Rahmetli Ercan Arıklı ile Ahmet Altan arasında cereyan eden, izleyenler arasında benim de bulunduğum bir gazetecilik tartışmasını hatırlatarak başlayacağım; bu yazının konusu olan ‘muhalefet’ hakkında yazacaklarıma başka bir meslek grubu üzerinden güzel bir giriş olacağını düşündüğüm için… Hem böylece bugün (18 Şubat) “kamu görevlisine hakaret” gerekçesiyle hâkim karşısına çıkacak olan sevgili arkadaşım Ahmet Altan’a da bir selam göndermiş olurum.
1990’ların ortalarıydı. Ercan Arıklı, Aktüel dergisinin üçüncü ya da dördüncü yılı nedeniyle çalışanlara bir yemek vermiş, yemeğe yazarımız Ahmet Altan da katılmıştı.
Sabah’ın, bitkileri bile (mobilyalar hâkezâ) İtalya’dan getirtilen, özel olarak inşa edilmiş binasında hazırlıyorduk Aktüel’i. Binanın adı bile çok şey söylüyordu: Medya Plaza…
Medyanın şımarıklık yıllarıydı. Patronlarının kendilerine verdiği sınırsız kullanımlı kredi kartlarını cüzdanlarına koyan genel yayın yönetmenleri (GYY) şu tarzda konuşurdu o yıllarda (tabii medya patronları da kurdukları bankalar ya da aldıkları krediler sayesinde devlet hazinesinden sınırsız kullanım hakkına sahipti):
Bir GYY (kendisiyle söyleşi sırasında ‘iyi’ gazetecilik yapıp yapmadıklarını soran muhabire): “Ne iyi gazeteciliği kardeşim, şurada dükkân açtık patronumuza para kazandırıyoruz.”
Bir başka GYY (sözleşmesinde gerçekten de her akşam üzeri odasına dondurma hizmeti sunulması maddesinin olup olmadığını, doğruysa markasının da kayda geçirilip geçirilmediğini soran muhabire): “Doğru, evet. Marka? E, herhalde MADO değil, tabii ki Baskin-Robins.”
Ercan Bey, Gelişim Yayınları’nı sattıktan sonra Sabah grubuyla ortaklık kurmuş, biz de böylece o yeni binaya taşınmıştık. Patronlardan ve Sabah’ın mühimadamlarından oluşan bir zevat saat dörtten sonra tavla partisine oturur, eğlenirlerdi.
Yemekte bir ara Ercan Bey, lafı satışları bir türlü artıramadıklarından yakınan tavla arkadaşları Sabah yöneticilerine getirmiş, onların serzenişine hak vermişti: “Her akşam tavlada anlatıyorlar, hakikaten ne yapsalar olmuyor…” Aramızda Ercan Bey’e ‘Ercan’ diye hitap etme imtiyazına sahip yegâne kişi olan Ahmet Altan cevap verdi ona: “Yazı işlerinde aranızda konuştuğunuz fakat basmadığınız haberlerden bir gazete yapın; bakın bakalım satıyor mu, satmıyor mu?”
Türkiye’nin bir kesimi için şımarıklık yıllarıydı ama bir kesimi için de en karanlık yıllardı. Bir kesim öbür kesim üzerlerindeki baskının farkında değildi pek, çünkü devlet öyle haberlerin yazılmasını istemiyordu. Ercan Bey’in Sabah’ı çıkaran tavla arkadaşları bunları kendi aralarında konuşuyorlar fakat gazeteye koymaya gelince frene basıyorlardı.
Suriye, Libya, S-400
Türkiye’de muhalefet partilerinin pozisyonu, kendi aralarında konuştuklarını gazetelerine koymayan, sonra da “satışlarımız neden artmıyor” diye sızlanan o gazetecilere benzemiyor mu? Muhalefetimiz de ‘hassas’ konularda kendi aralarında sordukları soruları, “iktidar istismar eder, bizi milli olmamakla, teröre destek olmakla suçlar” korkusuyla kamuoyu önünde dile getirmekten imtina etmiyor mu? Sonra da “bizim muhalefetimiz neden etkili olamıyor, neden ikna edici olamıyor” diye yakınmıyor mu?
