14 Mayıs seçimlerinde Can Atalay, Türkiye İşçi Partisi’nden Hatay milletvekili seçildi.
Atalay, seçildiği sırada meşhur Gezi davasından ötürü tutuklu olarak yargılanıyordu ve mazbatasını alır almaz Anayasanın 83. maddesinde düzenlenen yasama dokunulmazlığına kavuştu.
İlgili maddenin ikinci fıkrasına göre, “Seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclisin kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz. Ağır cezayı gerektiren suçüstü hali ve seçimden önce soruşturmasına başlanılmış olmak kaydıyla Anayasanın 14 üncü maddesindeki durumlar bu hükmün dışındadır. Ancak, bu halde yetkili makam durumu hemen ve doğrudan doğruya Türkiye Büyük Millet Meclisine bildirmek zorundadır.”
Anayasanın 14. Maddesi ise şu şu hükümleri ihtiva ediyor:
“(1) Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz.
(2) Anayasa hükümlerinden hiçbiri, Devlete veya kişilere, Anayasayla tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesini veya Anayasada belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlanamaz.
(3) Bu hükümlere aykırı faaliyette bulunanlar hakkında uygulanacak müeyyideler, kanunla düzenlenir.”
Yani, dokunulmazlığın olmaması için iki durumdan birinin olması gerekiyor.
Ya bir suçüstü hâli. Ya da soruşturmasına seçimden önce başlanmış olmak kaydıyla, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler içinde bulunmak.
Bunun dışındaki hâllerde bir milletvekilinin dokunulmazlığı Meclis tarafından kaldırılmadıkça o milletvekili yargılanamaz.
Atalay milletvekili seçilmesinden sonra yargılamanın sürdüğü temyiz mahkemesine başvurarak tahliye edilmesini ve yargılamanın durmasını talep etti.
Normal şartlarda yargılama durmalı ve Atalay tahliye edilmeliydi.
Çünkü Anayasanın ilgili hükümleri bu şekildeydi.
Ancak mahkeme talebi reddetti ve Atalay tahliye edilmedi.
Mahkeme, Atalay hakkındaki yargılamanın konusunun Anayasanın 83. maddesinde işaret edilen Anayasanın 14. maddesindeki yasama dokunulmazlığı ile ilgili istisnalara girdiğini ve bu nedenle tahliye kararı veremeyeceğini belirtti.
Yargıtay, Anayasa koyucunun, hangi suçların 14. madde kapsamına gireceğine ilişkin somut bir niteleme yapmayarak bunun belirlenmesini bilinçli olarak bu durumu yargı organlarına bıraktığını iddia etti.
Hâlbuki daha önce Anayasa Mahkemesi (AYM), Ömer Faruk Gergerlioğlu ile ilgili verdiği hak ihlâli kararında, Anayasanın 14. Maddesinin son fıkrasında Anayasa koyucunun “Bu hükümlere aykırı faaliyette bulunanlar hakkında uygulanacak müeyyideler, kanunla düzenlenir” hükmüyle “Anayasanın 14 üncü maddesindeki durumlar” ibaresinin belirliliğini sağlama görevini kanun koyucuya verdiğini verdiğini, yorum yoluyla bu yetkinin yargı organlarınca kullanılamayacağını söylemişti.
Fakat Yargıtay, Anayasa Mahkemesinin bu konudaki içtihatlarını görmezden gelerek tahliye talebini reddetti.
Bireysel Başvuru
Bunun üzerine Atalay, yargılamada durma talebinin reddedilerek yargılamaya devam edilmesi nedeniyle seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkının, tahliye talebinin reddedilmesiyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlâl edildiği iddiasıyla bireysel başvuru ile Anayasa Mahkemesine başvurdu.
Başvurudan kısa bir süre sonra da Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Atalay hakkındaki mahkumiyet kararını onadı. Böylece karar kesinleşti.
AYM, tahliyenin reddi kararında belirtilen Anayasanın 14. maddesindeki durumlarla ilgili nitelemenin yargı organlarına bırakıldığını söyleyen Yargıtay’ın iddialarına katılmadığını belirtip Anayasanın 83. maddesini gerekçe göstererek önceki kararlarına atıfla Can Atalay hakkında
“i. Yeniden yargılama işlemlerine başlanması,
ii. Mahkûmiyet hükmünün infazının durdurulması ve ceza infaz kurumundan tahliyesinin sağlanması,
iii. Başvurucunun hükümlü statüsünün sona erdirilmesi,
iv. Yeniden yapılacak yargılamada durma kararı verilmesi” şeklinde hak ihlâli kararı verdi.
İlgili karar üzerine Atalay’ın avukatları dosyanın bulunduğu yerel mahkeme olan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesine başvurdular.
Yerel mahkeme üzerindeki sorumluluğu atmak için tahliye talebini reddederek dosyayı, temyiz incelemesinin sürdüğü Yargıtay 3. Ceza Dairesine gönderdi.
Bunun üzerine Yargıtay’daki skandallar zinciri başladı.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı 03 Kasım 2023 tarihinde 3. Ceza Dairesine gönderdiği mütalaada, AYM’yi yargısal aktivizm ve yerindelik denetimi yapmakla eleştirip tahliye talebinin reddi ya da kabulünün ilgili ceza dairesinde olduğunu belirtti.
Yargıtay 3. Ceza Dairesi de mütalaayı esas alarak AYM kararının Anayasaya aykırı olduğunu, AYM’nin “süper temyiz mahkemesi” olmadığını ve yetkisini aştığını belirterek hem tahliye talebini reddetti hem de AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bulundu.
Yargıtay kararındaki problemli alanlar
Yargıtay kararı, üç temel konuda problemlere sahip.
