Ana SayfaManşetPopülist liderlerin cazibesinin öbür vecheleri

Popülist liderlerin cazibesinin öbür vecheleri

Popülist liderler “sıradan” insanların diliyle konuşuyorlar, anlaşılabilir ve basit hedefler koyuyorlar. Sıradan insanlar, bu sayede kendilerini ‘siyaset’in parçası olarak düşünebiliyorlar; çünkü, aydınların ve onların desteklediği siyasi iktidarların yarattığı ortamın tersine, kendilerini artık ‘anlaşılabilir, kavranabilir’ bir siyasetin içinde buluyorlar.

ABD seçimlerinin ardından kaleme aldığım, ‘toplumların popülist liderlere teveccühü’ konulu yazıların dördüncüsüne (ve sonuncusuna) geldi sıra.

Takip edenler hatırlayacaktır, bu yazılarda geniş halk kitlelerini popülist liderlere yönlendiren etmenlerin ‘görünür’, ‘somut’ olanlarından çok, insan psikolojisine ve duygulara dair olanlarına dikkat çekmeye çalıştım.

Geçen yazıda, halk kitlelerinin popülist liderlerde buldukları çok önemli bir ‘yetenek’ten söz etmiştim: Kendilerini kültürel açıdan küçümseyen; tercihlerini, zevklerini ‘geri’ bulan ‘seçkin’leri küçümseme ‘yeteneği.’

Bunun, kendilerini ‘horlanmış’, ‘ezik’ hisseden geniş kitleler için ilaç olmasa bile merhem işlevi gördüğünden söz etmiştim:

“Kendisini küçümsenmiş hisseden, fakat küçümseyene karşı durmada yeterince donanımlı olmadığı için küçümsenmeyi sineye çekenlerin psikolojisi son derece basittir; kendisini küçümseyeni küçümseyene minnettar kalır. (Popülist liderlerde bu küçümsemeyi hak edecek bir müktesebatın olmasının hiçbir önemi yoktur, önemli olan retorik, bir de baskıyla sindirebilme yeteneği!)

“Tümüyle duygular dünyasına ait bu argümanın, popülist liderlerin yükselişinde ağırlıklı bir rol oynadığını düşünüyorum.”

Bu son yazıda, iki yıl önce Fransa’daki Sarı Yelekliler’in eylemleri sırasında ortaya çıkan bir tartışma üzerinden, talepleri ve tercihleri nedeniyle ‘alt’ kültür içinde görülen kesimlerin, tercihleri ‘incelmiş’, talepleri ‘soylu’ kesimler karşısındaki hissiyatlarını ele alacağım. Bu hissiyat, daha önce de söylediğim gibi popülist liderlere teveccühte çok önemli bir rol oynuyor.

Meselenin bu yanını, 2019’daki ‘popülist liderler’ yazılarımın ilkinde (3 Ocak) ve ikincisinde (7 Ocak) Sarı Yelekliler hareketinin en sıcak anları yaşanırken ele almıştım. O yazılarda aktardığım tartışma, ABD seçimleri sonrasında sorulan “böyle bir adam nasıl 70 milyon Amerikalının oyunu alır” sorusuna adeta “işte bu nedenle alır” gibi bir cevap niteliğinde. O nedenle, 2019 Sarı Yelekliler’ini ve etrafındaki tartışmaları şimdi bir daha hatırlama zamanı. Ben de şimdi yukarıda sözünü ettiğim iki yazıdan geniş alıntılarla bunu yapacağım.

Hatırlayanlar olabilir, Fransa’daki Sarı Yelekliler, taleplerinin en tepesine mazot ve benzin zamlarının geri alınmasını koymuşlar, bazı Fransız liberalleriyle solcuları da itiraz edecek o kadar şey varken, hükümetin küresel ısınmayı önleme programı çerçevesinde fosil yakıtların tüketimini azaltmak hedefiyle attığı bu adıma köstek olan Sarı Yelekliler’i ayıplamış, onları dar görüşlülük ve vizyonsuzlukla suçlamışlardı.

Zizek, Sarı Yelekliler ve “baş çelişki…”

Ünlü filozof Zizek de tartışmaya, Sarı Yelekliler’in eylemleri sırasında kaleme aldığı “How Mao would have evaluated the Yellow Vests” (“Mao Sarı Yeleklileri Nasıl Değerlendirirdi?”) başlıklı makalesiyle katılmıştı.

Zizek makalesinde, Mao’nun yarım yüzyıl önce “baş çelişki” ile “tâli çelişkiler” arasında yaptığı ayrıma dikkat çekiyor ve başka örneklerle bu ayrımı işledikten sonra sözü, Sarı Yelekliler üzerinden bugünün “baş çelişkisi”ne getiriyordu.

