ABD’den gelen haberler, Demokratların seçim zaferi sevincine daha şimdiden dört yıl sonrasının endişesinin eşlik etmeye başladığını gösteriyor. Trump’ın “dört yıl içinde toplumun yarısını akıl almaz bir şekilde dönüştürdüğü” düşüncesi ise yerini, olması gerektiği gibi, Trump’ın bir toplumsal dalganın ürünü olduğu düşüncesine terk ediyor. Bunun en kestirme ifadesi de şu: “Trump gitti ama Trumpizm yaşıyor ve yaşamaya devam edecek.”
Ya da, genellersek: Popülistler gider ama popülizm durmaz sürer!
ABD seçimlerinin ardından, popülist liderleri kitleler nezdinde cazip kılan nedenler üzerinde duruyordum…
Bugün, geçen yazının sonunda işaret edip bu yazıya bıraktığım bir cazibe kaynağından; popülist liderlerin, kendilerini kültürel anlamda küçümsenmiş, ötelenmiş hisseden kitleler için ilaç olmasa bile merhem olma kapasitesinden söz edeceğim.
Merkezi Washington’da bulunan Middle East Institute (Ortadoğu Enstitüsü) adlı düşünce kuruluşunun Türkiye Programı’nın direktörü Gönül Tol, ABD seçimlerini çok yakından izleyen bir araştırmacı. Seçim sonrası Gazete Duvar’dan İslam Özkan’a verdiği söyleşinin girişinde işaret ettiği bir nokta, popülist liderlerin bazıları için neden “ilaç olmasa da merhem olma” kapasitesi taşıdığını iyi ifade ediyor. Oradan bir alıntıyla başlayalım. Şöyle diyor Gönül Tol:
“(Hillary) Clinton, Trump’a oy verenler için ‘içler acısı’ durumdalar demişti. Özellikle ‘Rust belt’ denilen orta batı eyaletlerinde, endüstriyel kesimde, işçi emekçi kesimde bu çok büyük bir tepkiye yol açmıştı. Buralarda Demokrat partili valiler, bazı yöneticiler, bu söylemden sonra partiden ayrılmışlardı. Trump ise New York’tan gelen bir milyarder olarak ‘Ben sizi anlıyorum, sizin gibi konuşuyorum, Hillary gibi süslü cümleler kuramam, siyasetçi değilim ama sizi seviyorum, size saygı duyuyorum’ dedi. Trump, bu insanların gözünde müesses nizam karşıtı, ‘Washington’daki bataklığı kurutma’ söylemiyle siyasete soyunmuş bir isim. Bunların gerçekle hiçbir ilgisi olmayabilir. Trump gelmiş geçmiş en yozlaşmış insanlardan bir tanesi. Ama insanların algısı önemli. Ona oy verenler böyle düşünmüyor.”
Basit psikoloji
Siyasal tercihlerde kültürel ve duygusal boyutun önemini herkesten önce popülist liderlerin keşfetmesinde şaşılacak bir şey yok. Zaten başarılarının sırlarından biri de burada yatıyor.
Kendisini küçümsenmiş hisseden, fakat küçümseyene karşı durmada yeterince donanımlı olmadığı için küçümsenmeyi sineye çekenlerin psikolojisi son derece basittir; kendisini küçümseyeni küçümseyene minnettar kalır. (Popülist liderlerde bu küçümsemeyi hak edecek bir müktesebatın olmasının hiçbir önemi yoktur, önemli olan retorik, bir de baskıyla sindirebilme yeteneği!)
Tümüyle duygular dünyasına ait bu argümanın, popülist liderlerin yükselişinde ağırlıklı bir rol oynadığını düşünüyorum. Fakat insanlar küçümsendiklerini, öyle hissettiklerini itiraf etmezler, dolayısıyla da popülist liderlere desteklerinin bir bölümünün buradan kaynaklandığını açıkça dile getirmezler. Mesela popülist liderlere desteklerinin kaynaklarından biri olarak kolayca dile getirebildikleri göçmen korkusunun aleniliğine burada rastlayamayız.
Kendilerini küçümsenmiş hisseden insanlar bunu dile getirmezler ama popülist liderler, onları küçümseyenlere karşı durduklarında onlar tarafından nasıl kucaklanacaklarını çok iyi bilirler.
‘Soylu’ toplumsal talepler, onlara ilgisiz kitleler ve popülist liderler
Fransa’da Sarı Yelekliler’in eylemleri, tercihleri ve eğilimleri “çağa uymayan”, “eskide kalmış” kitlelerle, onların bu özelliklerini yüzlerine vuran ve bu özellikleri nedeniyle onları küçümseyen kesimler arasındaki gerilimi anlamada bir laboratuvar işlevi görmüştü. Ben de 2019 boyunca kaleme aldığım bir dizi “popülist liderler ve destekçileri” yazılarından ilkini Sarı Yelekliler vesilesiyle yazmıştım; başlığı da işte şu birkaç satır yukarıdaki ara başlığın aynısıydı: “‘Soylu’ toplumsal talepler, onlara ilgisiz kitleler ve popülist liderler…”
O yazıda, bazı insanların, kendileri için işsizlik gibi, yoksulluk gibi, hatta açlık gibi ‘yakıcı’ sorunlar dururken onları daha ‘anlamlı’, daha ‘soylu’ sorunlarla ilgilenmeye davet edenlere karşı geliştirmiş oldukları bir tepkiden söz etmiş, şöyle sorular sormuştum:
“Acaba, diyorum, liberaller, demokratlar ve hatta hiçbir talebin işçi sınıfının taleplerinden üstün olmadığını savunan solcuların 1960’lardan itibaren öne çıkardığı taleplerde ve o talepleri savunurken baş vurdukları dilde bir sorun olabilir mi? Ve bu sorun, kendilerini, o taleplerin eğitimli taşıyıcılarının kullandığı imkânlardan mahrum gören daha az eğitimli ve daha yoksul kesimlerde, son evresinde öfke patlamasına yol açan bir tepki birikimine yol açmış olabilir mi?
“Bu soruyu biraz daha açarak şöyle sorayım: Acaba, dünya çapında aydınların 1960’lardan sonra yoksulluk, işsizlik, eşitsizlik, adaletsizlik gibi sorunlardan çok özgürlük, çevre, cinsellik, feminizm gibi kavramları öne çıkarmaları, toplumun bunlarla çok da ilgili olmayan kesimlerinde, aydınların ve onların yön verdiği siyasetçilerin kendi asli sorunlarından uzaklaştıkları gibi bir algıya yol açmış ve onları otoriter-popülist siyasetçilere itmiş olabilir mi?”
Sarı Yelekliler eylemleri sırasında Fransa’da yürütülen bir tartışma, ‘kültürlü’ sınıflar karşısında onlarla mücadele edebilecek donanıma sahip olmayan kesimlerin ‘kültürlü’ sınıfları önemsizleştirmeye ve küçümsemeye soyunan popülist liderleri neden ve nasıl cazip hale getirdiğini açık bir biçimde göstermişti.
O da zaten bir sonraki yazının (ve bu faslın son yazısının) konusu olacak.