Ana SayfaManşetYalım Eralp: Adaların kıta sahanlığı vardır, çözüm Adalet Divanı’na götürmek

Yalım Eralp: Adaların kıta sahanlığı vardır, çözüm Adalet Divanı’na götürmek

Emekli Büyükelçi Yalım Eralp, başta kıta sahanlığı ve Doğu Akdeniz’deki arama faaliyetleri olmak üzere Türkiye ile Yunanistan arasındaki gerilimi Serbestiyet’e değerlendirdi.

Türkiye ile Yunanistan arasında yıllardır çözülemeyen “kıta sahanlığı” anlaşmazlığı nedir?

1982 Deniz Hukuku Sözleşmesi var, Türkiye imzalamadı ama bu uluslararası hukukun bir parçası, çünkü birçok devlet imzaladı. Bunun beşinci kısmında, “suni adaların karasuları yoktur” deniyor. Bunun mefhum-u muhalifinden, suni olmayan adaların kıta sahanlığı ve karasularının olduğu ortaya çıkıyor. Yani bu adaların münhasır ekonomik bölgesi vardır Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne göre.

Yunanistan’ın, Yunan adalarının kıta sahanlıklarının olup olmadığına dair sorunun Uluslararası Adalet Divanı’nda çözülmesi gerektiği görüşünü savunduğu doğru mu?

Deniz Hukuku Sözleşmesi en karmaşık sözleşmelerden birisidir. Bu tür kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge ihtilafları olduğunda sözleşme bunu tarafların müzakere yoluyla halletmesini istiyor. Eğer halledilemez ise, birçok devletin yaptığı gibi bunun Divan’a gitmesi lazım. Çünkü burada bir egemenlik hakkı söz konusu. Divan’ın da bu konuda en yetkili organ olduğu biliniyor.

Bizim sıkıntımız şudur: Gerek Fransa’nın gerek Yunanistan’ın yaptığı hukuki olmadığı gibi, bizimki de hukuki değil. Çünkü tanınmıyor, bazı devletler tanımıyor. Nasıl biz tanımıyorsak haklı olarak Yunanistan’ın, şunun bunun “benim kıta sahanlığım  budur” lafını, onlar da bizimkini tanımıyor. Demek ki bunu iki taraflı/çok taraflı müzakere yoluyla halledeceksiniz. Halledemiyorsan, Adalet Divanı’na götürüyorsun. Bunun başka yolu yok.

Masaya oturmak Kıbrıs’ı tanımak anlamına gelmez

Türkiye bunu neden kabul etmiyor, bu tutum uluslararası toplum nezdinde Türkiye için dezavantajlı bir durum yaratmıyor mu?

Türkiye’nin bunu kabul etmemesinin, “etmiyoruz” demesinin bir sebebi var. Karşımıza Kıbrıs meselesi çıkıyor. “Müzakerelere Kıbrıs’la oturacağız, Kıbrıs’ı tanımış olmaz mıyız?” sorusu ortaya çıkıyor. Hatırlayacaksınız 2004 yılında Avrupa Birliği ile ilgili müzakerelerde bu gündeme gelmişti. Ben burada Türkiye Hükümetinin çekincesini fazla doğru bulmuyorum Kıbrıs bakımından. Niye? Tanıma, uluslararası hukukta ben tanıdım demekle olur. “Deklaratör”… deklare ederek olur.

Bir örnek vereyim size: 1937 yılında Nazi Almanyası Mançukia diye bir devlete silah sattı ama bu ülkeyi tanımıyorum dedi. Bugün dikkat ederseniz ABD, Tayvan’a silah satıyor ama Tayvan’ın Çin’in bir parçası olduğunu kabul ediyor. Yani hukukta bu konuda bu tür esneklikler var.

Aynı masaya oturabilirsin. Bu belki zımni bir tanıma anlamına yorumlanacaktır ama burada Kıbrıs Türklerinin hakları da var. Onun için diğer Kıbrıs temsilcisinin yanında bir Türk olacak ya da biz heyetimize dahil edeceğiz. Çünkü KKTC uluslararası hukukun bir subjesi değil. Bu işin bir yanı. Tabii öteki yanı çok karmaşık. Burada Libya var, Mısır var, Yunanistan var, Türkiye var, Lübnan var, İsrail var, Suriye var. Şimdi bütün bu devletlerin bulunduğu yerde kıta sahanlığı son derece çapraşık bir konu.

Bunun doğrusu, problemi müzakereler yoluyla çok taraflı uluslararası bir konferansla halletmek, ki ben Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri olsam böyle bir konferansa davet ederim. Çünkü bu egemenlik haklarıyla ilgili konular hassastır,  silahlı çatışmaya kadar gidebilir. Yahut da ilgili devletler medeni bir şekilde kendi aralarında konferans toplayabilir. Bir diğer ihtimal, BM Güvenlik Konseyi’nin Birleşmiş Milletler yasasının 33. maddesi uyarınca tarafları işi barışçı yollarla halle davet etmesidir. Konsey gerekirse yasasının 7. bölümü çerçevesinde taraflara zorlayıcı tedbirler uygulayabilir. 1907 Lahey hakemliğine de başvurulabilir, ya da Adalet Divanı’na götürürler. Hakemlik daha kısa bir yol, daha az sürer. Bu tür ihtilaflardan biri, zannediyorum Şili ve Venezuela arasındaydı, geçtiğimiz sene çözüldü; Divan sekiz yıl sonra karar verdi.

