Ana SayfaHaberlerTürkiye’deki Filistin aktivisti gruplar Antisiyonist Kongre’de tartışacak: “Neden sivil bile olamadık?”

Türkiye’deki Filistin aktivisti gruplar Antisiyonist Kongre’de tartışacak: “Neden sivil bile olamadık?”

7 Ekim sonrası yaşanan soykırım karşısında, Gazze için Özgürlük Yürüyüşü’nden Küresel Sumud Filosu’na birçok sivil ve küresel eyleme imza atan aktivistler, 8–14 Kasım tarihleri arasında Antisyonist Kongre’de bir araya gelerek eylem yöntemleri üzerine beyin fırtınası yapacaklar. Talha Küçükkaya: “Bizim teklifimiz şu: Gazze’ye somut olarak dokunamadığımız bir gerçeklikte, mevcut yapısal ve fikrî sorunlarımızı nasıl aşarsak gerçek anlamda “sivillik” içeriğini doldurabiliriz?”

İzlemek için:

Gazze bağlamında yaşanan sürecin dönüm noktası olarak kabul edilen bu tarih, İslamî çevrelerin, sivil toplum yapılarının ve bireylerin bu krize verdikleri tepkilerin bütüncül, eleştirel ve sahici bir muhasebesini gerektiren bir çağrı oldu.
Bu süreçte açığa çıkan sivil dağınıklık, tepkisizlik ve strateji eksiklikleri üzerinden sivil toplumun/sivil kimliğin krizi net bir şekilde ortaya kondu. Mevcut yaklaşım ve yapıların tarihsel ve eleştirilebilir olarak değerlendirilmesi zorunlu hale geldi.
İstanbul Rami Kütüphanesi’nde gerçekleşecek kongre, yalnızca pratik değil; aynı zamanda fikrî ve yapısal düzeyde bir çözüm arayışı başlatmayı hedefleyerek yeni bir İslamcı sivil alanın imkânlarını konuşacak ve var olan söz-eylem formlarını sorgulayacak. Kongre iki temel soruyu tartışıyor:

1.  Bu süreçte neden sivil bile olamadık?
2.  Mevcut haliyle STK ve sivil toplumun varlık biçimlerinin problemleri nelerdir ve bunlar nasıl aşılabilir?

Bir haftalık etkinliği, Kongre Tertip Komitesi’nden Talha Küçükkaya ile ele aldık.

— 7 Ekim saldırıları sonrası İsrail, 8 Ekim’den itibaren büyük bir katliam dizisine başladı ve bu, bir soykırım boyutuna ulaştı. Başta Türkiye olmak üzere dünyanın çok geniş bir kesiminde sivil aktivizm bu konuda ön alıyor, rol alıyor. Türkiye’de bu sivil aktivizmin merkezlerinden biri, daha önce yine bu stüdyoda Serbestiyet için konuştuğumuz, Mısır’da gerçekleşen “Gazze’ye Özgürlük Yürüyüşü”ydü. Ardından “Sumud Filosu” devreye girdi ve şimdi yeni projeler, yeni fikirler aktivistler arasında tartışılıyor. Tam bu vasatta karşımıza “Filistin İçin Bin Genç”, “Direniş Çadırı” gibi gençlik hareketlerinin doğduğunu, yatay gençlik organizasyonlarının oluştuğunu gördük. Dolayısıyla bu, beraberinde yeni bir sivil toplum aşaması demekti.
Şimdi yeni bir toplantı var; tüm bunları harmanlayan, tartışan, istişare eden bir zemin. Adı “Antisyonist Kongre”. Talha Küçükkaya hocamla, organizatörlerden biri olarak birlikteyiz.

