CHP milletvekili Murat Emir’in bir Sağlık Bakanlığı belgesine dayanarak açıkladığı gerçek koronavirüs vaka sayıları ortalığa dökülünce, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın ünlü savunması geldi: “Her vaka hasta değildir, biz koronavirüs tablosunda hasta sayılarını açıklıyoruz…”
“Yani” demiş oluyordu bakan, “evet, bizim şimdiye kadar açıkladığımız sayılar, testi pozitif çıkanların tamamını değil hastaneye yatacak kadar kötü olanları kapsıyor.”
Bu, Ekim sonundaydı, Kasım sonunda da (tam olarak 25 Kasım’da) takke düştü kel göründü: Bakanlık, artık testi pozitif çıkan herkesi “vaka” olarak açıklayacak, hastalar da ayrıca belirtilecekti. Böylece tabloda 5 bin – 6 bin olarak görmeye alıştığımız rakam 25 Kasım’da birdenbire 30 bine fırlayıverdi.
Bu sürecin “her vaka hasta değildir” aşamasında, BBC Türkçe bazı Bilim Kurulu üyelerine bu açıklama hakkında ne düşündüklerini sormuştu.
Bilim Kurulu üyesi: “Ben vaka sayısı ve hasta sayısı ifadesinin eş anlamlı olarak kullanıldığını sanıyordum”
En çarpıcı cevap Bilim Kurulu’nun Toplumda Salgın Yönetimi alt grubunda yer alan Prof. Dr. Mustafa Öztürk’ten gelmişti:
“Ben vaka sayısı ve hasta sayısı ifadesinin eş anlamlı olarak kullanıldığını sanıyordum. Meğer başka bir anlamla kullanılıyormuş. Benim de bilgim yoktu.”
Öztürk, bakanlığın vaka sayısı yerine hasta sayısını paylaşmaya başladığı gün ikisi arasındaki ayrımın da mutlaka açıklanmış olması gerektiği görüşünde:
“Hastanede yatsa da yatmasa da PCR pozitif olanların hepsi vaka olarak tanımlanır. Vaka, olgu, hasta… Bunlar pratikte aşağı yukarı eş anlamlı kullanılır. Vaka sayısı yerine hasta sayısı ifadesinin kullanıldığı ilk gün, halk sağlığı grubunda yer alan arkadaşlarımızdan bazıları bu ayrıma dikkat çekti ve ikisinin farklı olabileceğini söyledi. Ben açıkçası arkadaşlarımızın çok evhamlı olduğunu düşünmüştüm çünkü arada bir fark olmadığını sanıyordum.
“Halk sağlığı grubu olarak dahil olmadığımız bir toplantıda bu uygulama değişikliği konuşulmuş olabilir ancak hem bizlerin hem de kamuoyunun o tarihten itibaren bilgilendirilmesi gerekiyordu. Pozitiflerin hepsinin hasta olarak değerlendirilmediği baştan açıklansaydı bu karışıklık yaşanmazdı. Bunu bilmek benim de vatandaşın da hakkıdır.”
Parantez: Hayır sayın Dr. Mustafa Öztürk, “Bu uygulama değişikliği Halk sağlığı grubu olarak dahil olmadığınız bir toplantıda konuşulmuş” değil. Sizin bu sözlerinizden sonra birçok Bilim Kurulu üyesi konuştu ve Sağlık Bakanlığı’nın bu kararı kendi başına aldığını, hiçbir Bilim Kurulu üyesine de bilgi vermediğini açıkladı. Yani, onlar da sizin gibi, bizim gibi…
Bilim Kurulu üyesi bile böyleyken…
Geçerken, Sağlık Bakanlığı’na bağlı bir Göz Bağcılığı Kurulu varsa onu; yoksa, artık hipnotize olmuş gibi her gün aynı tabloyu izleyen insanların, “vaka sayısı”nı gösteren kutucuğun tepesine “hasta sayısı” yazıldığında oradaki rakamı “vaka sayısı” olarak okumaya devam edeceklerini “bilen” ve bu bilgisini politikacıların emrine veren her kimse ona ‘bravo’ diyelim.
