Giresun ve ilçelerinde yaşanan sel felaketinden sonra bölgeye giden Tarım Bakanı Bekir Pakdemirli, “Ben böyle bir doğal afet görmedim, şehrin silüeti değişmiş, ciddi uyarılarımıza rağmen vatandaş, ‘Nasıl olsa bana bir şey olmaz’ düşüncesinde. Bu da can kayıplarına neden oluyor” demiş.
Son yıllarda her sel felaketinden sonra devlet yetkililerinin artık ezberlediğimiz sözlerini duyuyoruz. Her defasında “Ben böyle bir şey görmedim”le başlanıyor söze ve vatandaş suçlanıyor. Ne yapacaktı vatandaş, meteorolojinin her aşırı yağış uyarısıyla birlikte evini, barkını, iş yerini başka bir yere mi taşıyacaktı. Sahi ne yapacaktı?
80’ler dizisinde bir patron karakteri vardı. Olaylar karşısında verdiği ilk tepki, “Hayret bir şey, ben böyle bir şey görmedim” oluyordu. Bizim devlet yetkililerimiz de bu repliği ezberlemiş gibi hep aynı tepkiyi veriyor.
Oysa birileri çok daha önceden görmüştü felaketi. O bölgede yaşayanlar. “Yapmayın, etmeyin, kıymayın derelerimize…” dediler, dinletemediler. Dozerlerin, iş makinelerinin karşısına çıktılar. Karşılarına devletin kolluk güçleri çıkarıldı. Mahkemelere verdiler, nedense hep o dereleri talan etmek isteyen şirketler kazandı!
Derelerin elden gitmesi yetmezmiş gibi, üstüne bir de ‘servet düşmanlığı, vatan hainliği’ ile suçlandılar. Aynı dere havzası üzerine bir, bilemedin iki tane HES yeterliyken hep daha fazlası istendi. Devlet alım garantili bir şekilde hayata geçirilen HES’lerin ruhsatları zaman zaman el değiştirdi. Birileri, bu işlerden gerçekten ‘büyük servetler’ kazandı.
“Su akar Türk bakardan, su akar Türk yapara…”
Bu sözü ilk kez Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan, başbakanlığı döneminde Ovit yaylasında yapılan bir törendeki konuşmasında duymuştum. Yıllar önce yaptığı konuşmada Erdoğan, HES’leri yöre halkının itirazlarına aldırmadan bu sözlerle savunuyordu. Gerçekten yaptılar da…
Sadece HES’ler yapılmadı Karadeniz’de. O HES’lerin ulaşılabilir olması için yollar yapıldı. Çelik boruları dağlardan aşırmak için ağaçlar kesildi. Yapılan itirazlar, “yerlerine ağaç dikeceğiz” denilerek geçiştirildi. Yüzyıllık ağaçların kesilerek yerlerine dikilecek küçük fidanların sel felaketlerini nasıl önleyeceğine en azından devletimizi yönetenler kafa yormadı. ‘Derelerin ıslahı’ adı altında geniş vadilerden akan dereler, dar betonlara hapsedildi.
Çocukluğum ve ilk gençliğim Salarha Deresi üzerinde geçti. Çağrankaya Yaylası’ndan doğan dere Andon’da coşar, geçtiği yerlerden diğer köy dereleriyle buluşup, şu anki Rize Stadının yanındaki Askoros’tan denize dökülürdü. Rize’nin içme suyu da Andon’da kurulan tesisten karşılanırdı.
Ortaokulu bu derenin geçtiği Aron’da (Dörtyol) okudum. Okulun ilk öğrencilerinden ve ilk mezunlarındanım. Okul köyümüze altı kilometre uzaklıktaydı ve genelde yaya olarak gider gelirdik. En büyük eğlencemiz Salarha Deresi kenarında oluşan kum alanlarında top oynamak, oluşan göller üzerinde yüzmekti. Her yıl değişirdi o alanlar. Derenin zaman zaman taşmasıyla birlikte top oynadığımız alanlar da, göl olan yerler de değişirdi. Bunu o yörede yaşayan insanlar değil, dere belirlerdi. Yeni oluşan alanları orada yaşayanlar eker biçerdi; bir gün derenin o alanı alıp götüreceğini bilerek. O dere üzerinde arkadaşlarla ‘rafting’ denen sporu bilmeden kamyon şamreliyle denize kadar gittiğim çok olmuştur.
Kendi oluşturduğu geniş bir vadiden yüzyıllardır akan bu dere son yıllarda hızlı bir değişime uğradı. Geniş vadiden akan derenin üzerine birçok HES yapıldı. Derenin alanı giderek daraltıldı. Islah adı altında beton duvarlara hapsedildi. Askoros’tan Andon’a doğru giderken çoğu kez dereyi bile göremiyorsunuz. Geniş vadiden kazanılan alanlar üzerine fabrikalar, evler, hatta kamu binaları yapıldı. Çelik borulara, betona hapsedilen bu dere her birkaç yılda bir yerini arar, önüne ne varsa katıp denize götürür, suyu ‘ıslah’ edenler de bunu felaket olarak, beklenmeyen büyük yağış olarak yorumlar. Oysa Rize’de ayda iki kez yağmur yağar. Bir yağar bir de diner…
Köyümüzdeki evin altında küçük bir dere akar. O derenin kenarında mısır ekilen küçük bir tarlamız vardı. Tarlayı dereden korumak için duvar örmüştü dedem. Zaman zaman dere coşunca duvar hasar görür yıkılırdı. Dedem de duvarı her defasında inatla örerdi. Bunu yaparken de “Dere hakkını gelir böyle alır” demeyi ihmal etmezdi. Son sel felaketinden en çok etkilenen yerlerden biri olan Giresun’un Dereli İlçesi de derenin betona hapsedilerek kazanılan alan üzerine inşa edilen bir ilçe. Can kayıplarının yaşandığı ilçeye giden Bekir Pakdemirli’nin “Dere gün gelir hakkını alır” diyen bir dedesi olmamış belli ki. Olsaydı eğer, yaraları sarmak için gittiği bölgede gördükleri karşısında ‘hayretler içine’ düşmez, “Yok böyle bir doğal afet” demezdi.