Toplantının adı Antisyonist Kongre. 8–14 Kasım arasında gerçekleşecek; oldukça geniş bir zaman dilimi. “Antisyonist kongre” denince akla hemen Siyonist Kongre geliyor; malumunuz, 1897’de Basel’de Theodor Herzl’in topladığı kongre. Bu biraz ona bir cevapmış gibi algılanıyor. Davet metninizde “Birinci Antisyonist Kongre” diyorsunuz; demek ki ikincisi, üçüncüsü de olacak. Birincisinde üst başlık olarak “Sivil toplumun rolü” belirlenmiş. Sizi hangi sebepler aktivizmin öznesi kıldı?

— Barbar Edebiyat Dergisi diye bir dergi çıkarıyoruz. Bu derginin adındaki “barbar” ifadesi, Mehmed Âkif’in medeniyeti “tek dişi kalmış canavar” olarak tanımlamasına bir nazire olarak, “antimedeni” bir duruşu tanımlamak üzere seçilmiş bir kavram. 2015’lerde yazmaya başladığım bir dergiden bahsediyorum. Buradaki arkadaşlarla, 17 Ekim 2023’te El-Baptiste (El-Ehli/El-Baptist) Hastanesi vurulmuş ve 500 kardeşimiz katledilmişti. “Kimseden bir şey bekleyemeyiz, kimseye sorumluluğumuzu atamayız. ‘Müslümanların ilki olmakla emrolunduk’ diyerek elimizden ne geliyorsa onu yapalım,” dedik. İstanbul’dan Filistin’e kadar yürümeyi ve katılımcı sayısı artarsa sınırları zorlamayı, her ülkeden benzer bir hareketliliğin olmasını arzu ederek 34 gün yürüdük. Bu, hayata yalnızca teorik değil; eylemle/aktivizmle dokunmamızın tetikleyici unsuru oldu.
Akabinde benzeri birçok pratikle karşılaştık. Sizin dediğiniz “Gazze Yürüyüşü” ya da “Küresel Sumud Filosu” organizasyonları, Birleşmiş Milletler, Uluslararası Hukuk, Uluslararası Adalet Divanı gibi büyük kurumlara rağmen, küresel sistemin —hiçbir komplo teorisine mahal vermeyecek şekilde— Siyonizmin/İsrail’in zulmüne engel olamadığı bir gerçeklikte, insanlığın tabii bir refleks gösterdiğini ortaya koyan hareketlerdi. Çok kabaca şunu söyleyebilirim: Avrupa’dan gelen katılımcılarla March to Gaza’da, deport edilmeden önce gözaltı sürecinde oturup konuştuğumuzda, sivil toplumun inisiyatif alma zorunluluğunu onların da hissettiğini, süreçlerin tıkandığını, devletlerine yaptırım yaptıramadıklarını paylaştılar.
İlk Antisyonist Kongre’nin zaruretini konuştuğumuzda Mısır’dan yeni dönmüştük ve odağımız, Siyonizme boykot benzeri nitelikte karşı bir mücadeleyi “Antisyonizm” başlığı altında, ama mümkün olduğunca yeni bir sivil alanı hem teorik hem pratik olarak kurgulamak üzerineydi. Evet, “Direniş Çadırı”, “Filistin İçin Bin Genç” gibi doğrudan gündelik politik tarafı olan hareketler ya da diğer STK’ların aldığı pozisyonlar olsa bile, gözden kaçırmamamız gereken husus şu: Hâlihazırda yaklaşık 350–400 yıllık bir siyasal/politik paradigmanın referanslarıyla konuşuyoruz. Bu referanslar, bizi sınırlandıran bazı unsurlar oluşturuyor.
Bir skala düşünelim: Bir ucunda demokrat, neoliberal, kapitalist, emperyalist; ABD, İsrail, Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler’in temsil edildiği bir uç. Diğer uçta El-Kaide ve IŞİD gibi, terörize edilen fundamentalist hareketler. Gazze, bu gerilim hattında yaşananlarıyla hem Müslümanlara hem insanlığa yeni bir dünya teklifinin pratikte ihtiyaç olduğunu, teoride de bunun altının doldurulması gerektiğini gösterdi. Bu gerilim hattına düştüğümüz her an, mevcut gerçekliği besleyen ve güçlendiren bir dil ve pratik üretmiş oluyoruz. Dolayısıyla bunun dışında, o yeni alanı davet edecek paradigmanın mümkünse dönüşmesine etki edecek bir alanı korumak ve tutmak zorundayız. Global Sumud neden “isimsizler hareketi” olarak varsa, March to Gaza neden “isimsizler hareketi” olarak varsa, Antisyonist Kongre de kendini bu zemine oturtmaya çalışıyor. Aksi hâlde mevcut dil beslenmiş olur.
Biraz bunu zorluyoruz: Ya sistemin bir paravanına sözde dönüşürsünüz ya da radikalleşir, ölçüsüz bir şiddete evrilirsiniz. İki uç var diyorsunuz; özellikle Sumud gibi faaliyetler orta yolu —7 Ekim’in açtığı bir imkân olarak— bize paradigma olarak sunuyor.

