Programın tamamını izlemek için:
Merhaba, bugün üç konuya değinmek istiyorum. İlki, maalesef Osman Kavala’ya müebbet hapis cezası verildi. Durum şudur; Ukrayna ve Rusya arasında arabuluculuk yaptığımız ve dolayısıyla görüntümüzün yükseldiği iddia ediliyordu. O görüntü şimdi yerlerde. Bunu kimse kabul etmez. Söyleyecek başka bir şey de yok…
Gelelim ikinci konuya; Fransa’da seçimler yapıldı ve benim tahmin ettiğim gibi yüzde 10’dan fazla bir farkla Macron kazandı. Herkes Macron’u sevdiği ya da istediği için mi oy verdi? Hayır. Ama seçim iki şahıs arasında bir değerlendirmeydi. Umalım ki artık seçimle gelmiş otokratlar dönemi hem Avrupa’da hem civar bölgelerde bitmiş olsun.
Macron’a büyük haksızlık ediliyor çünkü göreve geldikten sonra pandemi gibi, Ukrayna krizi gibi, ekonomik sıkıntılar gibi problemlerle boğuştu. Yine de fena idare etmediği düşüncesindeyim.
Üçüncü ve son konu ise 24 Nisan ve soykırım tartışmaları ile ilgili. Bir şeyi açıklığa kavuşturalım: ‘Sözde soykırım iddiaları’ sözü doğru bir kullanım değildir. Sözde iddia olmaz.
Halkımız yanlış bir değerlendirme yapıyor. Soykırımdan kişi ve şahıslar mahkûm edilir. Milletler mahkûm olmaz. Eski Sırbistan kararlarına bakarsanız bunun böyle olduğunu görürsünüz. Nitekim BM Soykırım Sözleşmesi de şahıs ya da şahıslardan bahsediyor.
Mevlüt Çavuşoğlu doğru bir şey söyledi, soykırıma ancak mahkemenin karar verebileceğini belirtti. Evet, ben hiçbir zaman soykırım oldu/olmadı tartışmasına girmedim. Çünkü ben hâkim değilim.
Soykırım Sözleşmesi’nin 6. maddesi soykırıma ancak mahkemelerin karar verebileceğini söylüyor. Parlamentolar kabul ediyor, devlet başkanları beyanat veriyor ama bunlar hukuken geçersiz. Geçersiz ama Roma hukukundan beri gelen bir tabir vardır: Kamunun vicdanı/hukuku. Ermenilerin yapmaya çalıştığı da budur. Yani bütün dünyanın kabul etmesini sağlamaya çalışıyorlar.
Soykırım Sözleşmesi 1948’de ortaya çıktığı için mahkeme olabilir mi? İki devlet, Türkiye ve Ermenistan anlaşır ve derlerse ki “1915’te Soykırım Sözleşmesi olsaydı bu konuda ne karar verilirdi”, o zaman olabilir.
Bu konuda iki yanlış argümanımız var. İlki, ‘Bu olay harp halindeyken oldu’ argümanı. Bu tür şeyler zaten her zaman harp halinde olur, güneşli havada olmaz. İkincisi, ‘Buna tarihçiler karar verir’ argümanı. Hayır, buna tarihçiler karar veremez. Soykırım Sözleşmesi gayet açık. Tarihçiler belge toplar, mahkeme o belgeler üzerinden karar verir.
Bu noktada ne yapılabileceğini açıkçası ben bilmiyorum. Ama 2010 yılında İsviçre’de imzalanan ve benim de desteklediğim Türk-Ermeni protokolünde bir madde var, bu konudaki iddialar ortak tarih komisyonu tarafından incelensin diye.
Tarihe not düşmek için bir şey anlatmak istiyorum. Değerli gazeteci Mehmet Ali Birand ve ben, Ermeni tarafı ile İstanbul’da dört defa gizli olarak görüştük; acaba Amerikalıların desteği ile 22,5 dakikası Türkiye’ye ait, 22,5 dakikası Ermenistan görüşlerini içeren 45 dakikalık bir belgesel yapabilir miyiz diye. Son anda o zamanki Ermenistan Devlet Başkanı Koçaryan ‘Böyle saçma şeye girişmeyin’ demiş ve böylece bu iş yatmış oldu.
Ermeniler, kendi dünyaya kabul ettirdikleri görüşü şüpheye düşürebilecek herhangi bir harekete girmek istemiyorlar. Yani ben zannediyorum ki Ermenistan, Adalet Divanı’na gitmek istemez. Aynı şekilde Türkiye’nin de gitmek isteyeceğinden pek emin değilim. Bir bilgim yok.
Her halükârda bu konu çok uzun süre devam edecek ve başımızı ağrıtacak. Bizim bu süreçte tarihi tarihçilere bırakmak gibi, sözde iddia gibi tutumlardan kaçınmamız gerekir.
Bir gün taraflar Adalet Divanı’na gitmeye karar verirlerse korkarım divan kamu hukukunun etkisi altında kalacaktır.