Ana SayfaManşetNeden Kürtlere yeni bir tarz-ı siyaset?

Neden Kürtlere yeni bir tarz-ı siyaset?

HDP ve Kürtler yeni bir tarz-ı siyaset çizgisine dönüp bir üçüncü yol oluşturduklarında, Türkiye siyasetinde bir süredir egemen olan iki kutuplu yapı, yerini çok kutuplu, çoğulcu, daha renkli ve daha demokratik bir yapıya bırakabilir. Bunun yegâne yolu, Kürtlerin ağırlıklarını Ankara merkezli bir siyasetten bölge merkezli bir siyasete kaydırmalarıdır.

24 Haziran 2018’deki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde AK Parti ile MHP’nin Cumhur İttifakını oluşturması, CHP öncülüğünde bir karşı-ittifakın oluşumunu tetikledi. CHP, İYİ Parti, Demokrat Parti ve Saadet Partisi bir araya gelerek, 5 Mayıs 2018’de Millet İttifakını kurdu. Cumhur ve Millet İttifakları, 31 Mart 2019 yerel seçimlerinde de rakip iki blok olarak yarıştı.  HDP ise hem 24 Haziran 2018 genel seçimlerinde, hem de 31 Mart 2019 yerel seçimlerde,  ortada resmi bir anlaşma olmaksızın Millet İttifakından yana tercihte bulundu. Özellikle mahalli seçimlerde, Millet İttifakından yanı tavrıyla seçim sonuçlarını ciddi bir anlamda değiştirdi. Resmen içinde yer almadığı Millet İttifakına, batı illerindeki en büyük şehirlerin belediye başkanlıklarını kazandırdı ve yerel üstünlüğün Millet İttifakına geçmesini sağladı.

HDP’nin Millet İttifakına desteği, Kürtlere kazandırmadı

Peki, seçimlerde siyasi denklemin bir taraf lehine değişmesini sağlayan HDP ve bir bütün olarak Kürtler ne elde etti? Hiçbir şey elde etmedikleri gibi çok şey kaybettiler.  Bölgede kazanmış oldukları 65 belediyenin, 59 veya 60’ına kayyım atandı. Hukuki soruşturmalar, tutuklamalar ve hapis cezaları işin cabası.   İyi ama bütün bunlar olurken, HDP ve Kürtlerin yerel iktidarları kendi oylarıyla teslim ettikleri Millet İttifakından hatırı sayılır bir itiraz geldi mi, ciddi bir ses yükseldi mi? Hayır, olmadı ve olamazdı da. Birincisi, HDP resmen Millet İttifakının bir parçası, bir bileşeni değil. İkincisi, Millet İttifakının Kürt meselesinin çözümü gibi bir programı yok. Daha da kötüsü, Türkiye’de Kürt meselesinin çözümünü sorun etmeyenlerin demokrasi kaygıları da yoktur.

Düşünün. AK Parti, Barış Süreci döneminde Kürt meselesini çözüp ülkeye demokrasi getirme adına Kandil’e ve İmralı’ya el uzattı. Bu hamle, AK Parti açısından da ciddi siyasi riskler taşımaktaydı. Ancak her şeye rağmen dönemin başbakanı Sayın Erdoğan bunu yaptı ve Türkiye, iki üç yıllık bir zaman dilimiyle sınırlı kalsa bile, Batı standartlarında bir demokrasi dönemi yaşadı. Aynı dönemde Türkiye ekonomisi de uçuşa geçti, halk müreffeh bir yaşam ile tanışmaya başladı. AK Parti’nin Kandil ve İmralı ile yaptığını, CHP yasal olarak kurulmuş olan HDP ile yapmadı. Sadece bu durum bile, Türkiye’deki muhalefetin Kürt sorunu konusunda ne kadar ürkek ve ketum olduğunu ortaya koymaktadır.

Peki, eğer HDP ve Kürtler son iki seçimde Millet İttifakını fiilen desteklemeseydi, iktidar HDP’ye karşı bu denli öfkeli olur muydu?  HDP’nin belediyelerine kayyım atanır mıydı? Bence olmazdı. Ancak mesele sadece son iki seçimle sınırlı değil; HDP’nin 2015 yılından beri izlediği politika,  AK Parti’nin adeta intikamcı bir pozisyon almasına yol açtı.  Daha önce de ifade ettiğim gibi HDP, 2015’ten sonra AK Parti’nin iktidardan düşürülmesini temel politikası olarak benimsedi. Sanki AK Parti iktidardan düşerse, yerine kim gelirse gelsin her şey daha güzel olacaktı. Oysa bu politika külliyen yanlıştı. Üstelik memleketin en önemli meselelerini kişiselleştiriyordu. “Seni başkan yaptırmayacağız” cümlesindeki ana vurguda bile sorunun kişiselleştirilmesi ön plandaydı.  Ana muhalefet partisi olarak CHP’nin bile söylemediği,  belki de söylemeye cüret etmeyeceği kadar keskin bir slogan HDP’ye ve Kürtlere havale edilmişti.

Bu etki ve karşı duruşun iktidar cephesinde büyük bir tepkiye yol açması kaçınılmazdı. HDP sorunu kişisel çerçevede tuttukça, AK Parti daha da hırçınlaştı ve MHP ile ittifak neticesinde giderek daha milliyetçi bir zemine doğru kayarak, “beka sorunu” üzerinden hem HDP’yi hem de Millet İttifakını köşeye sıkıştırmaya çalıştı.  CHP’nin ve Millet İttifakının Kürt sorununun çözümüne yönelik bir programı ve yol haritası olmadığı için, onlar da HDP’ye sahip çıkmadı. Üstelik milliyetçilik hususunda iktidardan daha samimi olduklarını ispatlamaya çalıştılar.