Biz Antisyonist Kongre’nin alt başlığını “sivil toplumun muhasebesi” olarak tanımlarken, yeniden “sivil” olmayı ifade etmeye çalışıyoruz. Küçük bir anekdot: İngilizce’de non-governmental organization (NGO) diye geçen kavram bizde “sivil toplum örgütü” diye çıktı. Bu yapılanmalar, ister iktidar söylemi ister muhalif söylem olsun, mevcut gerilim hattının içinde kalıyor. Simetrik bir orta değil, alternatif bir söylem ve pratik alanını zorlamak; yeni “sivillik” anlayışını tesis etmekle mümkün.
Bunu ülkemiz özelinde söylüyorum ama Avrupa’da da görünür biçimleri var. Oradaki hareketler “solcular olarak organize oluyoruz” diye çıkmıyor, “filanca flamayla/yelekte bulunacağız” diye de çıkmıyor; buna özellikle hassasiyet gösteriyorlar.
Paradigma değişiminden söz ederken, kavramı şöyle temellendirelim: Thomas Kuhn, bilim felsefesinde bilimin ilerleyişini tartışırken “paradigma” kavramına atıf yapar. Problem çözme yöntem ve eğilimlerimiz, teorik yaklaşımlarımız bir paradigmayı ifade eder. Siyasi tarih okumasına uygularsak, bugün dünya tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir vahşete mevcut paradigmanın cevap üretemediği bir gerçeklik var. Bu paradigma şu ya da bu yönüyle değişebilir; kesin bilemeyiz. Ama Aliya İzzetbegoviç’e atıfla söyleyelim: “Tarihi Allah yaparken onun razı olacağı tarafta durmak”, paradigmanın dışında —aklımız ve gücümüz yettiğince— o alanı güçlendirmekle mümkün. Asıl vurgu ve beklentimiz, bu alanı tetikleyecek söylem ve pratik alanını açmak.
Türkiye bu düzeyi Mısır’daki yürüyüşte pek görmedi; ama Sumud Filosu bir süre sonra —karşılama töreni ve bazı katılımcıların tavırlarıyla—…

— Evet; bazı katılımcıların, bahsettiğimiz üç ana kanattan birine mensup olmaları dolayısıyla tavır ve söylemleri farklılaştı ve bir iç politika çatışmasının parçasıymış gibi bir görüntü çıktı. Hem siyasi partiler (Saadet, AK Parti) açısından hem de alttaki teorik tutum farklılıklarından kaynaklanan bir çatışma görüntüsü belirdi; nahoş bir tablo oluştu.

— Benim gördüğüm kadarıyla, Antisyonist Kongre’nin davet metni “Gelin bunları muhasebe edelim; yüzleşelim, konuşalım” diyor. Sivil topluma Türkiye’de bu nasıl gerçekleşecek? Bir web sayfanız var: www.antisiyonizmkongresi.org. Çok yeni, bir katılımcı/davetli listesi yayımlamışsınız. Bu süreçte nasıl bir şeyle karşılaştınız? Geniş bir kitleye davet götürmüşsünüz; bir kısmı gelememiş olabilir, bir kısmı gelmemeyi tercih etmiş olabilir. Süreci açıkça anlatır mısınız?

