Ana SayfaHaberlerBakırhan: "Gelin, Cumhuriyeti 2. yüzyılda demokrasiyle taçlandıralım. Bunun neresi bölücülük?"

Bakırhan: “Gelin, Cumhuriyeti 2. yüzyılda demokrasiyle taçlandıralım. Bunun neresi bölücülük?”

DEM Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan: “Şimdi, büyük bedellerle yürütülen mücadele, yerini Kürt meselesinin çözümüne ve demokratik bir toplumun inşasına bırakıyor. Alınan karar, Kürt-Türk ilişkilerinde demokratik bir zemin kurma, ortak bir vatan fikrini büyütme ve barışçıl bir çözüm arayışını güçlendirme çağrısıdır.”

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, partisinin TBMM Grup Toplantısı’nda PKK’nın fesih kongresine dair açıklamalar yaptı.

Bakırhan’ın konuşmasından öne çıkanlar şu şekilde:

“Tarihi bir anın içinden geçiyoruz ve geleceğe umutla bakıyoruz. Toplumun yıllardır hayalini kurduğu günlerin kapısı aralanıyor. 86 milyon insanın yüreği barış için atıyor. Acılarla yoğrulmuş bir tarih, on yılların umudu ve milyonların bekleyişi var şimdi. Kürt şair Pîremêrd, “Diyorlar ki bir yıl on iki aydır; ben ay gördüm, ömrü on dört yıl olan” der. Barış ve çözümü beklediğimiz her gün neredeyse bir yıl gibiydi. İşte biz yıllarca böyle yaşadık.

5-7 Mayıs 2025 tarihlerinde PKK tarafından yapılan kongre ve ardından 12 Mayıs’ta açıklanan kararlar, demokratik çözüm için bir şans, barış için önemli bir fırsat sunmuştur. 12 Mayıs artık Türkiye’de yalnızca bir takvim yaprağı değil; geçmişin ağır yükünü hafifletmenin başlangıcıdır.

Geldiğimiz bu nokta; mücadele edenlerin, bedel ödeyenlerin, kaybettiklerimizin, anne babaların duaları ve çabaları sayesinde mümkün olmuştur. Barış ve demokrasi mücadelesinde yitirdiğimiz tüm canlarımızı minnet ve şükranla anıyorum. Anıları önünde saygıyla eğiliyorum.

Dün, Türkiye ve Ortadoğu’nun en tarihi günlerinden biri yaşandı. 27 Şubat’tan 12 Mayıs’a uzanan bu kısa ama anlamlı süreç, bir dönemin kapanışının ve yeni bir dönemin ilanıdır. Sayın Abdullah Öcalan’ın öncülüğünde gerçekleşen bu dönüşüm, hem Kürt siyasal tarihi hem de Türkiye tarihinin belki de en sarsıcı olaylarından biridir.

Şimdi, büyük bedellerle yürütülen mücadele, yerini Kürt meselesinin çözümüne ve demokratik bir toplumun inşasına bırakıyor. Alınan karar, Kürt-Türk ilişkilerinde demokratik bir zemin kurma, ortak bir vatan fikrini büyütme ve barışçıl bir çözüm arayışını güçlendirme çağrısıdır. Bu karar yalnızca Kürtlere değil, tüm Türkiye toplumuna ve uluslararası kamuoyuna yöneltilmiş güçlü bir mesaj niteliğindedir.

86 milyondan beklenen; haklarına, geleceğine en güçlü şekilde sahip çıkması, sözünü büyütmesi ve demokratik siyaseti dönüştüren bir irade haline gelmesidir. Siyasetin görevi ise açıktır: Barış sürecini kalıcı kılacak hukuki ve siyasi düzenlemeleri hayata geçirme sorumluluğunu üstlenmektir. Uluslararası kamuoyuna düşen görev de bu sürece gerçek anlamda destek vermek, omuz omuza durmaktır.

Başta Türkiye Büyük Millet Meclisi olmak üzere, tüm siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları, demokratik kitle örgütleri ve aydınlar bu sürecin gerçek sahipleridir. Bu sürecin başarıya ulaşması için ellerinden geleni yapacaklarına dair inancımız tamdır.

Sayın Devlet Bahçeli’nin dün yaptığı “Barış havası kalıcı ve gerçekçi olmalıdır. Siyasi ve hukuki adımlarla siyasetin güçlendirilmesi” şeklindeki değerlendirmesini değerli buluyor, bu yapıcı yaklaşımı yürekten destekliyoruz. Aynı şekilde, Sayın Özgür Özel’in “Kalıcı toplumsal barışın olması; atılacak adımların samimiyetine ve hukukiliğine bağlıdır” tespiti de son derece kıymetlidir. Yürütme erkinin üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmesini bekliyoruz.