Bunlardan birincisi, AYM’nin “yerindelik denetimi” yaptığı iddiası, ikincisi mahkemeye yönelik “yargısal aktivizm” eleştirisi, üçüncüsü de AYM’nin kendisini “süper temyiz mahkemesi” olarak gördüğü iddiası.
Öncelikle “yerindelik denetimi”ne bir açıklık getirelim.
Anayasanın 125. maddesinin 4. fıkrasında belirtildiği üzere, “Yargı yetkisi, idarî eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlı olup, hiçbir surette yerindelik denetimi şeklinde kullanılamaz. Yürütme görevinin kanunlarda gösterilen şekil ve esaslara uygun olarak yerine getirilmesini kısıtlayacak, idari eylem ve işlem niteliğinde veya takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı verilemez.”
Yine 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun 50. maddesinin 1. fıkrasına göre, “Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez.”
İdari yargı organları, yasama kurumunun ve yürütmenin (en geniş anlamıyla idarenin) siyasi tercihlerine karışamazlar.
Bu yargı organları hukuksal denetim yapabilirler ama yerindelik denetimi yapamazlar.
AYM kararını eleştirenler, AYM’nin yerindelik denetimi yaptığını iddia ediyorlar.
Yukarıda da görüldüğü üzere “yerindelik denetimi” idare hukukuna ait bir kavram olup kavramın ceza hukukuyla bir ilgisi yoktur.
AYM, yargılamanın durmaması ve Atalay’ın tahliye edilmemesi ile ilgili bir hüküm kuruyor.
Dolayısıyla “yerindelik denetimi” ile ilgili dile getirilen eleştirilerin hepsi konudan bağımsız olup anlamsız eleştiriler ve suçlamalardır.
Yargıtay’ın bir diğer eleştirisi de siyasi aktivizm etrafında şekilleniyor.
Yargıtay, AYM’yi siyasi aktivizm yapmakla suçluyor.
Bunu yaparken de Anayasa Mahkemesi üyesi Prof. Dr. Yusuf Şevki Hakyemez ile anayasa hukukçusu merhum Prof. Dr. Ergun Özbudun’un makalelerine atıfta bulunuyor.
Ancak her iki ismin de makaleleri pek ustaca olmayan bir şekilde manipüle ediliyor.
Yargısal aktivizm en geniş anlamıyla, yasama ve yürütmenin yetkilerini gasp ederek yargıçlarıın kişisel politik tercihlerini dayatmaları anlamına gelir.
AYM, son kararında Anayasanın 14. maddesi konusunda karar mercii olarak Meclis’i işaret ederken Yargıtay, Anayasanın yorumlanması işini kendisi üstleniyor.
Eğer bir yargısal aktivizmden bahsedilecekse bunu yapan Yargıtay’dır, AYM değil.
Son olarak bahsedebileceğimiz problemli alan da Yargıtay’ın AYM’nin kendisini süper temyiz mahkemesi olarak gördüğü iddiası.
Yargıtay kararında,
“Bununla birlikte, Anayasa’nın 14. maddesinde sayılan durumlar kapsamındaki mutlak terör suçu olan Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya tesebbüs etme suçu nedeniyle Anayasa’nın 83/2 maddesinde düzenlenen yasama dokunulmazlıgından faydalanamayacak olan hükümlü Serafettin Can Atalay hakkında kurulan mahkumiyet hükmü yönünden temyiz incelemesi tamamlanmıs olup; bireysel basvurunun yeni bir itiraz veya temyiz yolu olmadıgı ve Anayasa Mahkemesi’nin Yargıtay gibi yüksek bir mahkemenin kararını her türlü hukuka aykırılık sorunu yönünden inceleyebilecek olan bir süper temyiz makamı olmadıgı halde, temyiz mahkemesi olan Dairemizin kararını, yeniden yargılama görüntüsü altında dosyanın esasına da girip, adeta bozmak suretiyle kendisine yasal dayanaktan yoksun, gereginden fazla ve yasal yetkisini asacak sekilde anlam yükledigi anlasılmıstır. Bu haliyle bireysel başvuru, temel hak ve özgürlüklere yönelik hukuka aykırı müdahalelerin kanun yollarında giderilememesi halinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir hak arama yoludur. Olağan veya olağanüstü kanun yolu değildir. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi, adli ve idari mahkemelerce verilen kararları bozan bir mahkeme olmadığı gibi istinaf ve temyiz merci olarak davaları yeniden incelemeye yetkili bir makam da değildir.”
ifadeleri kullanılarak AYM’nin esasa girdiği ve böylece süper temyiz mahkemesi gibi davrandığı iddia edilmiş.
Ama AYM kararında sadece seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlâl edilip edilmediğiyle ilgilenmiş, dosyanın esası hakkında bir fikir ifade etmediği gibi bununla ilgili bir hüküm de kurmamış.
Ancak hem Yargıtay 3. Ceza Dairesinin kararında hem de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeni anayasa çıkışından sonra Yargıtay’ın yaptığı açıklamada bu iddia ısrarla sürdürüldü.
Bu manipülasyonla AYM’nin yetki aşımı yaptığı algısı oluşturulmaya çalışılıyor.
AYM, Can Atalay’la ilgili yargılamadaki deliller ve vakıalarla ilgili bir hüküm kurmuyor.
Fakat Yargıtay, hukuksuz bir şekilde alınan tahliye kararına geçerlilik kazandırmak için böyle bir manipülasyona başvurmaktan çekinmiyor.
Üstelik manipülasyon yapmakla da yetinmiyor, Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunuyor.
Yargı kararıyla Anayasa’nın yok sayıldığı bir döneme denk geldik.