Bazı imâlar açık ve net ifadelerden bile daha belirgin, daha güçlü olabilir. Bu türden imâlara muhatap olanlar o kadar farkındadırlar ki bunun, karşısındakinden ‘açıklık’ talep etmezler. Fakat her şeyin en baştan açıklıkla ifade edilmesini isterler, çünkü bu türden imâlar aynı zamanda yaralayıcıdır.
Hangisini tercih ederdiniz: Yedek oyuncusu olduğunuz futbol takımının başında sizi asla takıma almayacağını ‘güçlü imâ’ ile ‘bildiren’ bir teknik direktörün olmasını mı, yoksa dobra dobra en baştan sizi şu şu şu nedenlerle takıma almayacağını söyleyen bir teknik direktörün olmasını mı?
Ana muhalefet partisi CHP’nin HDP karşısındaki tavrı, birinci teknik direktörün tavrına benzemiyor mu?
Metaforu sürdürelim: Teknik direktörün tavrı, sizin yeteneklerinizin durumuna göre ‘rasyonel’ de olabilir ‘akılsızca’ da… Diyelim siz ‘bir Alex’siniz (ki HDP, muhalefetin seçimi kazanması için ihtiyaç duyduğu Alex’tir) ve fakat teknik direktörünüz size gıcık olduğu için takıma almıyor. Bu durumda açık ki teknik direktör saçmalamaktadır.
Fakat şöyle de olabilir (ki HDP örneğinde öyle olmaktadır): Teknik direktör sizin ‘Alex’liğinizin farkındadır, siz olmadan şampiyon olamayacağını bilmektedir, fakat epeyce çaresizdir, çünkü takımın birçok oyuncusu size gıcıktır ve sizi o nedenle takıma almamaktadır.
Teknik direktör bu durum karşısında iki şey yapabilir: Ya mevcut güçlük karşısında yılıp, takımın sanki sizsiz de şampiyon olacağına önce kendini sonra herkesi inandırmaya çalışır ya da gerçeği gür bir şekilde ilan edip, takımın öbür oyuncularını iknaya gayret eder.
Kılıçdaroğlu nasıl bir teknik direktör?
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, mevcut koşullarda HDP olmaksızın AK Parti’nin ve Erdoğan’ın seçimlerde yenilemeyeceğini bilen… bu nedenle takımın öbür elemanlarını (parti yönetiminin ve parti tabanının kahir ekseriyetini) HDP konusunda ikna etmesi gerektiğine inanan… fakat bunun gerektirdiği enerjinin ve cesaretin ancak bir kısmını sergileyebilen bir ‘teknik direktör’ profili çiziyor.
Oysa korkunun ecele faydası yok, Kılıçdaroğlu nasıl AK Parti’nin elinden din kartını aldıysa, aynısını iktidarın HDP’yi şeytanlaştırma kartı için de yapabilir. Bunun için artık bir gün bile kaybetmeden tabanını HDP konusunda ikna çabalarını başlatmalıdır. Tekraren: Korkunun ecele faydası yok.
Tabanı demokratlaşmaya ikna değil
Hayır, burada CHP yönetiminin, CHP tabanını onun Kürt sorununa ve Kürtlere dair bildiğimiz bakışını değiştirmeye yönelik bir ikna seferberliğine girişmesinden söz etmiyoruz. Asıl hedef o olmalı ama o çok uzun bir iş ve o işe CHP yönetiminin nefesi de yetmez. Şu anda sadece seçimin nasıl kazanılabileceğinden söz ediyoruz ve bunun yolu olarak da “CHP yönetimi tabanını milliyetçi önyargılardan sıyırsın, tabanı demokratlaştırsın ve o taban iktidarın HDP’yi şeytanlaştırma tuzağına böyle bir ‘bilinç’le hayır desin” gibi bir ‘çare’ elbette önerilemez.
