“Türkiye: Uyuşturucu ve Siyaset” başlıklı makalesinde Türkiye’deki yeraltı dünyasını, çeteleri, terör örgütlerini, siyasetle ilişkilerini, uyuşturucu trafiği üzerinden Avrupa’ya uzanan siyasi ve ideolojik güç mücadelesini mercek altına alan Walter Posch, DW Türkçe’nin sorularını yanıtladı.
Avrupa’da, kokain ve uyuşturucu ticaretinde hakimiyeti ele geçirmek isteyen Türk milliyetçisi organize suç örgütleri ile sol terör örgütleri ve bazı Kürt aşiretleri arasında silahlı bir mücadele yaşanabileceği uyarısında bulunan Posch, Türkiye’de son dönemde yaşanan gelişmelerin bu nedenle önemli olduğuna vurgu yaptı. Türkiye’de son günlerde yoğun olarak tartışılan mafya ve siyaset ilişkisi hakkında da çarpıcı değerlendirmelerde bulunan Posch, Alaattin Çakıcı’nın serbest bırakılmasının ve Sedat Peker’in Balkanlar’da dikkat çeken faaliyetlerinin pek çok soru işareti doğurduğunu söyledi.
Bununla birlikte Türkiye’nin artık 1970’lerin ya da 1980’lerin Türkiye’si olmadığını vurgulayan Posch, “Gerçekten de Çakıcı’nın serbest bırakılmasında ve bu olanlarda daha büyük bir master plan varsa, o vakit maziye dayanan böyle bir plan da suya düşmüş demektir. Çünkü o zamanlar artık tarihte kaldı” görüşünü dile getirdi. Posch, “Türkiye çok değişti. Türkiye’de demokrasi ve insan haklarında eksiklikler var, bu açık. Ama bütün Türkiye halkı, hangi siyasi akım ve ideoloji olursa olsun, artık bir hukuk devleti istiyor. Bu bir olgunlaşma süreci, eski dönem artık kapandı” değerlendirmesini aktardı.
Avusturyalı Yakındoğu ve Türkiye uzmanı Walter Posch’a yönelttiğimiz sorular ve yanıtları şöyle:
DW Türkçe: Türkiye’de yeraltı dünyasını mercek altına aldığınız analizinizde, son günlerde siyaset gündemine damga vuran Alaattin Çakıcı’ya da yer veriyorsunuz. Organize suç örgütü lideri olarak hüküm giymiş olan Çakıcı,“eroin kaçakçılığı mı yaptım, yoksa silah kaçakçılığı mı yaptım” sözleriyle bir mafya lideri olduğu iddialarını reddediyor. Peki, sizin araştırmalarınıza göre Çakıcı kim?
Walter Posch: Aslında Çakıcı, gerçekten kendisinin de söylediği gibi her şeyden evvel bir ülkücü. MHP’liler ile Dev-Sol arasında şiddetli çatışmaların yaşandığı 70’li yıllarda amcası, babası ve diğer aile fertlerinin de öldürüldüğü bir çatışma ortamında büyüyen bir kişi… Çakıcı’nın suç örgütü kariyeri de bu çatışmalardan ötürü hapse girip çıktığı o yıllar itibariyle başlıyor. Bir organize suç örgütü lideri olduğunu zaten mahkemeler tarafından verilen hükümlerde okuyoruz. Bu suçlardan kaç kez hapis yatmış bir isimden söz ediyoruz. Ancak anladığım kadarıyla ülkücü camia, hem Çakıcı hem de Abdullah Çatlı’nın işledikleri adi suçların önemli olmadığını, vatanseverlik akidelerinin daha üstün olduğunu, ASALA ve teröre karşı yaptıklarının önemli olduğunu düşünüyor. Çakıcı da kendisini siyasi bir figür, Türk vatanına hizmet vermiş bir idealist, yani esas itibariyle bir ülkücü olarak görüyor. Bazı uzmanlar bu kişileri “siyasi mafya” olarak nitelendiriyor… Benim ise makalemde de ortaya koymak istediğim, aslında bunun Türkiye’de tek bir siyasi akıma, sadece ülkücülere özgü bir durum olmadığı…
