Döviz kurlarının son günlerdeki çok hızlı yükselişi karşısında bile yarınki (21 Ekim) MB Para Politikası Kurulu’nda (PPK) faiz indiriminin güçlü bir olasılık olmaya devam etmesi ve MB’nin süreci yavaşlatmaya yönelik mesajlar vermemesi, son zamanların spekülasyonunu ciddi bir soru haline getirdi: Yüksek kur, iktidarın tercih ettiği bir politika olabilir mi?
Bu soruyu, bir dizi alt soru eşliğinde İYİ Parti milletvekili ve eski Merkez Bankası başkanı Durmuş Yılmaz ile ekonomist Barış Soydan ve ekonomist Murat Kubilay’a sorduk.
Ekonomistlere yönelttiğimiz alt sorular şöyleydi:
- Merkez Bankası yönetiminde 13 Ekim gecesi yapılan son değişiklikler de faizlerin düşük tutulacağı bir döneme işaret ediyor. Böylece yüksek kurun ihracat ve büyüme açısından avantaj sağlayacağı öngörülüyor. Ancak ihracatın ve yeni yatırımların ithalata bağımlılığı bir sorun.
- Acaba iktidar bu sorunu ‘yüksek kur’un sağlayacağı cazibeyle Orta ve Uzak Doğu sermayesi sayesinde aşmayı düşünüyor olabilir mi?
- Acaba ticari ve siyasi tavizlerin de yardımıyla bu sermayeyi Türkiye’ye çekmek mümkün mü?
- Acaba seçime gidilirken bu iktisadi politikanın sonucunda büyüyecek olan dar gelirli kesimlerin sosyal desteğe mahkûm olmasından mı medet umuluyor?
- Acaba yükselen Batı karşıtı ve milliyetçi söylem söz konusu dar gelirli kesimleri ideolojik olarak iktidara yakınlaştırmayı mı hedefliyor?
Sırasıyla Durmuş Yılmaz, Barış Soydan ve Murat Kubilay sorularımızı şöyle yanıtladı:
Durmuş Yılmaz: “Faiz sebep, enflasyon sonuç”tan sonra ikinci bir teori ortaya attılar: “Cari açık sebep, enflasyon sonuç”
İktidar hem enflasyonda hem faizde ipin ucunu kaçırdı. Ne faizi kontrol edebiliyor ne de kuru kontrol edebiliyor. Dolayısıyla buradan bir çıkış yolu arıyor.
Öncelikle maliye politikasıyla zımni olarak kuru kontrol etmeye kalkıştı. 2021 yılı Ocak-Ağustos döneminde 102 milyar TL’lik vergi harcaması yaptı. Yani vergi toplamaktan vazgeçti, bazı zamları ortaya koymadı. Bunun karşılığında enflasyon yüzde 2,6’lık bir düşüş gösterdi. Bunu Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın yayımladığı kamu finansman raporundan görüyoruz. Bu olmadı.
Ondan sonra faiz düşürmeye karar verdi. Ama buna bir kılıf lazımdı. Çekirdek enflasyona baktı. 7-8 tane çekirdek enflasyon tanımından en düşük çıkacak olanı seçti ve ona göre bir karar aldı. Ama arkasından çekirdek enflasyon da yükseldi.
Hükümet fiyat istikrarını sağlamak için enflasyon hedeflemesi yapıyordu. Fakat o enflasyon hedeflemesinin üstesinden gelemedi ve başka bir yola saptı. Enflasyon hedeflemesinin yanına bir de cari açık hedeflemesi yaparmış gibi yaptı. Merkez Bankası Başkanı, Plan ve Bütçe Komisyonu’na geldiğinde “cari açık ile enflasyon arasında önemli bir ilişki var” dedi. Ağustos ayında cari açık biraz azaldığı için oradan işin kılıfını bulmaya çalıştı. Cari açık hedeflemesi gibi bir şey yaptı.
