Bunu bir temenni ya da romantik bir iyimserlik ifadesi olarak başlığa taşımadım. Bilimsel araştırmalar durumun böyle olduğunu ortaya koyuyor. İçinde yaşadığımız zamanların kavgalı, gürültülü, şiddetli akışında hepimizin payına bir şeyler düşüyor ve bu yüzden daha mutlu, sağlıklı ve anlamlı bir hayat yaşamaktan mahrum kalıyoruz. Oysa ki farklı bir dünya ve farklı hayatlar mümkün, bunun sırrına varanlar da öyle yaşıyor.
Bu konuda yapılmış çok sayıda araştırma var. Farklı biçimlerde ve boyutlarda nezaketin etkileri araştırılmış ve hem sağlık hem mutluluk üzerinde ciddi etkisi olduğu ortaya çıkmış. Aslen kimya doktoru olan David Hamilton, beynin kimyası üzerinde çalışırken bunun farkına vararak, kendisini nezaketin etkilerini daha fazla anlamaya ve anlatmaya adamış. Örneğin Hamilton’ın aktardığı bir araştırmada, gün içinde yaptıkları incelikleri, küçük jestleri not etmeleri istenen denek grubu, belirli bir sürenin sonunda, kendi davranışlarının nazik içeriğinin farkına vardıkça kendilerini daha iyi insan olarak algılamaya ve daha mutlu hissetmeye başlamışlar. Kendi nezaketleri kendilerine iyi gelmiş bu insanların.
British Medical Journal’da yayınlanan bir başka araştırmada ise 200 hasta üzerinde bu kez pozitif ve negatif tavırlı doktorların muayeneleri karşılaştırılmış. Doktorun pozitif tavırla muayene ettiği hastalar % 64 oranında iyileşirken, negatif tavıra muhatap olanların % 39’u iyileşebilmiş.
Hem kendimiz nazik olduğumuzda, hem de bize nezaketle davranıldığında sağlığımız olumlu etkileniyor; daha iyi, daha mutlu oluyoruz.
Bu kadarla kalmıyor. İyilik yapanlar da daha mutlu insanlar oluyorlar.
Örneğin; insan psikolojisi ve davranışları alanında çalışan Harvard Business School’dan Proseför Michael Norton, gelirinin bir kısmını başkaları için harcayan kişilerin uzun vadede, tüm gelirini kendisi için harcayanlara kıyasla çok daha mutlu olduğunu gösteren çok sayıda veri olduğunu ifade ediyor.
Yine Norton; 130 ülkeden verileri inceleyerek, zengin ya da yoksul olsun, tüm ülkelerde kendisinden bir şeyler veren insanların çok daha mutlu olduğunu ve bunun, insanın doğasında olan, kültürden bağımsız, “evrensel bir psikoloji” olduğunu belirtiyor.
Diğerkâm sözcüğünü bilir misiniz? Türkçede özgecilik olarak da ifade ediliyor ama ben diğerkâm demeyi seviyorum. Yani ötekinden yana olmak, onu düşünmek, onun derdiyle dertlenmek, mademki aynı havayı soluyoruz diyerek onu kendinden saymak.
Çok da kolay olamayabilir bunu doğallıkla hayatının parçası yapmak. Zira bir taraftan “vermenin ve paylaşmanın yüceltildiği” bir kadim kültürün içine doğsak da, bir taraftan da “herkes kendisinden sorumludur ve aslolan kendisidir” diyen bir dünyanın tüm mesajlarına da maruz kalıyoruz. “Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol” diyen Mevlana’nın topraklarındayız belki ama Ayn Rand’ın “insanın hayattaki ahlaki sorumluluğu kendi mutluluğudur ve başkalarına yardım etmek bir ahlaki görev değildir” diyen felsefesinin etkilerini de yaşıyoruz.
Diğerkâm olmanın, kendimiz gibi başkalarını da düşünmenin önemini pandemi bize tekrar hatırlattı. Tek başımıza iyi olmamızın mümkün olmadığını, ancak hep beraber iyi olabileceğimizi yeniden öğrendik. Birinin dahi virüsü kapması tüm dünyanın hasta olmasına yetti. Ve hepimiz iyi olmadan bundan kurtulamayacağımızı da anladık.
Bu yazıyı yazarken amacım; “iyi insan olmanın yolu başkalarına yardım etmekten geçer” gibi bir klişeyi size dayatmak değil. Ama kendi mutluluğumuza giden yolun da diğerkâm olmaktan geçtiğini hatırlamak ve hatırlatmak iyi olabilir diye düşündüm. Bunu öğrenerek, benimseyerek, içselleştirerek hayat yolculuğunun bize kazandırma potansiyeli olan imkânları fark etmek hepimize iyi gelebilir. Modern zamanlar önce kendimizi sevmemiz, önce kendimizin iyi olması üzerine yapılandırıyor hayatı. Kendimizi elbette sevmemiz, kendimizle barışık olmamız çok temel bir mesele. Ama bilimsel araştırmaların da kanıtladığı gibi, imkânlarını paylaşmak, iyi ve nazik olmak da doğrudan kendi yaşam kalitemizi etkiliyor. Ve galiba en önemlisi diğerkâm olarak aslında insan olmaya, kendimize, içimizdeki öze yaklaşabiliyoruz.
Varoluşçu ve hümanist psikolojinin önemli isimlerinden Rollo May bu konuda çokça düşünen ve yazanlardan. “Sonlu olduğumuz gerçeği aldırışı mümkün kılar. Aldırış aynı zamanda vicdanın kaynağıdır. Vicdan aldırışın çağrısıdır ve kendini aldırış olarak gösterir” diyor örneğin. Yani vicdanla varoluşumuzun anlamı arasında doğrudan bağ kuruyor. Dünya yolculuğunun en temel derdi “burada niye var olduğumuzun sebebine dair” bir anlam bulmaksa, vicdanımız bize kılavuzluk edecek en önemli yardımcımız aslında.
Diğerkâm olabilmenin yolu da diğerini anlamaktan geçiyor. Kendini onun yerine koyabilmek; onun hissettiklerini hissetmeye çalışmak ve yargılamadan önce anlamak. Bir Afrika atasözü var benim çok sevdiğim: “Bir insan başka bir insan aracılığıyla insanlaşır.” Nezaketi de, anlamayı da, vermeyi de, iyiliği de başkaları üzerinden ve onların sayesinde yaşayabiliyoruz.
Varoluşumuzun anlamı vicdanımızla şekilleniyor; diğerkâm olmak bizi kendimize, özümüze yaklaştırıyor. Pandemiye kadar modern zamanlar sorumluluğumuzu “kendi gemimizi kurtarmak” olarak yükledi bize. Oysa şimdi öğrendik ki bu yetmiyormuş. Keşke bunu bu vesileyle öğrenebilmiş olsak.
Dahası başkaları için adım atmanın, kendimize doğru yol almak olduğunu kavrasak.