Çözüm Adalet Divanı’nda

Divan’a gitmek de “Hadi Divan’a gidiyoruz” denilerek olmuyor. Sorunu tarif eden ortak bir metin (compromis) yazıyorsunuz Divan’dan ne istediğinize dair. Compromis, ihtilaflı devletlerin ortak metnine denir. Bunu yazmak kolay bir şey değil. Zaten bunu yazabildiğiniz takdirde sorunun yüzde 75-80’ini halletmiş oluyorsunuz; tabii anlaşabilirseniz eğer, bir metin üzerinde mutabakata varırsanız… Ben varılabileceğini zannetmiyorum. Kolay değil. Nitekim Türkiye ile Yunanistan arasında 2004’ten beri devam eden gizli görüşmelerde böyle bir hal yoluna gidilemedi. Divan’a gidilmek istendi ama Yunanistan burada Deniz Hukuku Anlaşması’na göre gidecektir.

Hazırlanacak ortak başvuruda (compromis) Türkiye “adalet ve nesafet” kelimeleri üzerinde ısrarcı olabilir ve uluslararası camia bunu anlayışla karşılar.

1982 Deniz Hukuku Sözleşmesi’ni rahmetli Coşkun Kırca’nın imzalamamasının nedeni bu “adalet ve nesafet” kelimelerinin tam anlamıyla oturmamasıydı. Ama sen bunu isteyebilirsin ve Divan çoğu kez adalet ve nesafet kurallarına dikkat ediyor.

Çatışma ihtimali ve NATO: “AB Yunanistan’ı destekler”

İki NATO ülkesinin kıta sahanlığı sorunu nedeniyle sıcak bir çatışma içerisine girme ihtimali var mı, böyle bir şey olursa NATO’nun tutumu ne olur?

Bahsettiğim egemenlik haklarıyla ilgili mesele son derece hassas ve tehlikeli sorunlardır. Fransa ve diğerlerinin Doğu Akdeniz’de yaptıkları hukuki değil, bizim Libya’yla yaptığımız da değil. Çünkü ihtilaflı bir şey söz konusu olan. Dolayısıyla bunu çok ciddiye almak, diplomasi yoluyla, hukuk yoluyla halletmek lazım.

Yunanistan’ın diplomatik faaliyetlerinin Avrupa Birliği ülkeleri arasında etkili olduğu gibi bir izlenim var. En son Alman Dışişleri Bakanı, Türkiye’nin Doğu Akdenizdeki arama faaliyetlerini provokatif diye niteledi ve durdurulmasını istedi. Yunanistan da Avrupa Birliği’nden Türkiye’ye yaptırım uygulanmasını istiyor. Gerilim bu noktaya varabilir mi?

Avrupa Birliği ister istemez parçası olan Yunanistan’ı desteklemek isteyecek, bunu böyle kabul edelim. Avrupa Birliği üyesi olmanın önemi burada ortaya çıkıyor. Hatırlayacaksınız, yıllarca “Avrupa Birliği üyelik işi çok önemlidir” dedim. Sadece ekonomik bakımdan değil, Yunanistan’ı milyarlarca Euro’yla kurtardılar. Bir futbol maçı düşünün, karşı takımdan biri sizin takımdan birine tekme attı, fakat karşı takımın bütün oyuncuları kendi arkadaşlarını tutuyor. Bu da öyle. Yani bu işi diplomasi ve hukuk yoluyla halletmeye çalışmak lazım. Bunun dışındaki hareketler gerek Yunanistan ve diğerleri gerekse de bizim açımızdan son derece tehlikeli bir mecraya gider.

__________

Yalım Eralp

1939 yılında İstanbul’da doğdu. Liseyi New York’ta bitirdikten sonra Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne girdi ve 1962 yılında Dışişleri Bakanlığı’nda çalışmaya başladı. New York’ta Birleşmiş Milletler’de, Yunanistan’da, Roma NATO Savunma Koleji’nde ve Brüksel NATO Türk Delegasyonu’nda çeşitli görevlerde bulundu. Washington Türkiye Büyükelçiliği’nde müsteşar ve elçi müsteşar olarak görev yaptı. 1983-87 yıllarında Ankara’da Dışişleri Sözcülüğü, 1987-91 arasında Hindistan’da büyükelçilik yaptı.

Eralp 1991-1996 arasında Başbakan Yılmaz ve Başbakan Çiller’e danışmanlık yaparken Dışişleri’nde NATO İşleri Genel Müdürlüğü’nü yürüttü. 1996-2000 yılları arasında Viyana’da Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı nezdinde Türkiye’yi temsil etti.

2000 yılı Eylül ayında emekli oldu.  16 yıl CNNTürk’te dış politika konularında yorumculuk, Milliyet,  Habertürk, Tercüman gazetelerimde köşe yazarlığı yaptı. Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı’nda (TESEV) danışmanlık yaptı.  Halen Kültür Üniversitesi’nde diplomasi dersleri vermektedir. Aynı üniversitede Global Eğilimler Düşünce Merkezi Danışma Kurulu’ndadır. Halen Türk-Yunan Dostluk Derneği Defne/ Daphne’nin eşbaşkanlığını yapan Yalım Eralp, İngilizce ve Fransızca biliyor.

- Advertisment -