İstiklal Caddesi, Türkiye’nin en kozmopolit, dünyaya açık, şenlikli, muhalif kamusal alanı. Birkaç asırdır çeşitli formlar alsa da, bazen bu özelliklerinden bazıları azalsa da önemi değişmiyor
Bu yüzden medyada Türkiye toplumu üzerine öznesi belirsiz haberlerde hâlâ İstiklal Caddesi’ndeki kalabalıkların video ve fotoğrafları kullanılır.
Çünkü bu cadde hâlâ Türkiye toplumunun kalbi.
İstiklal Caddesi’nin ortasında patlatılan bir bombanın da Türkiye’ye bir mesajı olduğu, bütün toplumun güven duygusunu hedeflediği açık.
Son saldırı ve sonrasında olan bitenlerde de şüphe çekici çok fazla nokta var.
Ama saldırı sonrası cevap en popüler ve kestirme açıklamada; 2015 yılındaki çifte seçimler arasında yaşanan terör saldırıları komplo teorisinde bulundu.
Bu artık doğruluğundan şüphe edilmeyen teoriye göre, 7 Haziran’da tek başına iktidar olamayan AK Parti, bu terör saldırıları sayesinde 1 Kasım’da yüzde 49’la tek başına iktidar oldu.
Daha açıkça iddia edilen şu:
AK Parti iktidarı, çoğunluğu kaybettiği 7 haziran seçimleri sonrası toplumu korkutmak, güvenlik kaygılarını artırmak ve seçimi kazanmak için terör saldırılarını organize etti ya da bunların olmasına göz yumdu.
7 Haziran-1 Kasım arasında meydana gelen şu terör saldırıları bu komplonun bir parçası olarak görülüyor:
20 Temmuz: Suruç’ta IŞİD’li canlı bomba kendisini patlattı. 33 kişi hayatını kaybetti.
22 Temmuz: Ceylanpınar’da iki polis, evlerinde uyurken öldürüldü. Saldırıyı PKK üstlendi.
23 Temmuz: IŞİD, Kilis’te sınırdan ateş açtı bir astsubay öldü. Diyarbakır’da bir polis PKK tarafından öldürüldü.
20 Ağustos: Lice’de 4 asker öldürüldü. Bir gün sonra Siirt’te yola döşenen patlayıcılar askeri aracın geçişi sırasında patlatıldı, 8 asker hayatını kaybetti.
5 Eylül: Cizre’de sokağa çıkma yasağı ilan edildi. 20’ye yakın sivil çatışmalarda öldü.
6 Eylül: Dağlıca’daki PKK saldırısında 16 asker öldü.
8-9 Eylül: Iğdır’da gümrük kapısını koruyan polislere yönelik saldırıda 13 hayatını kaybetti.
10 Ekim: Ankara Gar’daki barış mitinginde iki ayrı bombanın patlaması sonucu 102 kişi hayatını kaybetti. Saldırganlar IŞİD’li çktı.
7 Haziran-1 Kasım arası komplosundan herkes o kadar emin ki, dün bir ara dönemin başbakanı Davutoğlu’nun adı, onu gerçekleri açıklamaya çağıranlar sayesinde sosyal medyada TT bile oldu.
(Davutoğlu’nun o meşhur açıklamasında ne dediğini daha önce yazmıştık.)
2015 ve 2016 yıllarının içinden 7 Haziran-1 Kasım aralığını kesip alınca ve sadece Türkiye’ye bakınca, çifte seçimlerle bu saldırılar arasında bir bağlantı kurmak da mantıklı görünüyor olabilir.
Peki ya sadece bu aralığa değil 2015 ve 2016’nın tamamına ve sadece Türkiye’ye değil dünyaya bakarsak?
2015 ve 2016 yıllarında bütün dünya IŞİD ve El Kaide saldırılarının hedefindeydi.
Sadece 7 Haziran-1 Kasım arasında da değil.
Tarihi biraz geri sarıp hatırlayalım:
El Kaide bağlantılı teröristlerin Paris’te Charlie Hedbo dergisini basıp 12 kişiyi öldürdüğü, dünyayı sarsan saldırının tarihi 7 Ocak 2015’ti.
14 ve 15 Şubat’ta radikal İslamcı teröristlerin Kopenhag’da bir kafe ve sinagoga yönelik saldırılarında iki kişi hayatını kaybetti.
18 Mart’ta Tunus’ta bir IŞİD’li müze önünü taradı, 18’i turist 21 kişi hayatını kaybetti.
22 Mayıs’ta IŞİD, Suudi Arabistan’da bir Şii camiine saldırdı, 22 kişi öldü.
Bu sırada ABD ve Fransa’da başarısız IŞİD saldırıları da yaşandı.