2015 yılında Hendekçiler Kürt illerindeki belediyelere kayyım atılmasını sağladı; 2019 yılında da HDP’nin tutumu aynı sonuca yol açtı. Olan Kürtlere oldu; gene Kürtler kaybetti.

Neden üçüncü bir yol gerekli?

Kürtler MHP ve İYİ Parti milliyetçilikleri arasında bir tercih yapmak zorunda değildir. Siyasette doğal olan, benzer siyasi çizgi ve ideolojilere sahip partilerin ittifaklar kurup birlikte hareket etmeleridir. HDP ve Kürtler, bir üçüncü yol alternatifini ortaya koyabildiklerinde, belki o zaman AK Parti kendisini MHP ile, CHP de kendisini İYİ Parti ile ittifak yapmaya mecbur hissetmez. Böyle bir durumda partilerin ittifakları, sadece seçim zamanları ile sınırlı kalabilir ve her parti kendi siyasi çizgisi doğrultusunda hareket eder. Oysa şimdiki AKP Parti – MHP ittifakı, adeta parlamenter sistemdeki koalisyon hükümetleri tarzı bir yönetimi ortaya çıkarmakta. Bu da iktidardaki partinin kendi gerçek programını hayata geçirmesini engellemektedir.

HDP ve Kürtler yeni bir tarz-ı siyaset çizgisine dönüp bir üçüncü yol oluşturduklarında, Türkiye siyasetinde bir süredir egemen olan iki kutuplu yapı, yerini çok kutuplu, çoğulcu, daha renkli ve daha demokratik bir yapıya bırakabilir. Bunun yegâne yolu, Kürtlerin kendi sorunlarının çözümüne odaklanan bir politika benimseyerek, ağırlıklarını Ankara merkezli bir siyasetten bölge merkezli bir siyasete kaydırmalarıdır. Diğer bir deyimle, tüm Türkiye’yi yönetmeye aday Türkiye partisi iddiasını bir tarafa bırakmalarıdır. Kürtlerin Türkiye siyaseti ve demokrasisine katkısı, Kürt meselesinin çözülmesi yolunda katedecekleri yol ile orantılıdır.

Demirtaş’ın rolü

Selahattin Demirtaş, hapishaneden gönderdiği mektup ve mesajlarla Türkiye’de bir demokrasi cephesi oluşturamaz.  Üstelik CHP, İYİ Parti ve HDP’nin, sadece AK Parti karşıtlığı temelinde bir araya gelmesi, Türkiye demokrasisine hizmet etmez. Türkiye’yi Cumhur ve Millet ittifakları ekseninde daha da kutuplaştırır. Ayrıca böyle bir politika AK Partiyi MHP milliyetçiliğine,  CHP’yi de İYİ Parti milliyetçiliğine mahkûm eder. Kürt sorunu ortada sahipsiz, amiyane deyimle “piç” kalır.  Türkiye’ye asla demokrasi gelmez.

Bir süre önce Selahattin Demirtaş bir röportajında, “Dışarıda olsaydım bir sabah Başak ile birlikte Meral Hanım’ın kapısını çalar ve ‘Kahvaltıya geldik’ derdim” şeklinde bir ifade kullandı. Sayın Akşener, Demirtaş’ın bu sözlerine, katılmış olduğu bir TV programında şöyle karşılık verdi: “Güneydoğu’da bir gelenek vardır. Bir kan davası da olsa, insanlar birbirine misafirliğe geldiğinde yenilir içilir. Kapıdan uğurlanır. O kan davası devam eder.”  Birincisi; Sayın Akşener’in sözünü ettiği Kürt geleneğinde, kişi babanı öldürmüşse dahi, evine gelip bahtına sığındıktan sonra o kan davası orada biter. İkincisi; Türkler ve Kürtler arasında bir kan davası yok. Üçüncü;  Sayın Demirtaş ne kadar zorlasa da, HDP- İYİ Parti “birlikteliği”nden demokrasi doğmaz. Dördüncüsü; Sayın Demirtaş’ın Türkiye’de demokrasi cephesi mimarlığına soyunması siyaseten gerçekçi bir tavır değil.

Kısacası, Sayın Demirtaş’ın Türkiye’de demokrasi blokunu kurması dün de, bugün de mümkün değildi ve değil. Ancak Demirtaş, alacağı tavır, takınacağı olumlu tutumla Kürt meselesinin çözümünde kilit rol oynayacak bir konuma gelebilir-di. Demirtaş, deyim yerindeyse “Kürtlerin Mandela’sı” olabilir-di. Bu bağlamda yapacağı şey, tüm Türkiye’yi kurtarma hevesini bir tarafa bırakarak, bir Kürt siyasetçisi kimliğiyle Kürt sorununun çözümünü odak noktasına almak-tı. Dahası Demirtaş, cezaevinde ana dilini iyice geliştirerek, özellikle Kürtçe barışçıl mesajlar vererek bir akil insan sorumluluğu ile hareket edebilir-di.

Demirtaş bunu yapabilir mi? Bilemiyorum. Ancak HDP’nin ve Kürtlerin, henüz çok geç olmadan yeni bir tarz-ı siyaset yolunu seçmeleri elzemdir. Kuşkusuz Demirtaş’ın da.

- Advertisment -