“Faiz haram diye dövize yatırım yapanları seçmen kitlesinin içinde tutabilmek için bir politika olabilir”
“Hükümetin yüksek kur tercihi bilinçli” dememin nedeni bu. Hükümet rekabetçi kura sığınıyor; rekabetçi kurla ihracatım artacak, ihracat artınca cari açığım azalacak, cari açığım azaldığı için de ithalat üzerinden gelen maliyet enflasyonunu önlemiş olacağım ve bu şekilde enflasyon düşecek diyor. Buradaki politika bence bilinçli yapılıyor. Arzın uzun vadeli bir iş olduğunun farkında değiller. Hükümet bilinçli olarak Türk Lirasına değer kaybettiriyor. Çünkü enflasyonu ve faizi kontrol edemiyor.
Aslında bu ülkeyi fakirleştiren bir politika. Merkez Bankası Başkanı’nın Plan ve Bütçe Komisyonu’na yaptığı sunumun 27. slaytına bakarsanız bunu aynen görürsünüz. Orada miktar endeksleri ve birim endeksleri var, açık ve net gösteriyor. Aynı miktar dövizi kazanabilmek için daha fazla mal satmak zorunda kalıyoruz. Aynı parayla daha az ara malı ve hammadde ithal edebiliyoruz. Bunun sonucunda da Türkiye’nin ihracat birim fiyatları düşüyor, ithalat birim fiyatları yükseliyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bildiğiniz gibi şöyle bir inancı var: faiz sebep, enflasyon sonuç. Bu teoriyi ispat için Sayın Albayrak 1,5 yıl sürekli döviz sattı; 128 milyar doları çarçur etti, deneyi doğrulayamadı.
Şimdi ikinci bir teori ortaya attılar: cari açık sebep, enflasyon sonuç. Şu anda değersiz TL teorisiyle bu ikinci aksiyomu ispat etmeye çalışıyorlar. Mesele bundan ibaret.
Bundan ayrıca bir de şöyle şeyler akla geliyor. Muhafazakâr kesimin tasarrufları “faiz haramdır” denildiği için dövizde ve altında. Onları memnun edip, seçmen kitlesinin içinde tutabilmeye yönelik bir politika da olabilir bu.
Bunu başkaları da yazdı. Bu da düşünülüyor olabilir. Bu düşüncenin akla gelmesi, bizi bu düşünceye sevk eden hareketler yaptıkları için, bizim değil onların ayıbı.
Acaba iktidar bu sorunu “yüksek kur”un sağlayacağı cazibeyle Orta ve Uzak Doğu sermayesi sayesinde aşmayı düşünüyor olabilir mi?
Sıcak para, Türkiye’de diğer ülkelerden daha fazla getiri alacaksa kısa vadeli olarak gelir ve gider. Ama buradan yatırımları arttırıp, üretimi arttırıp, arzı arttırıp enflasyonu düşürmek hayalden öte bir şey değil. Yabancı sermaye kısa vadede alacağını alır gider. 20 günlük, 30 günlük sıcak parayla 3 yıllık, 5 yıllık sabit sermaye yatırımları finanse edilemez.
Acaba ticari ve siyasi tavizlerin de yardımıyla bu sermayeyi Türkiye’ye çekmek mümkün mü?
Hükümet ticari ve siyasi tavizleri veriyor ve vermeye devam edecek. Ama yabancı sermaye şuna bakacak: girdiğimde çıkabilir miyim? Bu sorunun yanıtı da ülkenin yeterli rezervi var mı? Ülkenin şu an kendine ait tek senti yok.
Brüt rezervi yüksek ama geçmişte de bizim 100, 130 milyar rezervlerimiz olduğumuz dönemde ülkenin mülkiyetinde olan döviz rezervi 35-40 milyar dolar kadardı. Geriye kalanı para politikası gereği sistemden alınan borçtu. Ama şimdi tamamı borç. Kamuya ait tek sentiniz yok. Siyasi taviz de verseniz, yabancı çıkabileceğine emin ise gelir, güven varsa gelir.
Acaba seçime gidilirken bu iktisadi politikanın sonucunda büyüyecek olan dar gelirli kesimlerin sosyal desteğe mahkûm olmasından mı medet umuluyor?
