Son zamanlarda yapılan bütün araştırmalar ve anketler Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AK Parti), seçmenleri en kararsız parti olduğunu gösteriyor.
Basında her zaman “iktidara yakın şirket” diye kodlanan, fakat son İstanbul seçimleri öncesinde Ekrem İmamoğlu’nu Binali Yıldırım’ın önünde gösterdiği için iktidarın şimşeklerini üzerine çeken MAK Araştırma’nın 12-17 Haziran tarihleri arasında gerçekleştirdiği anket, “kararsızlar”la ilgili çok çarpıcı sonuçlar ortaya koymuştu.
Ankette, “Yarın seçim olsa, 24 Haziran genel seçimlerinde oy verdiğiniz siyasi partiye oy verme tercihiniz değişir mi?” sorusu da soruldu. Soruya verilen yanıtlarda HDP seçmeninin yüzde 85’i, CHP ve İYİ Parti seçmeninin yüzde 80’i, MHP seçmeninin yüzde 75’i “kararım değişmez” yanıtı verirken, AK Parti seçmeni arasında bu oranın yüzde 65’e düştüğü görülüyor.
AK Parti’deki bu kararsızlar için araştırmacılar, galiba “endişeli modernler”den mülhem “huzursuz muhafazakârlar” adlandırmasını kullanıyor. Açıkçası bu tespiti eski bir ezberin kaçınılmaz sonuçlarından biri olarak görüyorum ve adlandırmayı da yanlış buluyorum.
Onlar muhafazakâr değil; onlar ‘Selim Türkhan’
Bu adlandırma, AK Parti’ye oy verenlerin tamamının “muhafazakâr” olduğu ezberinin kaçınılmaz bir türevi: Eh, bütün elemanları “muhafazakâr” olan bir kümede, kümenin bazı elemanları rahatsızlık beyan ediyorlarsa, onları, önüne bir sıfat taksanız da “muhafazakâr” olarak adlandırmaya devam edersiniz.
AK Parti’nin kararsızlarının psikolojilerini “huzursuz” diye tanımlamak doğru, fakat onlar muhafazakâr değil; onlar ‘Selim Türkhan.’
Seçim ancak Selim Türkhan’larla kazanılabilir
Hatırlayanlar olacaktır, eski yazılarımda reklamcı ve siyasi kampanya yöneticisi Ateş İlyas Başsoy’un kurgusal seçmen tiplemesi ‘Selim Türkhan’dan çokça söz etmiştim.
Başsoy’a göre, Türkiye’deki seçmenlerin kabaca yüzde 75’i ideolojik saiklerle oy verirken, yüzde 25’i “hizmet”e bakarak oy veriyordu. Yüzde 75’in oy tercihleri hemen hemen hiç değişmezken (ki bunlar partilerin sert çekirdeğini oluşturuyordu), yüzde 25 “hizmet”i hangi partinin yüklendiğine bakarak şu veya bu partiye oy veriyordu.
Bu tablo, bir seçimin nasıl kazanılabileceğini de gösteriyordu: Siyasetsiz, ideolojisiz, sadece “hizmet”e bakan seçmenleri kazanarak.
İşte Başsoy, bu seçmenlerin tamamını Selim Türkhan adını verdiği hayali bir kişiyle ifade ediyor, onların partisine de Selim Türkhan Partisi (STP) diyor. Kampanya STP tabanını etkilemeye yönelik olmalıdır, çünkü partilerin taşlaşmış tabanlarından birkaç parça sökmek bile zorken STP tabanında “hizmetle tavlanmayı” bekleyen, oyunu her an değiştirmeye hazır milyonlarca seçmen vardır.
Başsoy, “AKP Neden Kazanır, CHP Neden Kaybeder” adlı ünlü kitabında, AK Parti’nin bütün seçimleri almasını, Selim Türkhan’ların oylarını blok olarak AK Parti’ye vermesiyle açıklıyordu.
Ben, bu tespiti her zaman AK Parti’nin nasıl olup da bütün seçimleri kazandığını izah edebilecek bir tespit olarak gördüm ve aşağı yukarı her seçim öncesinde, o anda Selim Türkhan’ların AK Parti’yi nasıl değerlendirdiğine bakarak seçim sonuçlarına dair öngörüde bulunmaya çalıştım ya da seçim sonrasında AK Parti’nin bir kez daha kazanmasını bu anahtar ‘Selim Türkhan’ analiziyle izah etmeye gayret ettim.
O yazıların hepsinin başlığı “AKP neden kazanır, CHP neden kaybeder”in farklı versiyonlarından oluşuyordu. Yazılarımdaki bu formül (ve bu ‘ezber’), ilk kez 2019 yerel seçimleri öncesinde ve sonrasında değişmeye başladı. Çünkü (Ateş İlyas Başsoy’un yönettiği ve CHP’nin kazandığı 2009 Antalya istisnasını saymazsak) ilk kez bu seçimde CHP salt kendi ideolojik çekirdeğine seslenme yanlışından vazgeçip Selim Türkhan’ların dikkat kesileceği bir dil tutturmuştu ve bu dil kazanabilirdi.
Öyle de oldu. Benim ilk seçimden hemen sonra kaleme aldığım yazı da yıllardır kullandığım “AKP neden kazanır, CHP neden kaybeder” formülünün tam tersini söyleyen bir başlık taşıyordu: “CHP neden kazanır, AKP neden kaybeder?”
AK Parti Selim Türkhan’ları ne zaman itmeye başladı?
Selim Türkhan’lar ilk kez o seçimde AK Parti’den başka bir partiye de oy verebileceklerini gördüler. Ya da tersinden söylersek: Selim Türkhan’lar ilk kez, kafalarında dört-beş yıldır oluşmaya başlayan soruları sandığa yansıtmaya, yani AK Parti’den kopmaya başladılar.
AK Parti’deki, öbür partilerle kıyaslanamayacak büyüklükteki kararsızlar, Selim Türkhan’ların bu partideki maceraları izlenmeden anlaşılamaz.
“Huzursuz muhafazakârlar” elbette var ve onlar (da) AK Parti’nin baş etmeleri gereken bir sorun alanı oluşturuyor. Fakat “kitlesel” diyebileceğimiz kararsızlar kümesi, onlara bakarak izah edilemez.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti, Selim Türkhan’ları artık tutamayacağı için, yani “hizmet siyaseti”ni sürdürmenin imkânı kalmadığı için kimlik siyasetine baş vuruyor ve zaman içinde AK parti’nin sert çekirdeğine karışmamış olan Selim Türkhan’lara da gitmekten başka çare kalmıyor.
Aslında AK Parti, son yıllardaki temel tercih değişikliğiyle, yani toplumsal taleplere duyarlı bir parti olmaktan çıkıp ‘dava’ odaklı bir parti haline dönüşme tercihiyle Selim Türkhan’ları kendisinden adım adım uzaklaştırmaya başlamıştı. Bu, bir bakıma iktidar partisinin ‘toplum’dan kopup kendi ‘cemaat’ine yönelme tercihiydi.
Bir sonraki yazıda AK Parti’nin toplumdan kendi cemaatine yönelme sürecinin ne zaman başlayıp nasıl geliştiğini ele alacağım.
Onu izleyecek yazıda da CHP’nin Kılıçdaroğlu’yla birlikte, AK Parti’nin dönmekte olduğu yola girmesini, yani kendi ‘cemaat’inden ‘toplum’a yönelmesinin kısa tarihini ve bunun siyasetteki büyük önemini ele alacağım.