Geçtiğimiz günlerde Ruşen Çakır’ın avukatlarım aracılığıyla ilettiği sorulardan birine verdiğim, siyasette ahlaki ve insani duruşun önemine dikkat çekmek dışında bir gaye taşımayan yanıt sonrasında yaşanan tartışmaları, kısıtlı imkanlarla da olsa takip etmeye çalıştım. Herkes kendi durduğu noktadan bakarak düşüncelerini dile getirdi, getiriyor. Elbette her görüşe, her eleştiriye saygıyla yaklaşarak bunları anlama çabası göstermeliyiz.
Ahlaki yaklaşımımı ifade ettim
Mesajlarımın altında siyasi komplo ya da bir ittifak arayışı bulmaya çalışanların yaratıcı (!) teorilerini ciddiye almadığımı belirtmek isterim. Bu minvalde söylenen, yazılıp çizilen düşüncelerin bir teki bile gerçeği yansıtmıyor. Benim ifade ettiğim şey çok basitti: İnsan kimliğimizi siyasetçi kimliğimize kurban etmeyelim. Birbirimizi doğru anlayalım ki eleştireceksek doğru eleştirelim, halkın sorunlarına çözüm bulalım. Ve elbette kutuplaşmayı, toplumsal ayrışmayı önleyelim.
Ben hapisteyim. Zulme ve adaletsizliğe karşı burada mücadele ediyorum. Hapiste olduğum için önerim tabii ki bir faraziye üzerine kurulmuştu. Dışarıdaki siyasetçiler, nasıl davranacaklarına kendileri karar verir elbette. Ben sadece kendi ahlaki yaklaşımımı ifade ettim ve bunun çok önemli olduğunu düşünüyorum. Asıl işi konuşmak ve diyalog kurmak olan siyasetçilerin, iktidarın yaydığı korku sebebiyle birbirileriyle konuşamaması utanç verici olurdu herhalde. Şayet öyle bir şey varsa da dilerim korkulara teslim olan siyasetin yerini cesaret ve feraset alır. Verdiğim örnek de ilgi çekici bir örnek olması nedeniyle önemliydi. Yoksa ayırım gözetmeksizin tüm siyasi liderlerle konuşmak, onları da dinlemek istediğimi söyledim zaten o röportajda.
Halkın çoğunluğunun beni anladığını hissedebiliyorum
Halkın bunca can alıcı, yakıcı sorunu varken ve bu sorunlar acil çözüm beklerken siyasetçilerin görevi birbirlerine laf yetiştirmek, hamasette üste çıkmaya çalışmak olamaz herhalde. Hangi siyasetçinin diğerine daha iyi laf attığı veya üste çıkanın kazandığı bir yarışma programında değiliz. Gerçek hayattayız. Ve bu gerçek hayatta insanlar aç, işsiz, perişan durumda. Baskılardan nefes alamaz hale geliyor, boğuluyorlar. Özgürlük, demokrasi, barış, ekonomik refah ve yaşanabilir bir doğa istiyorlar.
Gençlerin yüzde 75’inin Türkiye’yi terk etmek istediği bir noktaya gelindi. Ülkelerinden, vatanlarından umutlarını kesmiş koca bir nesil karanlığa gömüldü. Açlıktan ve yoksulluktan dolayı insanlarımız intihar ediyor. Kadınlar ve çocuklar tecavüzle, katliamla karşı karşıyalar. Doğa katliamları hız kesmiyor. Çatışmalardan dolayı Türkiye’nin dört bir yanına halen cenazeler geliyor. Dış politikada tek enstrüman haline gelen militerleşme, yalnızlıktan başka bir sonuç doğurmuyor. Böylesi kaotik bir ortamda özgürlük, demokrasi, barış, ekonomik refah ve yaşanabilir bir doğa için umut verecek alternatifler yaratmak yerine birbirlerine laf yetiştiren siyasetçiler, sadece karamsarlığı beslemiş olurlar, başka da bir sonuç yaratamazlar.
Ben, bu böyle gitmemeli demeye çalıştım sadece. Ahlaki temelden yoksun siyasetin çözümsüzlüğüne, diyalog ve insani duruş içermeyen pratiklerin yanlışlığına işaret etmek istedim. Anlatmaya çalıştığım şey ne kadar anlaşıldı, sözlerime ne kadar değer verildi, bunu zaman gösterecek. Fakat ben, halkın çoğunluğunun, vurguladığım eksende bir beklentide olduğunu, şu hapishane hücresinde bile hissedebiliyorum.
Ön yargıları bırakalım
Röportaj üzerine yapılan tartışmalarda dikkatimi en çok çeken şey, acıları kaşımaya çalışan yaklaşımlar oldu. Bu hazin tutumun yarattığı sonuçları görmekten aciz siyasetçilerin halka bir faydası olamaz.