— Hocam, Sumud’dan döndükten sonraki tablo bile açık bir muhasebeyi icap ettiriyor. Politik bilincin Müslümanca nasıl revize edileceği başlı başına uzun bir tartışma olabilir. Ben kendi temenni ve duamı şöyle ortaya koyuyorum: Yaptığımız her söz veya iş, mevcut paradigmanın dışında alternatif bir alanı zorlamak üzere kurgulanırsa, bu işlerde taraf olmaya çalışan hiç kimse gündelik politik tavrın “mezesine” dönüşmemek için çaba gösterecektir.
Bir dilin içinde doğup büyüyoruz; bunu yeni birikim ve deneyimlerle aşmaya çalışıyoruz. Bu kongre, “Hâlihazırda sivil toplumun kriz alanları nelerdir — fikrî veya fiziki sınırlar dahil — bunlar nasıl aşılabilir? Bunu aşamamamızın sebebi gerçekten sivil olamamış olmamız mıdır?” sorularıyla, alışık olduğumuz paradigmanın dayattığı politik söylemlerin dışında bir muhasebenin sonucunu teklife dönüştürmeyi hedefliyor.
Çok geniş bir katılımcı kitlesine ulaştık; bazı sorular yalnızca cevap beklemez, muhatabını cevap vermeye icbar ettiği için de kıymetlidir. Bu kimi kesimleri rahatsız edebilir. Temel soru: “Neden sivil bile olamadık?”

— Sizce neden sivil bile olamadık?

— Şahsi kanaatim şu: Kastedilen anlamda sivil olmayı ancak bugünkü politik gündemin —ister muhalefet ister iktidar— dışında yeni bir söylem alanı zorlayarak başarabiliriz. 60’lar–70’lerde dergi çevrelerinin oluşumu “teorik bir karar”la değil; serüven içinde, söylem alanı olarak bir araya gelme ihtiyacından doğdu. 80’lerden bugüne, önce kitabevleri/yayınevleri, şimdi ise STK’lar bu merkezi oluşturdu. Bizim teklifimiz şu: Gazze’ye somut olarak dokunamadığımız bir gerçeklikte, mevcut yapısal ve fikrî sorunlarımızı nasıl aşarsak gerçek anlamda “sivillik” içeriğini doldurabiliriz?

— Bu sadece İslamcıların sorunu değil; solda da benzer bir kriz var. Sendikacılık, partiler, küçük Marksist partiler… Dernekler solda daha az işlev görüyor; İslamcı kesimde vakıf geleneği güçlü. “Genç Siviller” gibi liberal aktivizmler de oldu. Bu çeşitlilik Antisyonist Kongre’de, Sumud’da olduğu gibi yer bulacak mı?

— İlk görüşmelerde “uluslararası yapalım, farklı ideolojik kanatlara da mutlaka muhatap olalım” geri dönüşü aldık. Gazze söz konusu olduğunda, selim bir akılla muhasebe eden herhangi bir insan —hangi dine/ideolojiye mensup olursa olsun— buna rıza gösteremez. İlk kongrede farklı ideolojik cenahtan, vahşeti dert eden vicdanlı insanları davet ettik.
Ama şunu da biliyoruz: Önce kendi muhasebemizi ertelemeden yapmalıyız. Amerika’ya, İsrail’e, Avrupa’ya veryansın etmek kolay; fakat “Önce biz ne yapabildik? Ne yapmalıydık? Gücümüzün sınırları ne? Ne yapabiliriz?” sorularını sahici biçimde kendimize sormalıyız.
Konu sadece Gazze de değil; bugün Sudan’da yaşananlar, Suriye’de olanlar… En az 10 Gazze örneği var. Bu bilinç tüm sahaya ve tarihe yayılmalı. Öncelikli olarak, İslamcı yapıları, STK’ları, dernekleri, cemaatleri; yazarları-çizerleri, akademisyenleri, hatta sanatçıları birincil muhatap kabul ettik. Allah nasip ederse, bu söylem ve eylem alanı gündelik politikanın mezesine dönüşmeden kendini var kılabilirse, bu örneklik başka ideolojik yapılara da teklif edilebilir ve birlikte yürünecek bir zemin açılır.
Küçük bir not: Mısır yürüyüşü ve Sumud deneyiminden şunu gördük: Sadece Türkiye değil, “İslam coğrafyası” dediğimiz yerlerde katılımcıların kahir ekseriyetinin motivasyonu dini referanslar. Bizde katılımcıların %98–99’u böyleydi. Avrupa’da dini motivasyonla gelen de var; ateist olup gelen de var; Marksist olup kendi birikimi onu icbar ettiği için gelen de var. Türkiye’de bunun potansiyeli olduğuna inanıyoruz; inşallah başaracağız.