Evet, Türkiye’de yeraltı dünyasında sol görüşlü, bazı Kürt aşiretlerle ilişkili ya da yasa dışı örgütlerle bağlantılı mafya yapılarının varlığına dikkat çekiyorsunuz. Bu yapıların Avrupa’daki uyuşturucu kaçakçılığındaki ağırlığına işaret ediyor, aynı zamanda Türkiye siyasetini etkileyen eylemlerinden söz ediyorsunuz…
Evet, Behçet Cantürk ya da Hüseyin Baybaşin’i düşünün, onlar siyasi olarak sol yönelimli, ikisi de Liceli… Cantürk’ün Devrimci Doğu Kültür Dernekleri’ni (DDKD) desteklediği biliniyor; daha sonra iddia edildiği gibi PKK üyesi miydi tam olarak bilinmese de, pek çok Kürt işadamı gibi örgüte “devrim vergisi” adı altında haraç verdiğinden şüphe yok. Cantürk’ün 70’lerde Suriye’nin kuzeyindeki Ermeni akrabaları ile irtibata geçtiği, kaçakçılık faaliyetleri yürüttüğü biliniyor. Ama aynı zamanda çok sayıda Türk diplomatının öldürülmesinden sorumlu olan terör örgütü ASALA ile irtibatı olduğu da… 70’li yılların ortasında silah ticaretine giren, Türkiye’de iç savaşa benzeyen koşulların geliştiği süreçte hem sağ hem sol gruplara silah tedarik eden Cantürk, uyuşturucu imparatorluğunu büyütmeyi başarıyor, Avrupa’daki mafyanın önemli bir iş ortağı oluyor… Cantürk 1994 yılında şoförü ile birlikte öldürülüyor ve yıllar sonra güvenlik güçleri tarafından öldürülmüş olduğu adeta teyit ediliyor.
Makalenizde, ‘Avrupa’nın Pablo Escobar’ı’ olarak nitelendirildiğine işaret ettiğiniz Hüseyin Baybaşin’e de dikkat çekiyorsunuz. Ömür boyu hapse mahkum edilen, Hollanda’da hapiste olan Baybaşin’in “Kürt siyasi aktivist” olarak gösterilmeye çalışıldığından, bu yolla da serbest bırakılmasının sağlanmak istendiğinden söz ediyorsunuz. Baybaşin ailesinin halen uyuşturucu piyasasında güçlü bir konumu bulunduğuna, Türk eroin mafyasının kokaine olan ilgisine, Çakıcı ve Sedat Peker ile bağlantılı grupların da Avrupa’da hem işlerini hem de siyasi ve ideolojik eylemlerini arttırabileceğine vurgu yaparak, Avrupa’nın bu grupların hesaplaşmasına, güç mücadelesine sahne olabileceğine dikkat çekiyorsunuz…
Olabilir diyorum, olacak demiyorum… Sedat Peker, Balkanlarda. Şu kesin: Sedat Peker yeraltı dünyasının yeni bir neslinin öncüsü… Peker, yeni Osmancılık mesajları ile dikkatleri üzerine çekiyor. Balkanlarda ne yapmaya çalışıyor? Özellikle Avusturya, Batı Balkanlarda hukuk devletinin, istikrarın tesis edilmesine büyük önem atfediyor. Siyasi dili çok çirkin, mafyacı Peker’in Balkanlarda ne yaptığı, amacının ne olduğu gayet tabii ki merak ediliyor. Ayrıca evet, Baybaşinler Avrupa’da hâlâ güçlü, Avrupa’da çok büyük bir uyuşturucu piyasası var, paraların önemli bir kısmı Türkiyeli bir aşiretin elinde. Türk mafyasının kokaine ilgisi biliniyor. Bu olayları yan yana koyduğunuzda, o zaman tabii ki bu pay için mücadele edilmesi ihtimali ortaya çıkabilir.
