İki siyasi liderin birbirini sevmesi kadar sev(e)memesi de siyasi tarihin ve siyaset biliminin sayfalarını dolduruyor. Tarih tanığımızdır. Çok eskilere kadar inip örneğin Kleopatra’nın kapısını tıklatmayalım. İşte daha dün François Mitterrand ile Helmut Kohl “aşkı” FC ile Almanya Federal Cumhuriyeti (AFC) arasındaki olası kimi dev boyuttaki meselenin dostça çözümünü kolaylaştırmıştır? İki Almanya’nın kazasız belasız birleştirilmesi en başta…
İki liderin birbirini sevmemesi, beğenmemesi tahammül edilebilirlik sınırları içinde kalırsa kimse oralı olmayabilir, örneğin Angela Merkel’in Nicolas Sarkozy’yi bir türlü sevememesinde olduğu gibi.
Erdoğan ile Macron ikilisinde, sevgisizlik maalesef ciddi boyutlar aldı. Koskoca iki büyük lider, meseleleri hakaretlere, küfürlere kadar düşürdüler. Hakaret, küfür ve aşağılamalarla, meydan okumalarla sorunların çözümü mümkün değil.
Adı geçen iki lider neden birbirini sevmiyor?
Macron’un Erdoğan’ı 5 Ocak 2018’de Paris’te Saray’ın kapısında karşılaması videosuna bakalım. Macron misafirinin elini sanki istemeyerek/kerhen sıktı. Saray’ın dört veya beş basamağını, Macron biraz önde, birlikte çıktılar. Macron, geleneksel olarak giriş kapısı önündeki sahanlıkta durup misafiriyle birlikte hafifçe sola dönüp kameralara ve fotoğraf makinalarına bakmak yerine içeriye girmek istedi. Misafiri dokunarak ve bir şeyler söyleyerek ev sahibine geleneği anımsattı. Böylece Saray Hatırası kaydedilebildi. Benzer sahneleri Çin Halk Cumhuriyeti lideri ile Suudi Arabistan’ın malum Prensi ile ve daha nice devletin lideriyle, anımsayınca Macron’un Erdoğan’a haksızlık yaptığı ortaya çıkıyor.
Bu kadar da değil, daha sonra da, karşılaştıkları devletlerarası her tür toplantıda Macron Erdoğan’ı görmemezlikten geldi, kimi kez elini kerhen sıktı, özetle dostça davranmadı…
Erdoğan geri kalmadı, Fransa’ya ilişkin klasikleşen eleştirilerine ilaveten, Macron’u “acemilikle”, “ülkesinin tarihini bilmemekle” suçladı ve daha ağır saptamalar ekledi. Macron’a sürekli olarak “sen” diye hitap etti.
Macron, Avrupa’da beğenilen bir lider değil. O da defalarca horlandı. “İyi oynayamadığı” için dışlandı, bugün kimse davet etmiyor artık.
Macron, Fransızcasıyla, “arrogant” yönüyle, “küçük büyük dağları ben yarattım” diyerek herkese yukarıdan bakışıyla sevilmiyor. “Ben en yakışıklıyım. Ben en zekiyim. Ben ben ben” haliyle ve Fransa’dan sonra AB’ye bile “Makronist” bir yüz/bir makyaj önermesiyle herkesi küstürdü/güldürdü. “Bu adam deli mi ne?” dedirtti.
Yunanistan’ı ziyaretinde Millet Meclisi’nde nutuk attı, pardon nutuk değil, “Yunanistan’a ve evrene” demokrasi ve AB üzerine ders verdi. Yunanistanlı vekiller onu dinlerken az daha sinir krizi geçiriyordu. Bir bahaneyle İngiltere’ye giden Macron öyle bir kabul gördü ki İngilizler bile utandı. Vs vs… Paris Match bile Macron’la alay etti.
İki lider arasındaki uyuşmazlığın altında ve üstünde mutlaka henüz bilmediğimiz noktalar da var.
Erdoğan’ın geçmiş yıllardaki karizmasını yitirdiği yazılıyor. Örneğin Le Monde’un bir zamanlar Türkiye/İstanbul muhabiri Marie Jégo’nun 27 Ekim 2020’de yayınladığı derinlemesine analizinin başlığı: “Erdoğan’ın kaybolan Aurası.”
Müslüman Kardeşler’in bir bölümünün Erdoğan’ın uluslararası düzeyde kendilerinin lideri, temsilcisi rolünü oynamasından rahatsız olduklarını kendisine ilettikleri tahmin ediliyor.
Erdoğan’ın birçok cephede birden savaşa girmesi veya savaşı başlatması kendisine ve devlete pek çok düşman da kazandırdı…
Günlerdir Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır, Bahreyn Türk malı ürünleri boykot ediyor.
Erdoğan bu boykottan söz etmedi ama birkaç gün önce, “Fransa Türk mallarını boykot ediyor” dedi. Bu doğru değil. Belki kendisine yanlış bilgi verildi…
Eğer hakiki gerçek (evet iki kez) boykot yapacaksanız ülkemizde üretilen malum otomobilleri boykot ediniz. Katar da Paris Saint-Germain’i satsın. Finansmanını durdursun. Fransa’nın hemen hemen her bölgesindeki şatolarını, bağ ve bahçelerini de, sayısız işletmelerini de…
EM’in karnesi zayıflarla dolu: Korona karnesi kötü, hatta çok kötü, eski başbakanı ve birkaç bakanı hakkında açılan davalar sorgu aşamasında ve bu aşama daha birkaç hafta önce onlarca polis ve jandarmanın eski başbakan ve bakanlarının evlerine ve bürolarına yapılan baskınlarla yeni bir ivme kazandı…
Fransız cumhurbaşkanı ve takımının en büyük sorunu takımın tümünün teknokrat ve/veya eski patron olması. Ülke içi meseleleri çözemiyorlar. Deneyimsiz yöneticiler çuvallıyor. Hükümet üyeleri, zengin mahallelerin çocukları, halkın nasıl yaşadığından habersiz. Hayatında bir kere bile metroya binmemişler, metroyla toplu taşımacılığı düzenliyorlar. Olacak şey mi? Bunlar böyle ciddi krizlerin üstesinden gelebilecek çapta değiller. Hiç değiller.
İki lider de birbirini sevmiyor ama burada aktarmaya çalıştığım gibi birbirine çok benziyor, bu durumda hırçınlaşma, tansiyonun yükseltilmesi ikisinin de yakın gelecek hesapları için yararlı olacağı sanılarak sürdürülüyor.
En son Charlie Hebdo gibi Fransa ölçütünde son derece marjinal, ortaokul veya liselerdeki duvar gazeteleri düzeyinde, mizah sanatı açısından çok zayıf, estetiği berbat, aklı başındaki hiç kimse tarafından asla ciddiye alınmaması gereken bir dergideki berbat bir karikatür bile devlet meselesi haline dönüştürüldü. Elimizi vicdanımıza koymalıyız: Bu berbat karikatür bu ilgiye layık değil. Görmemezlikten gelmesini de bilmek mümkün. Milyonlarca yurttaşımızın da içinde bulunduğu milyonlarca Müslümanın yaşadığı Avrupa İslamın düşmanı değil. Onların tamamı veya tamamına yakını çalışmak, çoluk-çocuğuna gelecek hazırlamak, dini inancını barış içinde, sakin ve özgür bir biçimde yerine getirmekten başka bir şey istemiyor. Bize onları anlamak, anlamaya çalışmak ve olanaklarımız ölçüsünde yardımcı olmak kalıyor. Hepsi bu kadar.