— Davet ettiklerinizin ne kadarı olumlu yanıt verdi?

— İlk listede yaklaşık 217 isim vardı; birebir davetlerle 270’e yaklaştı. Az sayıda isim, daveti kabul etmiş olsa da sağlık/program gerekçeleriyle katılamıyor. Diyebilirim ki yaklaşık üçte biri daveti kabul etti. Geri kalanların tamamı reddetmedi; “Bir gerçekleşsin, görelim” diyen çok kişi var.

— Peki nasıl gerçekleşecek? İlk olduğu için soruyorum: Katılımcılar tebliğ mi sunacak, atölye mi olacak? Bir hafta boyunca yöntem ne? Sonunda bildirge mi yayımlanacak, bir rota mı çizilecek? Bağlayıcı mı olacak?

— Adı “kongre” olsa da format ve yöntem özgün. Klasik panel/kongrelerde belirli sayıda konuşmacı ve moderatör olur; yüzlerce dinleyici dinler ve dağılır. Bizde yöntem şöyle ve davet metninde yazıyor:
Her oturum 20 kişilik olacak ve bu 20 kişi tebliğ sunacak katılımcıların kendileri.

•       1.  gün iki oturum, 2. gün iki oturum… Her gün iki oturum.
•   Aynı 20 kişi karşılıklı oturacak.
•   Birinci oturumda her katılımcı 7 dakikada sivil toplumun krizinin aşılmasına dönük kendi teklifini/deneyimini paylaşacak. Söz kesme ve soru-cevap yok; herkes birbirini dinleyip not alacak.
•   Ara (yemek/namaz) sonrası ikinci oturumda sadece katılımcıların birbirlerine soru yöneltme hakkı olacak; biz modere edeceğiz.

Bildiri konusunda kimseye dayatma yok; “altına imza atın” demeyeceğiz. Ortaya çıkacak teklif ve önerileri kongre boyunca not edeceğiz; tüm konuşmaları kayıt altına alıp kitaplaştıracağız. Sonuçların nasıl gerçekleştirileceği, iletişim ağlarının sürdürülüp yeni organizasyonlara dönüştürülmesi, katılımcıların beklentileri doğrultusunda kısa sürede geri bildirimlerle netleşecek. Kongrenin çıktısı, yapılma biçimiyle birlikte özgün bir örneklik olacak.

— Dışarıdan dinleyici olacak mı, yoksa kapalı oturum mu?

— Dinlenebilir; ancak baştan beri 20 kişilik karşılıklı konuşma düzenine odaklandığımız için salon kapasitesi dinleyici açısından 100 kişiyi geçmeyecek. Bu nedenle “gözlemci/dinleyici” olmak isteyenlerden isimlerini bildirmelerini istedik; kayıt alıyoruz. Ama bir kişi gelse ve dinlemek istese de kapımız açık.

— Çok teşekkür ederiz. Bize vakit ayırdınız.

- Advertisment -