Avrupa’da merak edilen bir konuya işaret ettiniz. Sizce Sedat Peker, bu nedenle Balkanlara gönderilmiş olabilir mi? Erdoğan’ın, yapı olarak Ülkü Ocakları ve Alperen Ocakları’na benzeyen ama daha İslami bir yönelimi olan Osmanlı Ocakları’nın desteğini aldığına, Osmanlı Ocakları’nın da en önemli destekçisinin yeni nesil mafya olarak nitelendirilen Peker olduğuna işaret ediyorsunuz…
Peker, iddia edildiği gibi Çakıcı ile yaşanan sürtüşmeden mi kaçtı, şahsi nedenlerle mi gitti? Yoksa gönderildi mi? Gönderildiyse kim tarafından gönderildi? Türkiye’nin Balkanlarda tarihi mazisi var. Türk devletinin, Türk işadamlarının Balkanlarda bulunması, yatırımları çok iyi aslında; bu sadece bir tercih meselesi değil, aynı zamanda hak meselesi. Türkiye’nin Balkanlardaki rolü aslında pozitif olarak görülüyor; hep olumlu bir politikası oldu ve özellikle Avusturya buna büyük önem atfetti hep… Peki durum böyleyken, Sedat Peker gibi biri orada ne yapıyor? Bu sorunun yanıtı merak ediliyor haliyle…
Makalenizde Türkiye’deki istihbarat çevrelerinin bu yapılarla ilişkilerinin geçmişte gün ışığına çıktığına; yeraltı dünyasının, Çakıcı gibi isimlerin ASALA ile mücadelede olduğu gibi siyaseten araçsallaştırıldığı dönemler olduğuna işaret ediyorsunuz… Peki, günümüzde örneğin Çakıcı’nın aftan yararlanarak serbest bırakılmasını, buna öncülük eden MHP lideri Devlet Bahçeli’nin Çakıcı’yı “ülke ve millet sevdalısı bir ülkücü”, “dava arkadaşı” sözleriyle sahiplenmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bahçeli, dava arkadaşım derken, galiba 70’li 80’li yıllardan bahsediyor. Çünkü artık farklı bir Türkiye var. Bir de yeni nesil mafya olarak nitelendirilen Sedat Peker’in, Çakıcı’yı eski zamanların, mazinin bir ismi olarak nitelendirdiğini de biliyoruz… Ama Çakıcı’nın, Bahçeli’nin desteği ile aftan yararlanmış, serbest bırakılmış olması şaşırtıcı gerçekten. Oysa Türkiye hapishanelerinde affı çok daha fazla hak eden, aralarında siyasi tutuklular, muhalif siyasetçiler, entellektüel ve sanatçıların bulunduğu mahkumlar var… Ayrıca Cumhurbaşkanı Erdoğan’a o kadar ağır, çirkin, külhanbeyi üslubuyla dil uzatmış bir kişinin serbest bırakılması gerçekten çok şaşırtıcı… Bakınız hiç bir ülkede bir reisicumhura o şekilde hitap edilemez, edilmemelidir de.
Peki, sizce Erdoğan gibi, siyasi eleştiriye dahi çok da tahammülü olmayan bir lider Çakıcı konusunda nasıl ikna edilmiş olabilir?
Bu spekülasyonlara yol açtı ve bazılarının akıllarına da “derin devlet” geliyor… Ama o zaman esas itibariyle bu derin devletin ne olduğunu sormamız gerek ki ben o kadar okudum, insanlarla konuştum ama tam olarak kavrayabilmiş değilim… Ya eski derin devlet olarak anlatılan yanlıştı, ya da bu olanların eski derin devlet ile alakası yok. Ben de artık bu kavramı kullanmaktan vazgeçmeye çalışıyorum, çünkü bir şey ifade etmiyor…
Ekim ayında epey yankı uyardıran bir fotoğraf kamuoyuna yansıdı. Bu fotoğrafta, Susurluk dönemini hatırlatan, geçmişte derin devlet tartışmalarının odağında yer alan isimler yer alıyor: Mehmet Ağar, Korkut Eken, Engin Alan ve Çakıcı… Sizce servis edilen bu fotoğrafla, kime, nasıl bir mesaj verilmek istenmiş olunabilir?
