Programın tamamını izlemek için:
Bu soru sadece muhalif kesimin sorusu değil aslında, Türkiye’nin sorusu. Mevcut siyasi iktidara alternatif olarak muhalif alan, hem bu alternatifi arayanlar hem de bu alternatifi bertaraf etmek isteyenler açısından her geçen gün siyasi bakımdan daha önemli hale geliyor.
Peki bu alanda ne oluyor?
Malum bugün her tür gelişme, tartışma, bulgu tamamen seçimlere endeksli. Aşırı siyasallaşmış bir ortam ve beklenti içerisindeyiz. Her girdi, gelişme, her iki taraf açısından da bir seçim başarısı ya da yenilgisi etrafında değerlendiriliyor.
Muhalif alanda iki temel görüş olduğunu biliyoruz; bir görüş, ‘İktidar o kadar kötü gidiyor ki muhalefetin seçimleri kazanma ihtimali çok yüksek, yeter ki iyi aday Erdoğan’ın karşısına çıkartılsın’ diyor. Diğer görüş ise muhalefetin seçim kazanması için başka bir ön koşuldan söz ediyor. Bu ön koşul da, malum siyaset. Umut, proje üreterek daha örgün, daha hikâye oluşturucu bir gelecek fikriyle bir şekilde siyasi iktidarın karşısına çıkması.
İki görüşün de haklı yanları var. Şöyle diyebiliriz: Bir tarafta iktidarın başarısızlığı nasıl muhalefeti besliyor ve büyütüyorsa, muhalefetin dezorganize hali de siyasi iktidarı besliyor, erozyonunu yavaşlatabiliyor.
Analizlerimi takip edenler daha çok ikinci görüşü öne çıkarttığımı ve bunun etrafında sorular sormaya çalıştığımı bilirler. Bu eğilimimin üç temel nedeni var.
İlki şu: Ortalama Türk seçmeni güçsüzlük ve dağınıklığı en itici, en riskli unsur olarak görür ve bunun reddeden bir siyasi davranış gösterir. Bu çerçevede, başarısızlık bile zayıflıktan, kırılganlıktan, kaotik ve dağınık bir siyasi iktidar ihtimalinden daha çok kabul edilebilen bir durumdur. Sadece bir güç oluşumu değil, aynı zamanda yapabilirlik, edebilirlik, bir siyasi irade oluşumunun varlığı son derece önemlidir ortalama Türk seçmeni bakımından. Dolayısıyla sandık esnasında karar verirken bu faktörün önemli olduğunu biliyoruz ve görüyoruz.
İkinci önemli faktör, geçen hafta bir miktar değindiğim üzere, mevcut sosyolojik dokuyla ilgili. Sınıfsal bir yapılanmadan, kültürel gruplar tabakalaşmasından, ayrışmasından kaynaklanan bir yapılanma hep var. Ama bir de bunları teğet kesen radyo dalgaları gibi dalgalar var. Nedir bu dalgalar diye baktığımız zaman birden çok değer sisteminin tüketimini çeşitli grupların önüne koyan, dolayısıyla farklı değer sistemlerinin bir arada kişiler bünyesinde yaşadığı bir hal. Son dönemde bu dalganın somut unsurları şunlar: Her kesimde ortaya çıkan Batı’ya mesafe, güçlü devlet arayışı ve içe kapanma hali… Kavala davası buna tipik bir örnek olarak verilebilir. Neden içeride Kavala? Bir öfkeyle, bir tutturmayla, siyasi iktidarın üretmiş olduğu bir düşmanlıkla ilgili olarak hapiste. Yapılan anketlere baktığımızda şaşırtıcı şekilde toplumun yüzde 60’ının da bu konuya duyarlı olmadığını görüyoruz. Böyle bir örnek verdiğimiz zaman hakikaten güç arayışıyla demokrasi arayışı, adalet arayışıyla gelecek arayışı arasındaki ilişkilerin düne oranla değiştiğini görüyoruz.
Son faktör de şöyle: Siyasi davranışları şekillendiren iki kategori var. Biri, bireysel-sınıfsal fayda kategorisi. Politikalar, şahsınıza yönelik maddi veya değersel çıkarları, ait olduğunuz kategoriye yönelik çıkarları besler mi ya da toplumsal refahı arttırır mı gibi daha fayda ve rasyonellik kategorisi etrafında sorulan sorularla öne çıkar. İkinci kategori toplumsal duygu hallerine ilişkindir. Milliyetçilik, kendine haslık, bu çerçevede gelecek, güç, başarı gibi kavramlarla ilgili sorular. Bunlardan hangisi Türkiye’de seçmen ve iktidar arasındaki ya da seçmen ve muhalefet arasındaki neden-sonuç ilişkilerini daha çok besliyor? Türkiye gibi toplumlarda iki unsurun da ayrı ayrı önemli olduğunu görüyoruz. Ekonomik kriz kadar ekonomik krizi bertaraf etmek isteyen siyasi söylemler de piyasada satılıyor. Bu satışlar karşısında kuvvetli alımlar da yapılıyor.