Zizek’e göre, “Sarı Yelekliler ile devlet arasındaki çelişki ‘ikincil’di.” Baş çelişki ise, protestocuların taleplerini içermeyen başka bir çelişkiydi:

“(Sarı Yelekliler’in) talepleri mevcut sistemden kök alıyor. Gerçek ‘çelişki ise, tüm sosyopolitik sistemimiz ile, protestocuların formüle ettiği taleplerin artık gündem olmadığı yeni bir toplum (vizyonu) arasındaki (çelişki).”

Sarı Yelekliler’in “vizyonsuz” talepleri

Zizek, halktan gelen bazı taleplerin “vizyonsuz” olabileceğini, ilerleme sağlayamayacağını, böyle durumlarda doğru tavrın o taleplere kulak asmamak olduğunu, işadamı Henry Ford ve Apple’ın müteveffa CEO’su Steve Jobs’un davranışları üzerinden şöyle izah ediyordu:

“Yaşlı Henry Ford, ilk seri üretim otomobili piyasaya sürdüğünde, insanların ne istediğine bakmadığını söylerken haklıydı. Özlü bir şekilde ifade ettiği üzere, insanlara ne istediklerini sormuş olsaydı alacağı cevap ‘At arabamız için daha hızlı ve güçlü bir at!’ olurdu.

“Bu kavrayış, Steve Jobs’un bednam mottosunda da yankısını bulur: ‘İnsanlar çoğunlukla siz onlara gösterene kadar ne istediklerini bilmiyorlar.’

“Her ne kadar Jobs’un yaptıklarının eleştirilmesi gerekse de, bu mottoyu nasıl anladığı konusunda neredeyse gerçek bir ustaydı. Apple’ın müşterilerden gelen geribildirimleri ne ölçüde dikkate aldığı sorulduğunda lafı yapıştırdı: ‘Ne istediğini bilmek müşterinin işi değildir… ne istediğimize biz karar veriyoruz.’

“(…)

“Yani gücü kendi vizyonuna bağlılığındadır, ondan ödün vermemesindedir.

“Aynısı bugün ihtiyaç duyulan siyasi lider için de geçerli. Fransa’da protestocular daha iyi (daha hızlı ve güçlü) bir at istiyorlar – bu durumda, ironik şekilde, otomobilleri için daha ucuz akaryakıt.

“Oysa akaryakıt fiyatının artık önemli olmadığı bir toplum vizyonuna ihtiyaçları var. Tıpkı, otomobillerden sonra at yeminin fiyatının hiçbir önemi kalmadığı gibi.”

Sarı Yelekliler ne hissetmişlerdir?

Şimdi soralım: Sarı Yelekliler, kendilerini vizyonsuzlukla suçlayan aydınlarla ilgili olarak acaba ne hissetmişlerdir?

Onları, uzun on yıllardır özgürlük, çevre, cinsellik, feminizm, LGBT vb. daha “soylu” talepler peşinde koşarken kendi hayati taleplerini “sıradan”, “bencilce” ve “süflî” sayan okumuş yazmışlar olarak görmüş olabilirler mi?

Sözünü ettiğim yazılarda bu özetlemeyi yaptıktan sonra şöyle yazmışım:

“Ben, sadece onların değil, dünya çapında otoriter liderlerin peşinden giden kitlelerin de öyle hissettiklerini düşünme eğilimindeyim. Tabii bu tepki, kendilerini daha ‘soylu’, daha ‘şık’ taleplere adayıp onları unutan aydınların yanı sıra, onlara yakın siyasi iktidarlara da yönelik; tepkiden onlar da nasipleniyorlar ve sonuçta bütün bu süreç popülist liderlere yarıyor.”

Popülist liderler neden cazip?

“Popülist liderler neden cazip” sorusunun cevabını aradığım bu dört bölümlük diziyi, meseleyi şöyle hülâsa ederek bitireyim:

Popülist liderler “sıradan” insanların diliyle konuşuyorlar, anlaşılabilir ve basit hedefler koyuyorlar. Sıradan insanlar, bu sayede kendilerini ‘siyaset’in parçası olarak düşünebiliyorlar, çünkü, aydınların ve onların desteklediği siyasi iktidarların yarattığı ortamın tersine, kendilerini artık “anlaşılabilir, kavranabilir” bir siyasi ortamın içinde buluyorlar.

Yani popülist liderleri yalnızca “soylu ve şık” taleplere sırtlarını döndükleri için değil… yalnızca kendi hayati taleplerini öne çıkartıp çözmeyi vaat ettikleri için de değil… kullandıkları anlaşılabilir, basit dil nedeniyle de seviyorlar.

- Advertisment -