ABD’de, Başkan Trump’ın
test sayısıyla alıp veremediği
ABD başkanlık seçimlerine beş ay kala, Trump ikinci defa seçilme kampanyasının ilk büyük toplantısını Oklahoma eyaletinin Tulsa kentinin büyük “Bank of Oklahoma Center” kapalı salonunda gerçekleştirdi.
Önce 19 Haziran’da yapılması tasarlanan miting, “Juneteenth”e denk geldiği böyle şeyleri pek bilmedikleri veya umursamadıkları anlaşılan Trump ve ekibince geç de olsa farkedilince 20 Haziran’a kaydırılmıştı. Amerikan İç Savaşının bitiminde, Kuzeyli komutan General Gordon Granger, Teksas eyaletindeki bütün kölelerin bundan böyle özgür olduğuna ilişkin Federal kararnameyi 19 Haziran 1865’te Teksas’ın Galveston kentinde kamuoyuna duyurmuştu. O günden beri “June Nineteenth” (19 Haziran) sözcüklerinin birleştirilmesiyle elde edilen “Juneteenth,” Hürriyet Günü, Özgürlük Günü, Kurtuluş Günü veya Jübile Günü gibi adlarla, giderek bütün Amerika çapında yaygın olarak kutlanıyor.
Bir günlük gecikmeye rağmen Trump ve ekibi büyük umutlar bağlamıştı, koyu Cumhuriyetçi Oklahoma ve Tulsa’da yapılacak bu ilk büyük kitle gösterisine. Geçtiğimiz hafta boyunca, 200,000, sonra 300,000, sonra 400,000 bilet sattıklarıyla övünmüşler; en son Trump’ın kendisi “neredeyse bir milyon” bilet talebiyle karşılaştıklarını açıklamıştı.
Lâkin 20 Haziran’da 19,000 kişilik salonu dolduramadılar. Televizyon ekranlarında herkesin açıkça görebildiği gibi (bkz yukarıdaki resim), tribünlerin üst katında çok büyük kesimler boş kaldı. Güya “dışarı taşacak” izleyiciler için Trump’ın açık havada yapması tasarlanan ek konuşma iptal edildi.
Fakat asıl ilginç ve gülünç olan, Trump’ın neredeyse iki saatlik konuşmasının başlarında koronavirüs salgını hakkında söyledikleriydi. Pandemi bütün hızıyla sürerken böyle bir toplantının düzenlenmesi başlı başına problemliydi ve çok eleştirilmişti. Nitekim Trump ve ekibi de bulaşıcılık sorununun farkında olduğundan, bütün izleyicilerden hastalığı kapmaları halinde kampanyayı düzenleyenleri sorumlu tutmayacaklarına dair bir senet imzalamaları istenmişti. Üstelik, mitingin başlamasına saatler kala organizatörlerden altısının COVID-19 testinin pozitif çıktığı da resmen açıklanmış; buna rağmen, yukarıdaki fotoğrafta da görüldüğü gibi Trump taraftarlarının ezici çoğunluğu salona maskesiz gelme inadını sürdürmüştü.
Bu ortamda kürsüye çıkan Başkan Trump, toplam vaka sayısının 2.3 milyonu geçtiği, toplam ölüm sayısının da 122,000’e dayandığı bir ülkede, vaka sayısının yüksekliğini çok fazla test yapılıyor olmasına bağlayarak sübjektivize etmekten çekinmedi. Virüse karşı test yapılmasını “iki yönde kesen bir kılıç” olarak niteledi ve zaman zaman coşkun alkışlarla kesilen sözlerini şöyle sürdürdü: “Kötü yanı şu: Bu kadar çok test yaptığınızda, tabii daha çok insana ulaşacak ve daha fazla vakayla karşılaşacaksınız. Onun için ‘testleri yavaşlatın’ dedim.”
Bu sözler insanda, Trump’ın bilimden, gerçeklikten, salgından ve salgınla mücadeleden ne anladığı konusunda ciddi şüpheler uyandırıyor. Test niçin yapılır, ya da testlerin kapsamı niçin olabildiğince geniş tutulur? Yeteri kadar test yapmazsanız ve günlük yeni vaka sayıları bu sayede düşük çıkarsa, bilmediğimiz, haberdar olamadığımız koronavirüs vakaları fiilen de yok mu sayılacak? COVID-19 salgınının kapsamı olduğundan yüzde 10-20-30, belki yüzde 50 küçük gözükürse, bu kime yarayacak?
