaparak, belirli bir yola girmiş ve çevresini o yolda ilerletmiş iktidarların bir anda farklı bir yöne sapmasının zorluğuna değinmişti. Erdoğan ve çevresi için de bu tespit son derece geçerli… Ancak bizdeki durum bilumum otoriter iktidarların yaşadığına kıyasla çok daha esnek. Çünkü otoriter zihniyete dayanan kurumsal yapılarda, yöneticiyi aşan bir ideoloji ve/ya kurumsal gelenek vardır ve iktidar ortakları bu ideoloji ve geleneği referans alır. Oysa ataerkil yönetimlerde ideoloji ve kurum değil kişi öne çıkar. İktidar çevresi de o kişinin her adımını hızla benimseme yönünde gayret gösterir.
Bu açıdan Erdoğan’ın (eğer isterse) reform yapma kabiliyeti diğer otoriter liderlere göre daha fazla. Mesele, bu reformları yaptığı anda kendi gözünde sıradanlaşacak, ‘tarihe benzersiz bir lider olarak geçme’ konumunu kaybedecek olması…
Yandaş aydınların şu anki misyonu da bu… Erdoğan sıradanı da yapsa onu tarihe benzersiz bir lider olarak geçirmeye, eski vizyonun ilkelliğinin yarattığı sonuçları şimdi yüzeysel bir yeni vizyon ile ambalajlamaya çalışıyorlar.