Esat Arslan’ın Perspektif’te kaleme aldığı (9 Nisan) “Yeni Türkiye Hikayesi İçin Bir Perspektif Değişimi Önerisi “ başlıklı yazısına müracaat ederek neyi önermediğimi daha iyi anlatabilirim. Evet, ben katılıyorum yazara, fakat CHP yöneticilerinin HDP konusunda tabanı ikna etmede kullanacağı fikirler elbette bunlar olamaz:
“İster yapılan anketlere bakın ister Kürt gençleriyle derinlemesine sohbet edin, Kürt halkının kahir ekseriyetinin bölünme değil; bu ülkede kimliğiyle, tarihiyle, diliyle ve kültürüyle onurlu bir yurttaş olarak kabul edilme dışında bir amaç gütmediğini göreceksiniz. Yani aslında doğru bir siyaset izlenirse gerçek anlamda bir çözüm mümkün.
“Fakat bu sorunun, Kürtleri ve PKK’yı birbirinden ayırıp ‘biz Kürtleri seviyoruz. Ama PKK’lılar terörist. Gerçek bir çözüm için Kürtlerin PKK’yı terörist kabul etmesi gerekiyor’ söylemiyle çözülmesi mümkün değil. Yani HDP ile çözümü konuşmak için HDP’den PKK’yla arasına mesafe koymasını bir önkoşul olarak talep etmenin hiçbir gerçekliği yok. Devletin PKK’ya bakışı ile birçok Kürt’ün PKK’ya bakışı farklıdır. Kürt sorunu tarihsel hafızası Kürtlerin epeyce bir kısmı nezdinde PKK’yı mazur kılmaktadır. Kürt sorunu durduğu müddetçe de Kürtlerin ciddi bir kısmının PKK’ya bakışını yaşanmışlıklardan dolayı değiştirmesi mümkün değil. Kürt sorununun bir asırdır güvenlik sorununa veya bugün olduğu gibi PKK’ya indirgeyerek nihai bir çözüme ulaşılamadığı ortada. Çözüm arıyorsak daha önce de yaptığımız gibi PKK’yı da bu çözüm sürecinin bir parçası haline getirmek zorundayız.”
Hatta CHP-HDP seçim ittifakı
Görüyorsunuz, üç-beş yıl öncesinin ikliminde iktidarın önerdiği ve halkın yüzde 60-70’inin ‘çözüm’ olarak kabul ettiği şeyi bugün dillendirmek bile o kadar kolay değil. Bu fikirlerle CHP tabanına giden CHP yöneticilerini neyin beklediğini tahmin etmek ise hiç zor değil.
CHP yöneticileri tabandaki hassasiyetleri gözeterek ve sadece seçimi kazanmanın, Erdoğan’ı yenmenin başka yolunun olmadığı vurgusu üzerinden yürütmeli ikna çabasını.
Seçim kazanmanın matematiği ortadayken CHP yöneticilerinin bu yönde hiçbir çaba içinde olmaması ancak “Kürtler günü geldiğinde tıpkı yerel seçimlerde olduğu gibi bize oy verirler, AK Parti’ye gidecek halleri yok ya” varsayımıyla açıklanabilir, ki galiba bu varsayımdan öte bir hakikat.
Yöneticiler bu tutumlarını sürdürürlerse, tabanın da bunu ‘satın alacağından’ hiç kuşku duyulmasın… Çünkü CHP tabanı, geçmişte kaybedileceği apaçık nice seçimde “bu sefer iktidarız”a kendisini ikna edebilmiş bir seçmen kitlesinden oluşuyor.
CHP tabanının, HDP’nin dışarıda bırakıldığı bir seçim kampanyasının sonunda bu boş inanca hemen sarılacağından ve bir kez daha “bu defa tamam, seçimi alıyoruz”a inanacağından hiç kimse kuşku duymasın.
Bu yazının devamında CHP tabanındaki sözünü ettiğim “boş inanç” pratiklerini hatırlatacak, ardından HDP’yi muhalefetin asli unsurlarından biri yapma görevinin neden CHP’de olduğunu anlatacak, sonra da bütün bu hikâyenin doğal bir sonucu olarak CHP ve HDP’den oluşan yeni bir ittifak (adı Demokrasi İttifakı olabilir mesela) önereceğim. Yani benim ittifak modelim şöyle: Demokrasi İttifakı (CHP-HDP), Millet İttifakı (İYİ Parti-DEVA-Gelecek) ve Cumhur İttifakı (AK Parti – MHP).