Hayatım boyunca ne benim ne de arkadaşlarımın tek bir insanın ölümünde de yaralanmasında da payımız veya sorumluluğumuz olmadı. Bu yönde yazılıp çizilen her şey ama her şey tamamen yalan, iftira ve algı operasyonudur. Tam tersine tek bir insan bile yaşamını yitirmesin diye, barış için gece gündüz yollarda olduk. Savaşı, çatışmaları bitirmek için olağanüstü bir çaba sarf ettik. Barış için hayatları boyunca kılını bile kıpırdatmamış siyasetçiler bunun zorluğunu anlayamazlar. Silahların Türkiye’nin gündeminden tamamen çıkması için elimizden gelen gayreti gösterdik. Olmadı maalesef. Henüz başaramadık. Bunun sorumlusunun kim olduğu tartışmasına girmeden, barış hedefimiz doğrultusunda halen çalışıyoruz.
Ön yargılar ve dayatılan algılar bir kenara bırakılıp biraz kulak verilirse HDP’nin barış niyeti, barış isteği ve bundaki samimiyeti rahatlıkla görülebilir. Bizim yolumuz da yöntemimiz de silah ya da şiddet değil, sadece demokratik siyasettir. Bizim net duruşumuz budur.
Bütün acıları anlayalım
Bana Aybüke Öğretmen’in evine git, şehitlerin evine git diyerek kuru hamaset yapanlara şunu söylemek isterim; elbette giderim kardeşim, hepsinin evine giderim. Çünkü ben, ayırım gözetmeksizin, her acıyı yüreğimde hissediyorum. Siz ne sanıyorsunuz? İnsanız biz her şeyden önce, insan. Bu kışkırtıcı, ayrıştırıcı, hedef gösteren dil olmasaydı tüm acılı ailelere tek tek giderdik.
Hepiniz yaşanan acılara bu kadar duyarlısınız, mesela Ceylan Önkol’un annesine gider misiniz? Taybet Ana’nın ailesine? Medeni Yıldırım’ın ailesine peki? Ya da Uğur Kaymaz’ın? Kemal Kurkut’un?
On yıllardır acılar içinde kıvranan Kürt’ün dramını, trajedisini yüreğinizde azıcık da olsa hisseder misiniz? Zilan Deresinde, Dersim’de katledilen on binlerce masum çocuk ve kadını, yakılan ve yıkılan 3 binden fazla köyün yüz binlerce mağdurunu, dışkı yedirilen Kürt’ü gerçekten anlayabilir misiniz? 17 bin faili meçhulü ya da milyonlarca işkence mağdurunu?
Sokak ortasında, herkesin gözü önünde katledilen milletvekilimiz Mehmet Sincar’ı ya da kaçırılıp işkenceyle katledilen Vedat Aydın’ı bilir misiniz? Savaş uçaklarıyla katledilen Roboski köylülerini hatırlar mısınız? Ya da Sivas’ta yakılan canların acısını hissedebilir misiniz? Peki Berkin Elvan’ın, Ali İsmail Korkmaz’ın, Abdullah Cömert’in, Ethem Sarısülük’ün, Hrant Dink’in acısını acıdan saymıyor musunuz? Bu acıların hiçbiri yaşanmamış gibi mi davranacaksınız? “Benim acım” diyerek “Başkasının acısı umurumda bile olmaz” yaklaşımıyla toplumsal barış sağlanabilir mi?
Ben Eren Bülbül’ün de Yasin Börü’nün de acısını bilirim. Askerin, polisin, sivilin, Kürt gençlerinin ve her canın kutsallığını ve ailelerinin tarifi imkansız acısını da bilirim. Bilmesem insanlığımdan eksilmiş olurum. Hepsi bu toprakların ortak acısı. Bizler hepimiz de bu toprakların insanlarıyız. Dolayısıyla sadece bir kısmını sayabildiğim tüm bu acılar hepimizin ortak acısı. Bu acıları birlikte anlamalıyız.
Birbirimizin acılarını anlamak yerine acıları yarıştırmak, kaşımak, yok saymak, insanları kışkırtmak çok yanlıştır. Bu yanlışa düşmek yerine acılardan ders alarak hepimiz için hayırlı, güzel, huzurlu bir gelecek inşa etmeye çalışmak daha ahlaki, daha doğrudur. Herkesin birbirini anlamaya çalışması halinde, ortak bir geleceği birlikte var etmek çok daha kolay olacaktır.
Acılarda ortaklaşamayanlar ne sevinçlerde ortaklaşabilir ne de yarınlarda. Her şeye rağmen oturup konuşmak, birbirini tanımaya, anlamaya çalışmak erdemli bir duruştur. Sorunların diyalog ve müzakereyle çözümüne katkı sunmak, her siyasetçinin asli ve ahlaki görevidir.
KAYNAK: Medyascope