Kutuplaşmanın yol açtığı tahammülsüzlük, öfke, saldırganlık, şiddet gibi belirtiler satıhta görülebilir olduğu için, kutuplaşmanın kötülükleri bahsi açıldığında hep oralara odaklanıyoruz. Oysa kutuplaşma derinde, çok derinde çok daha kalıcı bir problem üretiyor: Ahlakı erozyona uğratıyor.
Merkezinde MHP milletvekili Erkan Haberal’ın olduğu yaşadığımız son talihsiz olay, kutuplaşmanın nasıl bir ahlaki erozyon yarattığını anlayabilmede laboratuvar görevi görecek kadar işlevsel.
Nasıl mı?
Bu amaçla önce olan biteni hatırlatacak (çünkü birbirinin üstüne binen birkaç sahneden oluşuyor olayımız ve hepsini de laboratuvar deneyimizde tepkimeye girecek), sonra bir soru soracak, ardından da ‘nasıl’ını anlatmaya çalışacağım.
Birinci sahne: Ankara Hacı Bayram Veli Camii’nde eski bakanlardan Zeki Ergezen’in cenaze töreni yapılacak. Caminin sınırlı otoparkı dolmuş durumda fakat alana arabayla girmek isteyen Meclis İdare Amiri ve MHP Milletvekili Erkan Haberal’ın şoförü sinirlenip, ona durumu anlatan Ankara Büyükşehir Belediye görevlisine arabasıyla çarpıyor.
İkinci sahne: Olay herkesin gözü önünde cereyan ettiği halde olaydan sonra Twitter hesabı üzerinden açıklama yapan Erkan Haberal bambaşka bir senaryo yazıyor. Haberal’a göre bu müessif hadisenin suçlusu camide görev yapan, Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı ANFA adlı güvenlik kuruluşunun bir personeliydi.
Bu yeni senaryo şöyleydi: Haberal ve şoförü, camiye girişleri sırasında ANFA görevlisinin “son derece kaba ve kırıcı muamelesine maruz” kalmıştı. Bunun üzerine Haberal “bir provokasyon ihtimaline karşı” arabadan inip namaz kılmak üzere camiye gitmiş, dönüşünde şoförünün kötü muameleyle karşılaşmaya devam ettiği bilgisini almıştı. “Doğal olarak da” (kendi kelimeleri) şoförü tepkisini gösterip otomobili sürünce orada görevli bulunan bir şahsa çarpmış, bunun üzerine de şahsına iftira kampanyası hazırlanarak sosyal medyadan servis edilmişti. “Olay tamamen bundan ibaret”ti. Haberal ayrıca “bir anlık dikkatsizlikle otomobilin temas ettiği” ilgili güvenlik görevlisinin başına gelenin sorumlusunun da “tamamıyla ANFA görevlisi” olduğunu kayda geçiriyor, kendisine geçmiş olsun dileklerini iletiyordu.
Üçüncü sahne: Nihal Bengisu Karaca, olay sonrası Haberal’ın yaptığı açıklamayı eleştiren bir yazı yazıyor ve hayatında gördüğü en büyük pişkinlikle karşı karşıya olduğunu belirtiyor:
“Hayatım boyunca çok pişkin açıklamaya tanıdık oldum ama itiraf edeyim bu açıklama kadar berbat bir şey görmedim. Beyefendi kendisinin mağdur olduğuna inanıyor. İşçiye tazminat davası açmayı düşündüğünü açıklamasına ramak kalmış. Özür dilemediği gibi neredeyse özür bekliyor. Beyefendi hadiseden üzüntü duyduğunu söylemiş. Ama kendisine yalakalık yapmak için imdadına koşan ne kadar önemsiz gazeteci ve siyasetçi varsa hepsinin tivitini; bu olayı ‘Ankara belediyesine pkk’lılar doldurulmuş onlar da vekilimize kumpas kurmuş’ diye yorumlayan ebleh açıklamaları retweet etmesi gösteriyor ki, ‘üzüntü’ filan duymamış.”
Haklı bir infial! Üzüntü duyan biri böyle mi yapar? Fakat yazının yayımlanmasından birkaç saat sonra ilginç bir gelişme oluyor, Karaca’nın gazetesi Habertürk, yazıyı yayından kaldırıyor.
Dördüncü sahne: MHP Kayseri Milletvekili Baki Ersoy, olayla ilgili olarak açıklama yapan ve özür talep eden Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’a hitaben şöyle yazıyor: “Kıymetli İdare Amirimiz Erkan Haberal’a yapılan hadsizliğe karşı özür dilemesi gereken makam Mansur Yavaş sensin..! Saygısızlık yapıldığı anda ezer geçeriz bunu da böyle bil..!”
Soru: ‘Haksız ama bizden’ deneceğine duyulan güven olmasa yapabilirler miydi?
Soracağım soru buydu ve bu soru da bizi kutuplaşmanın, özel bir tür ahlaksızlığın döl yatağı olduğu noktasına taşıyor.
Şuna inanmıyorsak dükkânı tamamen kapatalım: Bu kadar açık bir saldırganlığın bu kadar pervasızca savunulması… Yetmedi, bir de üste çıkıp “ezer geçeriz” tehditlerine baş vurulması… ‘Normal’ bir zamanda, bu davranış sahiplerinin iktidar tabanında yer alan insanların hiç değilse önemli bir bölümü tarafından kınanmaması düşünülemezdi. Fakat kınanmayacak, çünkü toplum ve siyaset derin bir kutuplaşmanın esiri. Böyle koşullar savaş koşullarıdır ve böyle koşullarda “bizimkiler”in yanlışlarına, haksızlıklarına, hukuksuzluklarına göz yumulmalıdır. Aksi takdirde bundan ‘düşman’ faydalanır.
Fiile değil, özneye odaklanmak; failin ‘bizden’ mi ‘onlardan’ mı olduğuna bakarak üzerine gitmek ya da hoş görmek kutuplaşma ahlakının temel ilkesi, toplumun ortak ahlaki ilkelerinin de temel kemiricisidir.
Sorsanız, her kesimden herkesin kesin olarak ahlak dışı bulup karşı çıkacağı davranış biçimlerinin failleri “bizden” biri olunca sığındığımız ‘ama’lar, ‘fakat’lar hırsızlık gibi, rüşvet gibi, cinsel saldırı gibi ve bu son olay gibi savunulması imkânsız alanlarda boy göstermeye başlamışsa, orada durulup düşünülmesi gereken çok şey birikmiş demektir.
Gazetecilerin düpedüz yalan olduğunu, bir-iki gün içinde aslının ortaya çıkacağını bildikleri haberleri dahi ‘korkusuzca’ basabilmeleri de; siyasetçilerin ‘normal’ zamanlarda kullanmaktan imtina edecekleri üslubu pervasızca topluma zerk edebilmeleri de hep kutuplaşmanın döşediği berbat ahlaki zeminde mümkün olabilmektedir. Çünkü yaşanmakta olan savaşa güvenmektedirler; ne yapsalar kınanmayacaklarını, terk edilmeyeceklerini, cezalandırılmayacaklarını bilmektedirler.
Açın bakın Nihal Bengisu Karaca’nın “eblehçe” bulduğu Haberal’a destek mesajlarını… Ne yapsa böyle destekler alacağını bilen birinin Haberal gibi davranmasında şaşıracak bir şey var mı?