Bu korkuyla bir öyle bir böyle yaparak, bir celallenip bir süngüleri indirerek yapılan muhalefetten hayır gelmediğini bir türlü idrak edemedi muhalefetimiz. Bu çelişkinin en kristalize olmuş haline Ekim 2019’da şahit olmuştuk. Hükümet, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin sınır ötesi görevi için tezkereyi Meclis’in onayına sunduğunda CHP ‘evet’ demiş, ana muhalefet partisi lideri Kılıçdaroğlu kendi Meclis grubunda neden onay verdiklerini tam olarak şöyle anlatmıştı (15 Ekim 2019 grup konuşması):
“Karışmayın dedik, Ortadoğu bataklığına müdahale etmeyin dedik, orada bizim ne işimiz var dedik. Defalarca, defalarca, defalarca söyledik. Ama bugün geldiğimiz nokta, askerlerimiz orada. Siyaset kurumunun yanlış politikasını, Türkiye’nin geleceği açısından doğacak olan bütün yanlışları düzeltmek için orduya görev verdik.”
O konuşmayı ilk olarak AHaber kanalında “Kılıçdaroğlu’nun büyük çelişkisi” başlığıyla izlemiş, oradan kalkarak CHP’nin muhalefet çelişkileri üzerine yazdığım yazıda, ilk anda paragrafın tam olarak böyle olamayacağını, bunun aralardan bir şeyleri çekme ve sonra bir daha birleştirme tekniğiyle üretilmiş bir paragraf olduğunu düşünmüş, bunu da dile getirmiştim -ne de olsa AHaber’di kaynağım.
Fakat sonradan CHP TV’nin (o zamanlar vardı böyle bir şey) yayımladığı ‘full video’yu izlemiş ve görmüştüm ki, hayır, paragraf tamı tamına böyledir.
Yani şöyle: Ülkenin ana muhalefet partisi lideri, iktidarın izlediği dış politikanın bir batak siyaseti olduğunu ve giderek daha fazla batmanın kaçınılmaz olduğunu söylüyor ve günün birinde dediği çıktığında da atılan o son adımı onaylıyor.
Kılıçdaroğlu’nun tutarlı olması için ya AHaber’ciler gibi yıllardır uygulanan Suriye politikasını ‘doğru’ bulması gerekirdi (ki o zaman savaş kararının doğru olduğunu savunmasında bir çelişki olmazdı) ya da yıllardır sürdürülen politikanın yanlış olduğunu savunuyorsa, ondan hemen sonraki cümlenin “askerlerimiz milli menfaatlerimiz için orada” olmaması gerekirdi.
‘Hassas’ mevzulardaki bu lamba alevi muhalefetiyle gidilecek bir yol yoktu ama muhalefet ısrarla bu yoldan yürümeye devam etti.
Bu muhalefet tarzının son örneklerini Libya ve S-400 meselelerinde de gördük. CHP yıllarca “ne işimiz var Libya’da”, “Ne saçma bu S-400 alımı” diye diye geldi. Fakat ne zaman ki ABD’den “bütün yabancı güçler Libya’dan çekilmeli”, “S-400 ısrarından vazgeçmezseniz yaptırımlar ağırlaştırılır” mesajları duyuldu, CHP ‘daha milli’ görünmek için hükümeti sıkıştırmaya karar verdi: Libya’dan çekilirseniz namertsiniz, S-400’lerde tehdide de pabuç bırakmayın.
Gara’daki tavır lamba alevi muhalefetinin sonunu işaret ediyor olabilir mi?
Ana muhalefet partimizin ‘resmî’ muhalefeti işte böyle ‘millî’ ama, kendi aralarında konuşurken hükümete veryansın ettiklerinden benim hiç kuşkum yok. Tıpkı aralarında konuşup da gazetelerine basmadıkları haberler öyle kenarda dururken “satışlarımız neden artmıyor” diye sızlanan gazeteciler gibi…
Fakat ‘hassas mevzular’ içinde yer almasına rağmen Gara konusunda beklenmedik, küçük bir muhalefet mucizesiyle karşılaştık. Nasıl oldu, neden oldu bilinmez, bütün muhalefet partileri korku duvarını aşıp hükümeti hesap vermeye davet ettiler. Daha doğrusu aralarında konuştuklarını, kafalarını karıştıran noktaları kamuoyu önünde de dile getirdiler.
Hükümet Gara konusunda da muhalefetin kendi aralarında başka kamuoyu önünde başka konuşacağına inanıyordu tabii ki; o nedenle şaşkınlığı ve öfkesi büyük oldu. “Tarbiyesiz herif” seviyesine de bu ruh haliyle gelindi zaten.
Bundan sonrasını merakla izleyecek ve şu sorunun cevabını arayacağız: Bu ‘doğru’ muhalefet tarzı bir defalık mıdır yoksa devamı var mıdır?