Bakın, bizzat bir Bilim Kurulu üyesi bile zihnine kazınmış “Vaka, olgu, hasta… Bunlar pratikte aşağı yukarı eş anlamlı kullanılır” bilgisinin de iğvasıyla, açıklanan hasta sayılarını vaka sayısı olarak okumuş ve o da sokaktaki insanlar gibi İspanya’da günde 30 bin, Fransa’da günde 40 bin – 50 bin vaka açıklanırken bizdeki vaka sayısının 5 binde, 6 binde kalmaya devam ettiğine inandırmış kendini.
“Canım, o doktor da pek safmış, zaten kim inanıyordu ki o rakamlara” demeyin; inanmak isteyenden daha inançlı kimse yoktur ve kâh politik kutuplaşmanın etkisiyle, kâh kendini dışarıya atmanın meşruiyet aracı olarak o rakamların vakaları gösterdiğine inanan ve başkalarını da ikna etmeye çalışan milyonlarca insan vardı. (“E, bizde vaka çok azmış canım, ne güzel! Tabii, biz Fransa mıyız, İspanya mıyız, onlar korksun, yazık, riskleri çok yüksek!”)
26 Kasım sabahı…
Fahrettin Koca’nın gerçek vaka sayılarını açıklamasından birkaç gün sonra Habertürk’ün sabah programına katılan Ankaralı bir doktoru dinliyorum. “Bakanın açıklamalarının ertesi günü özellikle dışarı çıktım” diye anlatıyordu, “sokaklarda bâriz bir azalma var, tahmin ediyorduk bunu, insanlar, karşı karşıya oldukları riskin düşündüklerinden çok daha fazla olduğunu bu açıklama sayesinde anladılar.”
Gazeteciler, sonrasında hangi doktora sorsalar aynı cevabı aldılar. Sonuncusunu dün sabah (11 Aralık) yine Habertürk’te izledim. Bilim Kurulu üyesi Prof. Dr. Serap Yavuz Şimşek, salgınla mücadelede en etkili silahın ‘gerçek’ olduğunu; gerçek vaka sayılarının açıklanmasıyla insanların dikkat seviyesindeki yükselişin bunu bir kez daha kanıtladığını söyledi.
Gerçeği teslim ederken bile…
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, günlük vaka sayısını nihayet açıkladığı 25 Kasım’da çok tuhaf bir “rehavete kapılmayın” parçası sıkıştırmıştı konuşmasının arasına:
“Pandemi seyrini daha iyi anlayabilmek, sağlık sisteminin yanıtını daha iyi kavrayabilmek, rehavete düşmemek için dikkatinizi günlük hasta ve ağır hastalarımıza odaklamanızı tavsiye ederim. Alarm zilleri burada çalıyor.”
Gerçekten, bir anda 5-6 katına çıkmış rakamların açıklandığı tam böyle bir günde ne tuhaf bir uyarı! 25 Kasım öncesi yanıltıcı rakamların insanları nasıl bir rehavete sevk ettiğini gösteren mükemmel bir lapsus değil mi bu?
Ve geldik 10 Aralık’a, iki gün öncesine yani… Sağlık Bakanlığı’nın Covid-19 Bilgilendirme Sayfası’nı açanlar, 9 Aralık’ta 558.517 olan toplam vaka sayısının 10 Aralık’ta 1.748.567’a fırladığını gördüler. Gerçek rakam buydu çünkü, öbürü, bir başka gözbağcılığının ürünüydü.
Bu yazıyı, WhatsApp grubumuzdan bir arkadaşımın, yukarıdaki toplam vaka sayılarını okuduktan sonra gruba attığı şu mesaj üzerine yazdım:
“Dün akşamdan beri şunu düşünüyorum: zamanında günlük ve toplam vak’a sayısını doğru verseler, yalan söylemeseler, bilgi saklamasalar insanlar bu kadar rehavete kapılmayacak, muhtemelen bu rakam bu kadar büyük olmayacaktı. Otoriterlik ve başarılı lider kültü üretme çabası can yakıyor, can heder ediyor…”
Ne kadar haklı bir yakınma ve itiraz! İyi de bu ağır sorumsuzluğun öznesi kim? Sağlığı yöneten mi, ülkeyi yöneten mi?
“Hiçbiri”ni işaretleyenler haklı. Büyüklerin büyük sorumsuzlukları öylesine görünmez kılınıyor, onları öylesine kanıksıyoruz ki, bir sorumlu aramak aklımıza bile gelmiyor.
Fakat var, ortada sahibini bekleyen çok büyük bir sorumsuzluk var.