-Sağlık Bakanlığınca hazırlanan koronavirüs aşılama programında öncelikli gruba basın kartı taşıyan gazeteciler de eklendi. Gazeteciler bu kararı “ayrımcılık” olarak değerlendirdi ve tepki gösterdi. Sizin bu konudaki düşünceleriniz nelerdir? Gazetecilerin aşılanması ile ilgili son durum nedir?
Biz Sağlık Bakanlığı’na, özellikle sahada çalışan arkadaşların salgın karşısında çok riskli durumda olduğunu söylüyoruz, iletiyoruz. Bu konuda Sağlık Bakanımız Sayın Koca’ya bir mektup da yazdım. Yardım istedik arkadaşlar için. Şunu da söyledim; biz gazeteciler olarak imtiyaz istemiyoruz. Çünkü Türkiye’de gerçekten çok zor durumda olan kesimler var. Aşıya ulaşamayan insanlar var. Biz sadece sahada çalışan, muhabir, kameraman, foto-muhabir gibi arkadaşların öncelikle aşıya alınmasını talep ediyoruz dedik. Çünkü onlar hakikaten hastanelere gidiyorlar, kalabalıklara giriyorlar, kongrelerde bulunuyorlar, her yerde halkın haber alma hakkı için koşturup duruyorlar.
Zannediyorum bu söylemimiz karşılık buldu ki, Meclis’te bir açıklama yaptı Sağlık Bakanı “Gazetecileri de aldık aşı gündemine” diye. Alırken de basın kartı olan arkadaşlarımızın aşılama programına dahil edileceği söylendi. Bunun üzerine biz bu aşı uygulamasının fiilen çalışan bütün gazetecileri kapsaması konusunda ısrarcı olduk. Sonucun ne olacağını zamanla göreceğiz.
Tabii basının Türkiye’de pek fark edilmeyen ama aslında temel bir sorun olan 212 (212 Sayılı Basın İş Yasası) ile çalışan gazeteci sayısının çok az olması. Yani şunu söyleyebiliriz: Bugün Türkiye’de hukuken çalışan gazeteci sayısının dışında bunun en az iki-üç katı sayıda fiilen gazetecilik yaptığı halde basın kartı olmayan, sözleşmesi olmayan, kimi başka koşullarda çalıştırılan arkadaşlarımız var. Bu hali göz önünde bulundurduğumuzda, bu arkadaşlarımızın da aşılanması lazım. Dilimiz döndüğünce anlattık bunu da gerekli yerlere. İlerleyen süreçte Sağlık Bakanlığı’nın nasıl bir önlem alacağını bilemiyorum.
Danıştay, iktidarın değiştirdiği Basın Kartı Yönetmeliği’ne basın özgürlüğüne aykırı olduğu gerekçesiyle “dur” dedi. İktidara “makbul” gazeteci incelemesi yapamazsın” diyen Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu ”milli güvenlik ya da kamu düzenine aykırılık veya bunları alışkanlık edinme”, “gazetecilik meslek onurunu zedeleyecek işler yapılması” gibi muğlak ve keyfi gerekçelerle basın kartlarının iptal edilemeyeceğine karar verdi. Danıştay’ın bu kararını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Danıştay’ın kararını tam görmedim. Biz, 2015’te Türkiye Gazeteciler Sendikası ile beraber, o zaman sendikanın başkanı olan Uğur Güç ile birlikte Ankara’ya gittik. Ben, Basın Kartları Komisyonu Başkanı iken istifa ettim. Uğur da kurul da görevliydi, o da istifa etti. İstifamızın nedeni ise öyle bir Basın Kartları Yönetmeliği çıkartılmıştı ki, biz iki kurum ve iki kişi olarak gazeteci arkadaşlarımızın haklarını savunanlar olarak orada kalacaktık ama geri kalanlar iktidara yakın Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü’nün seçtiği bir takım kişilerden oluşacaktı. Bunun yanlış olduğunu o zamanın Basın Yayın Genel Müdürü’ne anlattık. Hatta uzun bir süre bizim gazeteci arkadaşlara kart verilmedi, özellikle de sürekli kart alanlara.
Böyle bir süreçten sonra, Cumhurbaşkanlığı Sistemi’ne geçilince Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü’nün yetkileri elinden alındı ve yeni kurulan Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’na verildi. İletişim Başkanlığı, her basın kartı toplantısını kapıların arkasında gizli olarak yaptı. Biz buna itiraz ettik. Gazeteci bir milletvekili arkadaşımız, Utku Çakırözer Meclis’te soru önergesi olarak bunu gündeme getirdi, “Kimdir bu komisyondaki kişiler, kaç kişidir?” diye. Biz de ancak öyle öğrenebildik ki, 9 kişilik bir grup varmış. Bu 9 kişi, belirli periyotlarla da değil, İletişim Başkanı ne zaman isterse toplanıyormuş. Tabii bu kabul edilebilir bir şey değil.
Basın kartları yönetmeliği 2015’e kadar hiçbir dönemde meslek örgütleri ile istişare edilmeden değişikliği yapılmadı, basın kartları yönetmeliği hazırlanmadı. Basın kartının da bir kişiliği vardır. Sarı basın kartı diye bilinir biliyorsunuz. Şu anda taşıdığımız basın kartı İktidarın benimsediği renk olan turkuaza dönüştürüldü. Dolayısıyla da kimin basın kartı alacağına sadece İletişim Başkanlığı karar veriyor. Sürekli basın kartı sahibi çok değerli arkadaşlarımız var, onların kartları verilmiyor. Neden verilmiyor? Kimisinin davası var diye, kimisi inceleme sürecinde deniyor vs.
Böyle bir durumda mahkemenin verdiği karar önemli değil. Önemli olan kararın uygulayıcılarıdır. Yani iktidar erkidir. Uygulama başta da dediğim gibi, metni okumadığım için tam da bilemiyorum Türkiye Gazeteciler Cemiyeti olarak 2016’da açtığımız davada da bugünkü hukuki gerekçeler vardı. Ama o zaman Danıştay esasa dokunmadı, yani bir takım maddeleri düzeltti ama esasa girmedi ve basın kartları yönetmeliği Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü’nün çıkardığı biçimde uygulamaya devam edildi. Şimdiki Danıştay kararının da ne kadar etkin olacağını bilemiyorum. Dediğim gibi önemli olan uygulama. Şimdiye kadar kaç Danıştay kararı çıktı, çoğu iktidar tarafından uygulamaya konulmadı.