Ceza Muhakemeleri Kanununun (CMK) 100. Maddesinin 3. Fıkrasında sayılan suçlar açısından tutuklamanın gerçekleşebilmesi için “kuvvetli şüphe”nin varlığı yeterli. Şu an Meclis’te bulunan, kamuoyunda 4. Yargı paketi olarak bilinen yasa teklifi ile ise kuvvetli şüphe yerine somut delillerin olması şart koşuluyor.
CMK’nın 100. Maddesinde sayılanlar arasında örgüt suçları, devletin güvenliğine yönelik suçlar gibi suçlar var. Onlar açısından “somut delil” aranması “kuvvetli şüphe” aranmasından daha iyi. Ne var ki uygulamada bu suçlar açısından herhangi bir somut delil sorunu yaşanmıyor. Örneğin ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gereken çokça tweet örgüt suçları açısından delil kabul ediliyor. Politik atmosfer hukukun “somut delil” gibi kadim ilkelerini kolaylıkla istismar ediyor.
Fakat CMK’nın 100. Maddesinde sayılan suçlar arasında öyleleri var ki, bunlarda, tutuklama için bundan böyle “kuvvetli şüphe”nin yetmeyeceğini, “somut delil” aranacağını söylemek çok büyük hukuk problemlerine, büyük mağduriyetlere kapı aralamak demek.
Bu suçlar arasında işkence, kasten öldürme, cinsel saldırı ve çocukların cinsel istismarı gibi maddeler yer alıyor. Bu durumda yeni teklif yasalaşırsa özellikle çocukların ve kadınların mağduru olduğu suçlarda tutuklama neredeyse istisna haline gelecek. 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine dair kanunda tedbir kararı için somut delil aranmasa da soruşturma aşamasındaki tutukluluk önlemi için bu şartın getirilmesi, faillerin tutuksuz yargılanması ve mağdurlar için tehlikenin devam etmesi sonucu doğurabilir.
Yasada böyle bir düzenleme yapılması, özellikle İstanbul Sözleşmesi’nin de feshedilmesinin ardından aile içi şiddet karşısında korumasız kalanları daha da korunmasız kılabilir. Tutuklama tedbirine baş vurulmaması şiddetin ve ölümlerin artmasına sebep olabilir.
Hatırlatmakta fayda var. 21 Mart günü yayımlanan Cumhurbaşkanı Kararı ile İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmıştı, 1 Temmuz’da sözleşme sona erecek. Danıştay ise henüz bu kararın yürürlüğünü durdurma başvurularıyla ilgili kararını vermedi.
Hem sözleşmeden çıkmanın verdiği cesaret hem toplumdaki şiddete yönelik önlemlerin gevşetilmesi kadınların daha güvensiz bir toplumda yaşamasına sebep olabilir ve bundan herkes sorumlu olur.
Hükümetin aylardır “yargı reformu” diyerek kamuoyunda oluşturduğu beklenti, her açıklamanın geriye gidişin yeni bir örneğini oluşturduğu koşullarda giderek zayıflıyor.
Eşitlik İçin Kadın Platformu (EŞİK) sözcülerinden avukat Hülya Gülbahar geçtiğimiz günlerde yeni teklife verdiği öfkeli tepkide sonuna kadar haklı:
“Katolog suçlar içinde kaçakçılık, insan ticareti, cinayet, aynı zamanda çocuk cinsel istismarı, tecavüz ve cinsel saldırı suçları da var. Bu kanun değişikliği ile artık kadın ya da çocuklara yönelik cinsel suçlardan herhangi bir tutuklama yapılması imkânsız hale gelecek. Tutuklamada görüntü, ses kaydı vb. somut delil kriteri aramak aynı şekilde mahkûmiyet açısından da somut delil olmadığı takdirde mahkûmiyet verilmemesi sonucu doğuracak. Bu düzenleme ile TCK bir anlamda etkisiz kılınacak. Yargıtay’ın cinsel suçlarda çocuk ya da kadın mağdurun beyanının nasıl alınacağını, hangi kurallara göre alınacağını, hangi yöntemlerle nasıl çürütüleceğini ya da destekleyeceğini anlatan sayısız kararı var. Somut delil şartının getirilmesi bütün bu Yargıtay kararlarının da yok edilmesi anlamına geliyor. Yargı paketinin içindeki cinsel suçlara dair somut delil şartı getirilmesi bundan böyle herhangi bir cinsel suç nedeniyle kimsenin cezaevine girmeyeceği koşulları yaratma anlamına geliyor. İşin acı tarafı tam da bunun tartışıldığı günlerde Meclis Adalet ve Şiddet Komisyonu’nda cezaevinde olan cinsel istismar faillerinin affı tartışılıyor. Bu iki düzenleme yapıldığı takdirde cinsel suçlardan cezaevinde kimse kalmayacak ve bundan sonra kimse cezaevine giremeyecek anlamına geliyor. Bu, ülke çapında cinsel suçları serbest bırakmak olarak yorumlanacak ve ne yazık ki bütün failleri cezalandırırken, bütün kadınları ve çocukları savunmasız bırakacak bir düzenleme olacak.” (Cumhuriyet).