Haber şöyleydi:
“Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın alkol yasağı hakkındaki sosyal medyada geniş yankı uyandıran ‘Valiliklerin ferman niteliğinde genelgelerle yaşam tarzına müdahale etmesi, yeme içme kültürüne karşı uyguladığı yasakçı zihniyet, yetki saptırmasıdır, kabul edilemez bir durumdur’ açıklamasının doğru olmadığı, gerçeği yansıtmayan ifadelerin Tekel Bayileri Platformu Başkanı Özgür Aybaş tarafından gerçek gibi paylaşıldığı ortaya çıktı.”
Aybaş, daha sonra “İroni yapıyorsunuz ama gerçek sanılıyor, haber siteleri yer veriyor, binlerce insan yorum yapıyor, lütfen ironi olduğunu açıklayın” eleştirileri karşısında iki ‘savunma’ yaptı.
Savunmalardan birincisi muhalefetle (“Sesini çıkarmayan muhalefeti kendi iç siyasi kavgalarını bırakıp halkın vatandaşın talepleri için sesini yükseltmesi gerektiği için yaptım”), ikincisi medyayla (“E, diyorum işte, ortalık gazeteci, haberci diye gezen bir sürü aptal dolu”) ilgiliydi.
Özgür Aybaş’ın dikkat çektiği bu iki noktadan ikincisi malumun ilamı; o nedenle üzerinde durmaya gerek yok. Ama ‘muhalefet’ meselesi özellikle Serbestiyet’teki son yazıma (“‘Muhalefet siyaset yapmıyor’ çünkü iktidar icraatının teşhiri etkisiz ve anlamsız; bu benzersiz siyasi anomali nasıl oluştu?”, 16 Eylül) değen yönüyle ilginç ve onun üzerinde biraz durmak istiyorum. Fakat burada bana asıl önemli ve ilginç görünen bunlar değil. Asıl önemli ve ilginç nokta, Erdoğan’ın “yeme-içme kültürü (bunu tabii ‘alkollü içki’ bağlantısıyla düşünmek lazım) hakkındaki ‘özgürlükçü’ çıkışını yorumlayan seküler sosyal medya kullanıcılarının neredeyse tamamının Erdoğan’ın bu fazla radikal sözleri sarf etmesinde bir inandırıcılık sorunu görmemesiydi. Bizatihi bunun ve ilaveten yaptıkları yorumların içeriğinin muhalif ruh halini anlamada önemli ipuçları barındırdığını düşünüyorum.
Yine bu sözlerin gerçek sanıldığı o birkaç saatte iktidar seçmenlerinin Erdoğan’a sessiz onayları da üzerinde durulması gereken bir başka nokta; özellikle de benzer bir durumda muhalif seçmenlerin kendi partilerine karşı yönelttiği ani, hızlı ve sert tepkilerle karşılaştırıldığında…
Nihayet, Erdoğan’ın sözleri gerçek olsaydı, ‘azarlanan’ valilerin muhtemel duyguları hakkında da bir şeyler söylemek istiyorum.
Elimizde herhangi bir açıklama yok ama Erdoğan’ın ‘eleştirilerinin’ muhatabı olan valilerin de cumhurbaşkanının ‘özgürlükçü’ çıkışını duyuran haberi ilk saatlerde gerçek sanmış olması kuvvetle muhtemel. Peki ‘Erdoğan’ın sözleri’ni okuyunca acaba onlar ne hissetti? Fakat madem elimizde somut veri yok, valiler hakkındaki soruyu varsayımsal soralım: Valiler, Cumhurbaşkanı tarafından gerçekten de yasakçılıkla suçlansaydı ne yaparlardı? Ödleri mi kopardı, yoksa hiçbir tedirginlik duymaz, gülüp geçerler miydi? (soruya ani ve hızlı tepki vermeyiniz!)
Şüpheniz olmasın ki ikinci şık geçerli olurdu.
Şimdi, ilk birkaç saatte o sözlerin Erdoğan’a ait olduğuna inanan iktidar muhaliflerinin ve iktidar muvafıklarının tepkilerine ve o tepkilerin bize ne söylediğine, ardından da valilerin muhtemel tepkilerine dair bana ait “gülümseyip geçerlerdi” spekülasyonuna bakalım…
Muhalefet seçmeni o sözleri Erdoğan’ın söyleyebileceğine inandı, çünkü…
Özgür Aybaş, amacının “sesini çıkarmayan” muhalefeti teşhir etmek olduğunu söylüyor ve onu iç kavgalarını bir kenara bırakıp iktidarı teşhir etmeye çağırıyor.
Fakat problem şurada ki, “Valiliklerin ferman niteliğinde genelgelerle yaşam tarzına müdahale etmesi, yeme içme kültürüne karşı uyguladığı yasakçı zihniyet”e karşı muhalefet liderlerinin sözlerinin hiçbir etkisi yok ve dolayısıyla anlamsız (bunları, yukarıda sözünü ettiğim son yazımda anlatmıştım). Bir de Erdoğan’ın tek cümlelik eleştirisinin yarattığı etkiyi düşünün.