Ben o yılları hatırlıyorum da genç kuşak için bu fotoğraf bir şey ifade ediyor mu? Örneğin Mehmet Ağar’ın 90’lı yıllardaki önemini kavrayabilirler mi, o yıllarda Güneydoğu’da PKK ile yoğun çatışma sürecini, 93-94 yıllarında çok ciddi olan ekonomik krizi, Susurluk’u… Türkiye için gerçekten de olağanüstü bir dönemdi… Ama bu fotoğraf, sanki tarihten bir kesit gibi. Hani yaşlı kurtlar geçmişi yad etmek ister gibi bir araya gelmiş de fotoğraf çektirmiş gibiler… Hani eski DEV-SOL ya da DEV-YOL ya da TKP’liler bir araya gelip de ‘İbrahim Kaypakkaya şunu yapmıştı’, ‘Deniz Gezmiş elini sıkmıştı’ diye konuşurlar ya … Onlar da sanki böyle maziden sohbet etmiş gibiler… Çünkü bildiğim kadarıyla 97 yılından sonra Türk devleti babalara karşı operasyonlar yaptı. Türkiye’de siyasallaşmış mafyanın geride bırakılmış olduğu kanaatindeydim…
Türkiye kamuoyu son günlerde, Çakıcı’nın CHP lideri Kılıçdaroğlu’nu hedef alan tehdit mektubunu, MHP lideri Bahçeli’nin ise Çakıcı’ya destek çıkmasını tartışıyor. Bunu siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bir siyasetçiyi tehdit etmek adi bir suçtur. Eğer hani gerçekten de Çakıcı’nın serbest bırakılmasından ve bu olanlardan daha büyük bir master plan varsa, o vakit maziye dayanan böyle bir plan da suya düşmüş demektir. Çünkü o zamanlar artık tarihte kaldı. Ne yapacaklar? Suikast mı yapacaklar? CHP ana muhalefet olarak ‘aman korktuk’ diye korkup sinecek mi? Türkiye çok değişti. Türkiye’de demokrasi ve insan haklarında eksiklikler var bu açık. Ama bütün Türkiye halkı, hangi siyasi akım, ideoloji olursa olsun, artık bir hukuk devleti istiyor. Bu bir olgunlaşma süreci, eski dönem artık kapandı.
Peki Cumhurbaşkanı Erdoğan, sürpriz bir hamleyle yargıda ve ekonomide reform çıkışı yaparken, Bahçeli’nin bu tehditkar çıkışları ne anlama geliyor?
Ne kadar ciddi olup olmadığını bilmesek de, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yapıcı ve pozitif bir çıkış yaparak, yeni bir üslup mesajı verdiği bir süreçte, MHP’den çok eski, 70’li yılları andıran üslupla çok olumsuz tehditler geliyor. Ama bu dil Sayın Bahçeli’nin dili değil, değildi. Bahçeli MHP’nin liberalleşmesinin önderi değil miydi? Çetecilik olayını geride bırakmak isteyen, Ülkü Ocakları’nı kapatan o değil mi? Bahçeli gayet kibar yazan ve konuşan bir siyasetçiydi. MHP’nin normalleşmesi onun işi değil mi? Onca yıl saygınlık için mücadele etmiş Bahçeli şimdi kendisi külhanbeyi bir üsluba mı dönüyor? Açıkçası bu son tehdit dili çok da ikna edici gelmiyor. Ama bunun nedenlerine ilişkin şu aşamada çok net bir değerlendirme yapabilecek durumda da değilim… Dışardan bakınca, Bahçeli kendi kendini yok ediyor görünüyor…
Bu arada makalenizi çok çarpıcı bir değerlendirme ile tamamlıyorsunuz. Çakıcı ve Peker’in Avrupa’daki faaliyetlerini güçlendirme ihtimallerine, Türk mafyasının kokaine olan ilgisine vurgu yapıyor; Libya’nın, Güney Amerika – Batı Afrika’dan Avrupa’ya uzanan kokain güzergahının nihai noktası olduğuna dikkat çekerek, “Türkiye’nin Libya’daki varlığının bu açıdan da değerlendirilmesi gerektiğini” kaydediyorsunuz… Bunu bize açar mısınız?
Türkiye devlet olarak Libya’ya girdi, emniyetli bir Libya için de kendiliğinden bir vazife üstlendi. Kokain konusu Avrupalı hükümetlerin Libya hükümeti ile konuştuğu çok önemli bir mesele oldu hep. Sorumluluk üstlendiği için artık Libya’nın sorunları Türkiye’nin de sorunudur. Avrupa ve Türkiye arasında bu kadar güvensizlik varken Libya’nın kokain güzergahında kritik bir konumda bulunması, konunun bir hayli polemiklere açık bir konu teşkil etmesine de yol açıyor…