Türkiye’nin kaderini değiştirecek olan bu karar neden önemlidir, kısaca anlatmaya çalışacağım. Düşünün, bir köydeyiz. Hepimizin yaşam bulacağı bir su kuyusu var. Ancak bu kuyu için yıllardır didişiyoruz. Kimi zaman kuyu kuruyor, su tükeniyor. Ya bu kuyu için kavgaya devam edecek ve hep birlikte tükeneceğiz ya da ellerimizi birleştirip yaşam suyuna ulaşarak hayatı yeniden kuracağız. Su da, kuyu da hepimizin ortak kaderidir.

İşte bugün biz de o kuyunun başındaki Türkiye’yiz. Hepimiz, susuzluktan kavrulan topraklarımızla, yanan yüreklerimizle, o kuyunun başında birbirimize bakıyoruz. Bugün, kuruyan suyu canlandırmak, yeni yaşam kuyuları açmak için tarihi günlerden geçiyoruz.

22 Ekim’de Sayın Bahçeli’nin cesur çıkışı, 27 Şubat’ta Sayın Abdullah Öcalan’ın tarihi çağrısı, 10 Nisan’da Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın süreci sahiplenmesi ve gösterdiği kararlılık, barışı limana ulaştırmanın rehberi olmuştur. 12 Mayıs’ta PKK’nin yeni bir dönemin kapısını aralayan kongre kararları ise eşit ve demokratik bir geleceği müjdeliyor.

Emin olun; zor ve zahmetli bir yoldayız. Ama siyasetin iradesi, gençlerin inancı, kadınların gücü ve herkesin duası ile bir gün bu topraklarda barışı sağlayacağımıza tüm kalbimle inanıyorum.

Bir anne düşünün… Her kapı çaldığında yüreği ağzına gelen, her telefon sesinde dizlerinin bağı çözülen.
Bir baba düşünün… Oğlunun cenazesini alabilmek için günlerce bekleyen, sonunda eline oğlunun kemikleri bir torbada verilen.
Bir çocuk düşünün… Arkadaşlarına babasının nerede olduğunu anlatamayan, geceleri yıldızlara bakıp “Babam hangi yıldızın altında?” diye düşünen.

Dilin sustuğu, kelimelerin anlamsız kaldığı bir tarih yaşadık. Bu acı dolu deneyimler, on yıllardır bu toprakların sessiz tanıklığına dönüştü.
Allah, bu ülkenin insanlarına bir daha kaldıramayacakları acılar yaşatmasın.

Bugün, Türkiye’nin kırık umutlarını onarma, acılarını dindirme, dağlanmış kalplerine merhem olma günüdür.
Kederi birlikte yaşadık; şimdi ortak kaderi ve kardeşliği büyütme zamanıdır.

Mezopotamya’nın bereketli ovalarından Karadeniz’in yemyeşil yaylalarına, Ege’nin zeytin kokulu kıyılarından Zagros’un karlı zirvelerine kadar hep birlikte aynı gökyüzünü paylaştık, aynı toprağın kokusunu ciğerlerimize çektik.

Kars’ta meşhur bir söz vardır: “Türk ile Kürdün anaları aynı güneşin altında paltar guruttu.”
Artık ölümden değil yaşamdan, çatışma ve şiddetten değil barıştan yana olma zamanıdır.

Afyon’un Çobanözü Köyü’ne, Trabzon’un Barışlı Köyü’ne, Cizre’nin Hebler Köyü’ne, Muş’un Betuli Köyü’ne gençlerin cenazesi gitmesin artık.
Geçmişten taşıdığımız yükler geleceğimizin üzerine bir karabasan gibi çökmesin.

Gotin rehet e, lê kirin zehmet e… Werin em bikin. (Söylemesi kolay, yapması zordur… Gelin birlikte yapalım.)

Nelson Mandela, yıllar sonra işkence gördüğü gardiyanla bir restoranda karşılaştığında onun yanına gidip şunu söyler: “Ben bu masaya geçmişin yüküyle gelmedim.”
O, tarihin tekerrür etmesini istemiyor; yeni bir başlangıçtan söz ediyordu.

Elbette bizler de geçmişle yüzleşeceğiz. Ama ona takılıp kalmadan, birlikte barışı inşa edeceğiz.
Yeter ki cesur ve kararlı olalım. Yeter ki siyasi çıkarlarımızı barışın önüne koymayalım.

Alevilerin semahında, Sünnilerin duasında, Türklerin türküsünde, Kürtlerin dengbêjinde, Ermenilerin ağıtında, Çerkeslerin dansında, Lazların horonunda barışı bulalım.

Bir Kürt deyişi şöyle der: “Eğer kapına bir fırsat gelmişse, onu ertelemek haramdır.”
Bugün de barışı ertelemek haramdır. Çünkü barış helaldir, hoştur. Bu topraklara barış yakışıyor.