Yani mesele basitçe muhalefetin iktidarın yasakçı uygulamalarını kendi iç kavgası nedeniyle eleştirmemesi değil, çünkü biliyoruz ki eleştirince suya yazılmış gibi oluyor, bir etki yaratmıyor. Problem, muhalefetin sözünün muhalif seçmenler tarafından bile ‘alımlanmadığı’, buna karşılık kendi kendisini eleştiren iktidara kulağının daha açık olduğu garip bir siyasi atmosferin hâkim olmasında.
Peki, muhalif sosyal medya kullanıcıları o fazla radikal sözlerin Erdoğan’a ait olduğuna o kadar kolayca nasıl inanabildi?
Bunun da bir rasyonel (deneye-tecrübeye dayanan) bir de duygusal (tepkisel) nedeni var.
İnandılar, çünkü Erdoğan’ın seçim kazanmak için başvurmayacağı herhangi bir şey olmadığını tecrübeyle öğrenmişlerdi. Gerçekten de, Erdoğan İstanbul’u ve belki İzmir’e kazanmak için “yeme-içme kültürü” seküler temelli olan seçmenlerin oyuna ihtiyaç duyuyor ve onların kalbini kazanmanın bir yolu da ‘valilerin’ bu işlere karışmamasından geçiyor.
Doğrusunu isterseniz haberi ilk duyduğumda ben de, seçimi kazanmak isteyen bir Erdoğan’ın her şeyi söyleyebileceğini bildiğimden “söylemiş olabilir” dedim, ani ve hızlı bir tepkiyle “yok artık, uydurma bu” demedim.
Muhalif sosyal medya kullanıcılarının Erdoğan’ın sözlerine ‘uydurma’ deyip geçmemelerindeki duygusal (tepkisel) boyuta gelince… İnandılar ya da inanmış gibi yaptılar, çünkü buradan partilerini dövmek için yeni bir gerekçe ürettiler. (“Muhalefet konuşmayınca, ne yapsın adam, muhalefeti de kendisinin yapması gerektiğini düşünmüş olmalı” gibi).
İktidar seçmeni (de) o sözleri Erdoğan’ın söyleyebileceğine inandı, çünkü…
İktidar seçmeni de o sözlerin ‘Reis’e ait olduğuna özünde aynı nedenle inandı: Erdoğan pragmatizminin herhangi bir sınırının olmadığı bilgisine onların da sahip olması nedeniyle…
Fakat burada önemli bir nokta daha var: İktidar destekçileri sadece buna inanmakla yetinmediler, itiraz da etmediler. Bundan bir kez daha anlıyoruz ki, iktidar partisinin seçmeniyle ta başında yaptığı zımnî anlaşma hâlâ güçlü bir biçimde devrededir: “Ey seçmenim, bazen seçim kazanmak için senin hoşuna gitmeyecek şeyler söyleyebilir, vaatlerde bulunabilirim. Lütfen böyle durumlarda sakin kal, unutma ki seçimi sadece ne olursa olsun bana oy verecek olan sizlerle kazanamayız…”
Birkaç on yılı kaybettikten sonra muhalefet de seçim kazanmanın bu ‘olmazsa olmaz’ını öğrendi, Kılıçdaroğlu’nun sabırlı gayretiyle yol da aldı ama, malum, işin sonu iyi gelmedi. Ve tabii büyük umutlar bağlanan bir yöntem sonuç getirmeyince fatura sadece siyasi partilere ve kadrolara değil, yöntemin kendisine de kesildi, kötü oldu.
Valilerin ödü mü kopardı, gülüp geçerler miydi?
Valiler hakkındaki sorumuz da şöyleydi: “Valiler Cumhurbaşkanı tarafından gerçekten de yasakçılıkla suçlansaydı ne yaparlardı? Ödleri mi kopardı, yoksa hiçbir tedirginlik duymaz, gülüp geçerler miydi?”
Yukarıda dediğim gibi, hiç kuşkum yok, gülüp geçerlerdi… Aynı nedenle:
- Sayın valim, gördünüz mü sayın cumhurbaşkanımızın sözlerini?
- Gördüm, gördüm, telaşlanacak bir şey yok. Sayın cumhurbaşkanımız İstanbul’u, hatta belki İzmir’i almayı kafasına koymuş belli ki. Retorik, retorik! Bizimle bir ilgisi yok.
Bir soru daha sorarak bitiriyorum: Erdoğan, sosyal medyadaki muhalif hesapların olumlu tepkilerinden kalkarak seçime doğru “söyleyeyim bari şunu” der mi? Hatta inandırıcı olsun diye “yeme-içme kültürü” ya da festival yasaklama konularında en şöhretli birkaç valiyi de harcamayı göze alır mı?
Ben cevabımı yukarıda verdim: Seçim kazandıracağına inanırsa Erdoğan her şeyi söyleyebilir.