İlginç olan şu ki, Trump’ın bu düşünce sakatlığını kendi ekibi de görüyor. Başka türlü savunamayınca da, “şaka yaptı” demek yoluna gidiliyor. Nitekim Trump’ın kendisi de, birkaç hafta önceki (madem virüsü öldürüyorlar) “ultra-viyole ışınlarını bir şekilde vücudun içine sokamaz mıyız” veya “bulaşık deterjanlarını bir şekilde vücudun içine sokamaz mıyız” sözlerini sonradan “şaka yaptım” diye açıklamıştı. Bu sefer de, Tulsa mitinginden hemen sonra bir Beyaz Saray yetkilisi başkanın virüs testleri konusunda “âşikâr ki şaka yaptığını” açıklamakta gecikmedi.
Türkiye’de, Sağlık Bakanlığının COVID-19
testlerine sürpriz bir sınırlama getirmesi
Kendi küçük dünyamız ve köşemize dönersek, koronavirüs testleri konusunda Donald Trump’ın “bilmeyelim, daha iyi” diye özetlenebilecek tavrını andıran bir gelişme, son iki günde Türkiye’de yaşandı. Ülkenin çeşitli köşeleri ve hastanelerinde, COVID-19’la mücadelenin ön safında yer alan doktorların sosyal medyaya düşen açıklamalarından öğrenildiğine göre, Sağlık Bakanlığı PCR testlerine ilişkin protokol ve prosedürlerinde çok ciddî bir değişiklik yaptı. Daha önce PCR testi pozitif çıkmış (yani virüsü taşıdığı netleşmiş) bulunan bir kişi (hasta) ile temas ettiği kesinleşen, ama koronavirüs semptomları göstermeyen diğer kişilere PCR testi yapılmamasını bildirdi. Opsiyonel bırakmadı, yapmayabilirsiniz demedi. Bu hallerde test yapılmasını doğrudan yasaklamak yoluna gitti.
Tıp çevrelerinde dolaşmaya başlayan bu bilgi deprem etkisi yarattı. Çünkü birincisi, Türkiye’nin “filiyasyon” (veya İngiltere’deki adıyla test-and-trace) yöntemini kökten terketmesi anlamına geliyor. Bilindiği gibi Sağlık Bakanlığı’nın en az iki aydır çok sıkı bir şekilde uygulamakla övündüğü bu yöntem, rastgele test uygulamak yerine testleri pozitif çıkmış kişilerin temas ettiği saptanan kişiler ve gruplar üzerinde yoğunlaştırmak anlamına geliyordu. Fakat şimdi bu yeni kural uygulanacaksa, yani PCR testi pozitif çıkan kişilerin temas ettiği bilinen kişilerden sadece COVID-19 semptomları gösterenler test edilecek ama (henüz) klinik bulguları bu yönde olmayanlar test edilmeyecekse, bu, birinci derecede şüpheli grubuna test yapılmasından vazgeçilmesi, sadece virüsü kapmış olduğu zaten kesinleşenlere test yapılması, yani korona hastası olduklarının bir de PCR testi yoluyla teyid edilmesinden öteye geçilmemesi anlamına geliyor.
İkincisi, pandeminin ülkemizdeki seyri açısından bakıldığında bu karar daha baştan son derece şaibeli; buram buram gizleme ve örtbas etme kokuyor. Türkiye’de günlük yeni vaka sayıları Mayıs sonu ve Haziran başlarında, önce 800’lere, oradan 700’lere düştü. Derken, ekonomiye destek ve özellikle turizm sektörünü canlandırma amacıyla 1 Haziran’dan itibaren bir dizi önlem ve kısıtlamanın büyük ölçüde gevşetilmesi yoluna gidildi. Bu yüzden günlük vaka sayısı tekrar tırmanışa geçti. 12-15 Haziran arasında 1,195 – 1,459 – 1,562 – 1,569 şeklinde tehdit edici bir gelişme gösterdi. 16-19 Haziran arasında 1,467 – 1,429 – 1,304 – 1,214 diye azar azar düşmekle birlikte, 20 Haziran’da daha fazla inmeyip 1,248 vakayla 1200’ler bandındaki yerini korudu.
İşte tam bu noktada, Sağlık Bakanlığının hasta ve/ya taşıyıcı olduğu bilinen kişilerin temas ettiği diğer kişilere, asemptomatik olmaları halinde PCR testi uygulanmaması kararı çıkageldi. Bunun, gerçekte virüsü kapmış olan büyük kesimleri kapmamış gibi göstereceği; tersten ifade edersek, test uygulamasını sınırlamak ve azaltmak yoluyla günlük yeni vaka sayılarını olduğundan hayli aşağıya çekeceği apaçık ortada. Bunun da, hükümeti yeniden kısıtlamalara gitme zorunluluğundan kurtarmak dışında bir amacı pek görülemiyor.
Özetle, şimdiye kadar tıbbın bilimsel icaplarını gözetmeye çalıştığı izlenimini veren (ama tabii son karar verici durumunda olmayan) Sağlık Bakanlığı, bu sefer belki daha fazla göğüs geremediği politik dayatmalar sonucu ansızın Trump-vari bir “bilmesek daha iyi” virajına girmişe benziyor.