Ve Türkiye.
Herkes 7 Haziran – 1 Kasım arasındaki terörden bahsetse de, IŞİD’in Türkiye’de 2015’teki ilk saldırısı 5 Haziran 2015 günü HDP’nin Diyarbakır mitingine yönelikti ve bu saldırıda dört kişi hayatını kaybetmişti..
Herhalde o saldırı da seçimlerde AK Parti’nin oyunu artırmak için yapılmamıştı.
Peki, 7 Haziran – 1 Kasım arasında Türkiye’de büyük terör saldırıları olurken dünyada neler olmuştu?
Biraz da onları hatırlayalım.
26 Haziran’da Kuveyt’in başkentindeki bir Şii camiinde kendini patlatan İŞİD’li canlı bomba 27 kişiyi öldürdü.
Aynı gün IŞİD Tunus’un Sousse şehrindeki bir plaja saldırdı, çoğu İngiliz turist 40 kişi öldü.
21 Ağustos’ta Paris-Amsterdam treni tarandı, üç kişi yaralandı.
31 Ekim’de IŞİD’in Mısır kolu, Saint Petersburg – Şarm El Şeyh uçağını düşürdü, 224 yolcu hayatını kaybetti.
Dünyadaki IŞİD saldırıları 1 Kasım seçimlerinden sonra da sürdü.
4 Kasım’da yalnız kurt bir IŞİD teröristi Kaliforniya Üniversitesi’nde önüne gelenleri bıçakladı, dört kişi ağır yaralandı.
12 Kasım’da IŞİD’in Beyrut saldırısında 89 kişi öldü.
13 Kasım 2015’de Fransa tarihinin en büyük terör saldırısı Paris’te meydana geldi. 35 dakika içinde aralarında stadyum, kafeler ve bir konser salonun da olduğu altı farklı yere aynı anda düzenlenen bombalı ve silahlı terör saldırılarında 137 kişi hayatını kaybetti, 368 kişi yaralandı.
2 Aralık’ta Kaliforniya’daki bir yoksul bakım evine saldıran karı-koca IŞİD’li teröristler 16 kişiyi öldürdü.
5 Aralık’ta Londra metrosunda bir IŞİD’li üç kişiyi bıçakladı.
Bugün kimse hatırlamıyor olsa da, 1 Kasım seçimlerinin ardından, yani AK Parti tek başına iktidara geldikten sonra da Türkiye’deki terör saldırıları da hız kesmeden sürdü.
Hattâ belki de Türkiye tarihinin en korkunç terör dalgası 1 Kasım seçimleri sonrasında yaşandı.
12 Ocak 2016’da IŞİD canlı bombası Sultanahmet’te kendini patlattı ve 14 kişi hayatını kaybetti.
19 Mart 2016’da yine İstiklal Caddesi’nde IŞİD canlı bombası kendisini patlattı ve beş insan hayatını kaybetti.
17 Şubat’ta bu kez PKK canlı bombası Ankara Merasim Sokak’ta Genelkurmay Karargahı personellerini taşıyan servis araçları arasında kendini patlattı, 30 kişi hayatını kaybetti.
13 Mart’ta PKK’nın canlı bombası yine Kızılay’da bir otobüs durağına bomba yüklü araçla saldırdı, 38 insan hayatını kaybetti.
7 Haziran’da PKK İstanbul Vezneciler’de bomba patlattı, 11 kişi hayatını kaybetti.
28 Haziran’da bu kez IŞİD militanları Atatürk Havalimanı’nda kalabalığın üzerine ateş açıp, kendilerini patlattı, 48 kişi hayatını kaybetti.
Bu saldırılar olurken IŞİD’in dünyadaki saldırıları da sürüyordu. Yani saldırılar yine Türkiye’ye özgü değildi.
22 Mart 2016’da Brüksel’de havalimanı ve metro dahil dört ayrı noktaya düzenlenen eş zamanlı IŞİD saldırılarında 35 kişi öldü.
8 Haziran’da Tel Aviv’de bir restorantı basan IŞİD militanları dört kişiyi öldürdü.
12 Haziran’da Florida Orlando’daki bir gece kulübüne girip tarayan IŞİD teröristi 50 kişiyi öldürdü.
14 Temmuz’da Fransa’nın Nice şehrinde Bastille Günü kutlama kalabalığının arasına kamyonla dalan IŞİD militanı 86 kişiyi öldürdü.
22 Temmuz’da Münih’te alışveriş merkezini silahla basan IŞİD’li dokuz kişiyi öldürdü.
19 Aralık’ta Berlin’deki yılbaşı panayırına araçla giren IŞİD teröristi 15 kişiyi öldürdü.
Liste böyle uzayıp gidiyor.
