Millî Görüş çizgisinin kurucusu Necmettin Erbakan, bir dava nedeniyle 1998’de başlayan siyasi yasağı 2009’da kalkar kalkmaz aktif siyasete döndüğünü açıkladı. 83 yaşındaydı ve dönüşünü açıkladığı basın toplantısında oturduğu koltuktan kalkabilmek için iki kişinin yardımına ihtiyaç duymuştu.
O sırada Millî Görüş geleneğinin partisinin adı Saadet’ti ve başında Numan Kurtulmuş vardı. Basın toplantısında bir gazeteci Erbakan’a sordu:
“Kararınızdan sonra Numan Kurtulmuş’un pozisyonu nedir? Saadet Partisi’nin lideri midir?”
Erbakan’ın cevabı (yaşı müsait okurlar bu cevabın nasıl bir yüz ifadesiyle ve nasıl bir tonlamayla ifade edildiğini zihinlerinde canlandırabilir; müstehzi bir gülümseme, mekanik ve gevrek bir ses):
“Numan Kurtulmuş Saadet Partisi’nin genel başkanıdır.”
Bu cevap Erbakancada “lider benim” anlamına geliyordu.
Necmettin Erbakan bundan iki yıl sonra, 85 yaşında “lider” olarak öldü. Hiç kuşkusuz, sonraki yıllarda ölseydi yine “lider” olarak ölecekti.
Saadet Partisi Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Oğuzhan Asiltürk’ün, Afganistan’da yaşanan gelişmelere dair yayımladığı açıklamada ‘Millî Görüş Hareketi lideri’ imzasını kullanması, Erbakan’ın televizyonda izlediğim görüntülerini hatırlattı bana.
Asiltürk de şu anda 86 yaşında.
Bu iki anekdot, Milli Görüş geleneğinde genel başkanlık makamının üstünde manevi bir otoritenin bulunduğunu, gerektiğinde ‘liderliğin’, genel başkanlara hatırlatıldığını söylüyor bize.
“Ben sana genel başkan olamazsın demedim!”
Ya da:
“Neticede genel başkansın, haddini bil!”
Tabii şurası açık: Gerçek bir lider (ya da gerçekten de liderlik yapabilecek biri) liderliğini vurgulama ihtiyacını hissetmez. Vurguluyorsa o tren kaçmış demektir.
Zamansız ve zeminsiz hatırlatmalar, sahiplerini tatsız pozisyonlara sürüklüyor ve yazık ki onlar bunu fark edemiyor.