Sistem zaten sosyal destekle ayakta tutuluyor. Sosyal destek alanlara verilebilecek kaynak olduğu sürece o kesimi elde tutmaya gayret edilebilir. Bunun saklı gizli tarafı yok. Zaten sistem fakirliği ortadan kaldırmaya çalışmıyor; fakirliği yönetiyor, yönlendiriyor.
Eğer kaynağı varsa sosyal yardım alanları bulundukları yerde tutmayı başarabilir. Tamamına verecek kaynak var mı, çok fazla yok. Kaynak var mı belli değil, zorlanıyor.
Acaba yükselen Batı karşıtı ve milliyetçi söylem söz konusu dar gelirli kesimleri ideolojik olarak iktidara yakınlaştırmayı mı hedefliyor?
Elbette iktidarın zihninde böyle bir şey var. Diyor ki “20 yıllık süregelen bir idare var. Ben sizi borçlandırdım. Borçlu olduğunuz sistemin içinde çark iyi-kötü dönüyor. Eviniz var, arabanız var. Siyasi istikrardan vazgeçme” diyor. Siyasi istikrar dediği de sandıkta iktidar değişikliğine izin verme, iktidar sürekli yerinde kalsın. “Evet şu anda sıkıntı var borçlusun ama ben gidersem borçlarını ödeyemezsin, sıkıntın daha da artar. Ben belki 10 sene sonra bu işi düzelteceğim” gibi mesajlar veriyor.
Barış Soydan: Erdoğan’ın bile isteye bu politikaya izin vereceği düşüncesinde değilim
İktidarın doların değerinin yükselmesine bilerek izin verdiği, çünkü ihracatı ve büyümeyi destekleyici yeni bir ekonomik politikası izlediği yönünde bir tez var.
Ben açıkçası bunun bilinçli bir politika olduğu düşüncesinde değilim. Çünkü dolardaki yükseliş, enflasyonu yükseltiyor. Enflasyon, çarşı pazarda yangın ve özellikle alt gelir gruplarının memnuniyetsizliğinin de artışı demek. Bu kesimlerden en çok oyu iktidar partisi alıyor. Dolardaki yükselişe bağlı olarak enflasyondaki patlama seçmen tabanını eritiyor. O nedenle Erdoğan’ın bile isteye bu politikaya izin vereceği düşüncesinde değilim.
Bununla birlikte iktidar partisinde bu politikayı savunan kimse yok demiyorum. Nitekim eski Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak rekabetçi kur söylemi ile dolardaki yükselişi meşrulaştırmaya çalışmıştı. Ayrıca Ege Cansen gibi bu politikayı teorik olarak destekleyen iktisatçıların olduğunu da biliyoruz.
Ama dediğim gibi çok partili bir demokraside iktidar partisinin 10 milyonların yoksullaşması pahasına TL değer kaybını desteklemesi bence mümkün değil.
Doğu sermayesinin çekilmesi meselesine gelince… Türkiye’deki en büyük yatırımcı Avrupalılar, en tepede Hollanda var. Çünkü küresel kapitalizmin en büyük şirketleri Batı’da. Arap sermayesi tek başına Türkiye’yi ve iktidarı kurtarmaz. Çin’in de zaten Türkiye’de doğru dürüst bir yatırım yok.
Murat Kubilay: PPK üyelerinin değişiminde faiz politikasından öte amaçlar olabilir
İktidarın yüksek kuru tercih etmesi söz konusu. Çünkü Türkiye’nin uluslararası rekabette gücünü, teknolojik gelişmeler veya iş gücü verimliliğini arttıracak yöntemlerle yükseltmek bu iktidarla mümkün değil. Bunu başaramayacaklarını anladılar ve bu idealizmden vazgeçtiler.
Bunun yöntemi artık Türkiye’yi mümkün olduğu kadar ucuzlaştırarak ticarette güç kazandırmak ve yurtdışından da sermaye çekerek finansal kanalları açık tutmak.