Türkiye’deki IŞİD ve PKK saldırıları 15 Temmuz darbe girişiminin ardından da sürmüştü.
20 Ağustos’ta Antep’te bir Kürt düğününün ortasında kendisini patlatan IŞİD militanı 54 kişinin ölümüne neden oldu.
10 Aralık’ta İnönü Stadyumu önünde bekleyen polis aracına yönelik PKK saldırısında 44 kişi hayatını kaybetti.
17 Aralık’ta bu kez Kayseri’de askerleri taşıyan araca yönelik PKK saldırısında 14 kişi hayatını kaybetti.
Hattâ Türkiye, 2017 yılına da 31 Aralık gecesi Reina’yı basan ve 38 kişiyi öldüren IŞİD’in terör saldırısıyla girmişti.
Bu saldırılar olurken iktidarda AK Parti vardı ve görünürde bir seçim de yoktu.
Bu saldırılar olurken ne Fransa’da, ne ABD’de, ne Almanya’da, ne Belçika’da seçimler vardı.
Bu ülkelerin hepsinde bu terör saldırıları sonrası iktidarlar istihbarat ve güvenlik zaafları yüzünden suçlandı.
Ama radikal uç kesimler dışında kimse bu saldırıları bu devletlerin organize ettiğini iddia etmedi.
Türkiye’de ise ana akım televizyonlarda bile kesin bilgi gibi anılan, siyasetçilerin rahatça telaffuz ettiği ve bahsedilince herkesin “Evet” dediği bir 7 Haziran- 1 Kasım komplosu var.
Evet, 7 Haziran’dan 1 Kasım’a beş ayda AK Parti’nin oyunu artıran iki faktörden biri muhalefetin anlaşıp koalisyon kuramaması ise, diğeri terör saldırılarıyla artan güvenlik kaygısı ve bayrak altında toplanma refleksiydi.
Ama sonuçtan sebebe varmak, “AK Parti iktidarına yaradı, demek ki onlar yaptı” demek çok basit bir akıl yürütme tarzı.
Herhalde o yüzden de anlaşılması ve popülerleşmesi kolay. Ona karşı çıkmak ise zor.
Ama bir iktidarın iktidarını korumak için kendi vatandaşlarını öldürebileceğine inanabilenlerin, sonra Erdoğan’ın karşısında seçimlerde kim en çok oy alabilir gibi rutin siyasi tartışmalara dönebilmesi, saflık değilse ancak şizofrenik bir hal olabilir.
Ama 7 Haziran – 1 Kasım komplo teorisine olan bu imanın sebebi, şizofroniden çok bir kaçış.
Çünkü bunun alternatifi “Biz nerede yanlış yaptık” sorusuna cevap vermeyi gerektiren bir siyasi yüzleşme ve çetin bir muhasebe.
Bu muhasebeden kaçınca kötü muhalefet de kaçınılmaz oluyor.
Halbuki böyle bir terör saldırısı sonrası iktidarları eleştirebilecek daha rasyonel, daha mantıklı nedenler var.
Mesela son saldırıda şüphelenilecek çok nokta, sorulacak çok soru var.
Nasıl olur da askeri kamuflaj pantalonlu, siyah uzun botlu bir kadın İstiklal Caddesi’ne gelip bomba yerleştirir, sonra oradan koşarak uzaklaşır, CCTV kameralarınca izlendiğini unutup bir eve gidip oturur ve ertesi gün kameralar eşliğinde kıskıvrak yakalanır?
Yüzü makyajlı, kolunda dövmeler, üzerinde mor bir New York yazılı sweatshirtle yakalanırken büyük bir şaşkınlık yaşayan bu terörist, ilk sorgusunda PKK tarafından Suriye’de eğitilmiş bir militan olduğunu neden hemen itiraf etti?
İçişleri Bakanı, teröristin İstanbul’da yakalanmasa Yunanistan’a geçmeye hazırlandığını anında nasıl tespit edip, saldırı yüzünden ABD’yi suçladı?
Sonra da PKK neden saldırıyla ilgisi olmadığını açıkladı?
Ama bütün bu soruları sormak yerine “7 Haziran – 1 Kasım arasındaki gibi devlet yaptı” deyince, kaotik bir atmosfer yaratmak isteyen bir dış istihbarat operasyonundan, Türkiye’ye verilmiş bir mesaja ya da PKK’nın Türkiye’deki seçim sürecini ve siyasetin güçlenmesini baltalama isteğine kadar ihtimaller de devre dışı kalmış oluyor.
Belki de terörün amacı tam olarak budur…