Bütün bu temennilerin gerçeğe dönüşmesini sağlayacak yer Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. “Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir” sözü artık yalnızca bir ilke değil, somut bir gerçeklik haline gelmelidir. Meclis, halkın barış çağrısına kulak vermeli ve barışın kurucu gücü olarak görev üstlenmelidir. Cumhuriyeti kuran Meclis’in, yüz yıl sonra Cumhuriyet’i demokratikleştirme sorumluluğu vardır.

Kürt meselesinin çözümü ve ülkenin demokratikleşmesi açısından Meclis’in önünde tarihi bir görev durmaktadır. Başta yasama organı olmak üzere tüm erklerin sorumluluk alma zamanı gelmiştir. Eğer silahlar susuyorsa, konuşması gereken artık demokratik siyasettir. Emin olunmalı ki demokratik siyaset, yalnızca siyasal zemini değil, toplumsal dayanışmayı da güçlendirecek ve hepimizi zenginleştirecektir.

Yüz yıllık Kürt meselesi, demokrasi sorunu ve çatışmalı sürecin sona erdirilmesi demokratik siyasetin inşa gücünde saklıdır. Aynı şekilde, demokratik siyaset, yüz yıllık paranoyaları, kırk yıllık acıları iyileştirecek kapasiteye sahiptir. Artık “bölme” söylemleri, “beka kaygıları” ve “düşman hukuku” gibi anlayışlar tarihsel ömürlerini tamamlamıştır. Bunlar geride kalmalı, devletin demokratikleşmesi için ortak akılda buluşulmalıdır.

Ortak vatan fikriyle Cumhuriyet’in demokrasiyle buluşması sağlanmalı; devlet, sadece denetleyen, kontrol eden ve cezalandıran bir yapı olmaktan çıkmalı, adalet dağıtan, özgürlükleri koruyan ve düzenleyen bir yapıya kavuşmalıdır. Devleti ve Cumhuriyet’i demokrasiyle buluşturmak için yasal ve kurumsal zemini birlikte inşa etmek hepimizin sorumluluğudur. Çünkü barış, demokrasi ve hukuk yalnızca bir kesimin değil, tüm Türkiye’nin ortak kazanımıdır.

Barış bir lütuf değil, haktır. Bir yenilgi değil, herkesin kazandığı bir başarıdır. Barış demokrasiyi genişletir, demokrasi ise barışı büyütür. Barışı sağlarsak, demokrasi ve hukuk krizinin yanı sıra ekonomik krize de çözüm üretmiş oluruz.

Bu nedenle bu süreci iki taraf arasında bir “al-ver” süreci olarak görmekten vazgeçmeliyiz. Bu sürecin pusulası siyaset, teminatı ise hukuktur. Bugün, tarihin bize sunduğu eşsiz bir fırsatı değerlendirme günüdür.

Orhun Abideleri’nde geçen bir sözü hatırlatmak istiyorum: “Barış, aç olanı tok etmek, az olanı çok etmektir.” İşte bugün yaşadığımız süreç, böyle bir barışın kapılarını aralıyor.

Bu tarihi sürecin gelişmesinde sorumluluk üstlenen Sayın Abdullah Öcalan’a, çözüm yönünde cesur bir duruş sergileyen Sayın Devlet Bahçeli’ye, bu iradeyi sahiplenen Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a ve sürece ilk günden destek sunan Sayın Özgür Özel’e, Sayın Davutoğlu’na, Sayın Babacan’a, Sayın Arıkan’a ve tüm muhalefet partisi liderlerine en içten şükranlarımızı sunuyoruz.

Şimdi, hep birlikte yeni bir sayfa açıyoruz. Bu sayfayı umutla, dayanışmayla ve güzelliklerle doldurmak bizim elimizde. Sabahattin Ali’nin o unutulmaz sözünü hatırlatmak isterim: “İnsanların birbirleriyle karşılaşması kaderdir, ama yan yana kalmaları gayrete bağlıdır.” Evet, bu topraklarda Türkler ve Kürtler olarak karşılaşmamız kaderin bir cilvesi olabilir. Ancak yan yana, kardeşçe, gönül gönüle yaşamamız, bizim irademizin ve ortak gayretimizin eseri olacaktır.

Ömrünü barışa ve halkların kardeşliğine adamış, yüreği daima ezilenlerin safında atan yol arkadaşımız Sırrı Süreyya Önder’i ve kısa süre önce kaybettiğimiz Batman İl Eş Başkanımız Mustafa Mesut Tetik’i rahmetle anıyor, onların şahsında bu uzun ve zorlu mücadelede yitirdiğimiz tüm canlara saygılarımı sunuyorum.

Savaşın küllerinden barışın ateşini yakacağımız aydınlık günlere olan inançla, hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.”

- Advertisment -