Yine de bunun yapılma şekli, aklıselim sahibi kişilerin yapabileceği bir şeye benzemiyor. Kur kontrollü bir şekilde yukarı götürülmek isteniyorsa (ki bunda 128 milyar dolar meselesinin dayattığı rezerv biriktirme gayretinin de etkisinin olduğunu düşünebiliriz), şöyle bir yöntem uygulanabilirdi:
Her gün örneğin 100 milyon dolar büyüklüğünde bir dolar alım ihalesi açılırdı. 250 iş gününde yani 1 yılın sonunda bu 25 milyar dolar gibi çok ciddi bir rakama tekabül eder. Bu şekilde kurun yukarı doğru gidişi makul bir şekilde gerçekleşirdi.
Erdoğan’ın iktisadi rasyonalitesi eksik bile olsa etrafındakiler ona bunu rahatlıkla anlatıp ikna edilebilirdi. Bu tercih edilmiyorsa arkada başka hikâyeler de olabilir. Örneğin Merkez Bankası Para Politikası Kurulu’nda yapılan son üye değişikliklerin de faiz politikasından öte amaçları, sebepleri olabilir.
Yüksek kur, TL cinsi maliyetleri yabancılar açısından bir nebze azalttığı için ihracatta güç kazandırıyor fakat Türkiye enerji başta olmak üzere birçok ara malını, yüksek teknoloji malını ithal ettiği için, dış ticarette beklenen gelişme gerçekleşmiyor. Daha çok fakirleştiğimiz için yabancı malları alamamak gibi sonuç veriyor, ihracatın artmasından çok ithalatın azalması sonucunu veriyor.
Ara malların fiyatı kurla birlikte arttığı için istenen hedefe ulaşılamıyor. Mevcut durumda iktidar başka bir çıkış yolu göremediği için bunu tercih etmiş olabilir.
“Amaç iktidarı korumaksa daha farklı iktisat politikaları gerekiyor”
Yüksek kur sadece Orta Doğu ve Uzak Doğu’dan değil her yerden para getirir. Kurun sürdürülebilir noktayı aştığını düşünenler olacaktır. Türkiye’de hâlâ TL cinsi faizi yüzde 18 civarında alabiliyorsunuz. Bireyler için geçerli değil ama kurumsal yatırımcılar alabiliyorlar. Yılbaşına kadar stopaj indirimi de söz konusu. Dolayısıyla her yerden böyle bir para, sıcak para olarak gelebilir.
Bunun haricinde Türkiye’de dolar cinsinden asgari ücret Çin’in seviyesine kadar indi. Bu, Türkiye’deki varlıkları satın almak isteyen, varlıklara yatırım yapmak veya yeni varlıklar kurmak isteyen kurumlara cazip gelecektir. Ama şu ana kadar varlık alım satımları hareketli olsa da, hattâ gayrimenkulde bunları gözlemlesek de, büyük fabrika yatırımları, üretim arttırıcı yatırımlar gelmiyor.
Seçime giden süreçte sosyal desteğe mahkûm vatandaşların yönlendirilmesinde kolaylaştırıcı etkisi olur mu? Bir ihtimal olabilir. Fakat ülkeyi yönetememe krizi olduğunu merkez seçmenler de görüyor. Mevcut sistem yüzde 50 oy oranı gerektirdiği için, eğer bu strateji ile iktidar partisinin oylarını koruma ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın koltuğunu koruması amaçlanıyorsa, bence çok hatalı bir çaba olur.
Batı karşıtı veya milliyetçi söylemler de olsa, bu kadar satın alma gücünün düştüğü bir ortamda bunun toplumsal karşılığı çok yüksek olmuyor veya milliyetçi duruş sergileyen ve bunu ön plana koyan İYİ Parti ve MHP arasında anketlere göre seçmen İYİ Parti’yi daha çok tercih ediyor.
Dolayısıyla eğer bir şekilde amaçlanan nokta, sandıkta iktidar partisinin iktidarını korumasıysa çok daha farklı iktisat politikaları denenmesi gerekiyor. Bu yapılanlar daha önce işe yaramış olsa da hiç alan ve imkân tanımıyor.