Bu üç ögeden hareketle bakıldığında muhalefet meselesinin önemi daha çok ortaya çıkar.
Bunlar siyasi iktidarın başarısızlığının tek başına yeterli olmadığını gösterir. Tersine muhalefetin bu faktörleri dikkate alması ve hatta bunların bazılarını tatmin etmesi lazım geldiğini ima eder.
Peki bu böyle oluyor mu? İşte bundan kimse çok emin değil, ben de değilim.
Nitekim, iki araştırma bunları aklıma getiriyor. TEAM’ın Ocak araştırması yani kriz sonrası araştırması kararsız seçmenlerin AK Parti’ye geri döndüğünü söylüyor. Diğeri Metropol’ün araştırması. Bu araştırmaya göre iktidar puan kaybetmeye, muhalefet puan kazanmaya devam ediyor. Ancak HDP’yi dikkate almazsanız Millet İttifakı ile Cumhur İttifakı arasındaki denge hâlâ bıçak sırtı. Yani Aralık ekonomik krizinin yaratmış olduğu büyük kopmalar yok.
Muhalefette siyasi ilişkiler ve gidişat bakımından ne oluyor diye bakalım bir de…
Çok fazla aday tartışmasına kitlenen bir muhalefet alanı siyaseti var. Yani muhalefet alanında kim aday olsun tartışmaları partiler arası ilişkileri bile yıpratabiliyor. Örneğin İYİ Parti ile CHP arasında bu konuda açık bir ayrışma olduğunu, telaffuz edilmese bile görüyoruz. Akşener, İmamoğlu’na doğru hareket ederken Kılıçdaroğlu topu kendi etrafında tutmaya, en azından İmamoğlu gibi faktörleri devre dışı bırakmaya çalışıyor. Kaldı ki CHP içerisinde de benzer ayrışmalar ve tartışmalar var.
Bir başka ayrışma noktası, yeni bir siyaset önerisi ile sadece yeni bir aday önerisi ile yetinmek arasındaki ayrışma. CHP ile İYİ Parti arasında seyrediyor.
Gelecek ve DEVA partilerinin oy oranı anketlerde toplam olarak yüzde 5-6 civarında gözükmekle birlikte bu potansiyelin çok daha fazla artması söz konusu seçimler yaklaştıkça. Bu siyasi partilerde temel olarak rüştlerini ispat etme çabası var. Yani CHP’ye eklemlenen bir siyasi parti görüntüsü vermek istemiyorlar. Davutoğlu ‘Millet İttifakı’nı bir kenara bırakalım, bırakmasak da bunu aşan daha büyük bir ittifak kuralım, orada milliyetçi bir hareket olsun, seküler-modern bir hareket olsun, biz de merkez sağı temsil edelim, DEVA da buraya isterse katılsın’ tarzında bir yol haritası çizmeye çalışıyor. Bu, başka bir ilerleme tarzı. Babacan ise bir geçiş haritası meselesi ile daha çok ilgili. Kim aday olacak, nasıl iktidara geleceğiz gibi tartışmalardan çok Babacan ve arkadaşları iktidara gelindiği zaman iktidarın nasıl paylaşılacağı ve iktidarın en az iki yıllık bir sürede mevcut anayasa ile nasıl yönetileceği üzerinde yoğunlaşıyor.
Gördüğümüz gibi bir tarafta güçlenmeye çalışan bir amiral gemisi, bir tarafta adaylık üzerinden siyaset yürütmeye çalışan bir parti, üçüncü olarak da alana girmeye çalışan küçük siyasi partiler var.
Bütün bunlar bize şunu gösteriyor ki, bir ortaklık etrafında buluşmaya doğru ilerlemelerine rağmen bu siyasi partiler temel olarak hâlâ kendi ana siyasetlerinin etrafında dönüyor, diğerlerini buna davet eden bir dizi hamleler yapıyorlar. Bunlar tabii muhalefetin organizasyonu için önemli engeller. Ama bu sorunların aşılması; muhalefetin organize olması ve bir hikâye vurgusu için çok önemli görünüyor.