Şöyle bir sahne tahayyül edin: ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken Türkiye’yi ziyarete gelmiş. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’yla görüştükten sonra iki meslektaş basın toplantısı için kameraların karşısına geçiyor. Çavuşoğlu, Türkiye’nin, ABD’li meslektaşının bildiği (çünkü başbaşa görüşmede bu konu ele alınmıştır) fakat basın önünde dile getirilmeyeceğini düşündüğü için biraz şaşkınlıkla karşıladığı talebini açıkça dile getiriyor: “Türkiye’deki bütün yabancı askerlerin topraklarımızdan çekilme zamanının geldiğini düşünüyoruz. Bu çerçevede İncirlik üssünün de kapatılacağını meslektaşıma söyledim.”
Çavuşoğlu sözlerini bitirince ABD Dışişleri Bakanı Blinken şöyle diyor: “Bu, bizim açımızdan kabul edilemez bir taleptir. Çünkü biz İncirlik’i 1952’de zamanın meşru hükümetinin davetiyle inşa ettik, 1954’te de Türk askerleriyle birlikte kullanmaya başladık. İncirlik’teki varlığımız sayesinde Sovyetler Birliği, topraklarınız üzerindeki hak taleplerinden vaz geçti.”
Bu hayali diyaloğun aynıyla vaki olmuşu: Trablus, 3 Mayıs 2021
Şu haber 3 Mayıs’ta internet sitelerinde ve televizyonlarda, ertesi gün de gazetelerde yayımlandı:
“Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ve Libya Dışişleri Bakanı Necla el-Menguş, Trablus’taki görüşmelerinin ardından düzenlenen basın toplantısında gazetecilerin karşısına çıktı.
“Menguş, ülkesindeki 20 bin kadar yabancı güç ve paralı askerin varlığının sonlandırılması için Türkiye’ye iş birliği çağrısında bulundu ve şöyle dedi: ’Türkiye’ye Güvenlik Konseyi’nin bütün kararlarını uygulamak için gerekli adımları atması ve bütün yabancı kuvvetlerin ve paralı askerlerin Libya topraklarından çıkarılması için birlikte işbirliği yapması çağrısında bulunuyoruz.’
“Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ise bu ifadelere cevap vererek, Türk güçlerinin Libya’da önceki Libya yönetimiyle varılan bir eğitim anlaşması kapsamında bulunduğunu belirtti ve şöyle devam etti: ‘Libya halkının ve meşru hükümetlerinin zor dönemlerinde daima yanında yer aldık. Trablus’a saldırılar karşısında Libya’nın meşru hükümeti bazı ülkeleri, biz dahil davet etti. Bu çağrıya sadece Türkiye olumlu cevap verdi. Güvenlik ve askeri iş birliği mutabakat muhtırası kapsamında Libya’ya sağladığımız destek iç savaşı, kardeş kavgasını ve insanlık dramını önledi.’”
Geçtiğimiz hafta: Libya Konferansı’nda da aynı pozisyon
Geçtiğimiz 2 Haziran’da Almanya’nın ev sahipliğinde ikinci Libya konferansı toplandı. Konferansa Libya sorununa müdahil ülkelerin dışişleri bakanları katıldı. Ana gündem maddesi yabancı askerlerin ülkeden çekilmesi ve 24 Aralık seçim süreciydi. Türkiye, bu konferansta da “zamanında meşru hükümet tarafından davet edildiğini” gerekçe göstererek pozisyonunu sürdürdü, “ben yabancı sayılmam” diyerek Libya’daki eğitim amaçlı askeri varlığını sürdüreceğini bildirdi. Bütün ülkeler 24 Aralık’taki seçimin sağlıklı olması için şart olduğunu söylese de Türkiye ısrarından vazgeçmedi.
Osman Aydoğan ve “Libya’daki pirinç…”
Kişisel sitesi Şehriyar’da yayımladığı makaleleri ilgiyle izlenen emekli tuğgeneral Osman Aydoğan, Türkiye’nin uzun Libya öyküsünü anlattığı “Libya’daki pirinç” başlıklı son yazısının sonunda, bana da bu analizi yazma ilhamı veren şu satırlara yer verdi:
“BM dâhil başta Almanya, Libya ile ilgili tüm ülkeler ve bizzat geçici Libya UBH olmak üzere bütün taraflar Libya’da yabancı güçlerin ve paralı askerlerin çekilmesini talep ediyor. Ancak Türkiye’nin çekilmeme gerekçesi olan 27 Kasım 2019 tarihli ‘Güvenlik ve Askerî İşbirliği Mutabakatı’nı imzaladığı dönemin meşru Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) artık Libya’da bulunmuyor. Libya’da şu anda meşru bir geçici Ulusal Birlik Hükümeti bulunuyor ve bu hükümet Türkiye’nin Libya’dan askerlerini çekmesini talep ediyor. Bu meşru hükümetin meşru Başbakanı olan Abdulhamid Dibeybe ise her ortamdaki yaptığı konuşmalarda Türkiye’nin Libya’daki askerî gücünü çekmesini dile getiriyor…
“Yarın, öbür gün Türkiye Cumhuriyeti İncirlik ABD üssünü kapatmak istediğinde, ABD, ‘ben o zamanki meşru Türk hükümetiyle bu anlaşmayı yapmıştım, çıkmam!’ mı diyecek?”
… Ve muhalefetin sessizliği
Osman Aydoğan, bu tuhaf diretmenin olumsuz sonuçlarından söz ederken nedense salt muhtemel ekonomik kayıplara işaret ediyor:
“Türkiye’nin Libya’da askerî bir varlık olarak kalma ısrarı belki bugünü kurtarıyor. Ancak böyle bir ısrar, gelecekte Libya’daki her türlü ekonomik faaliyetlerden dışlanması tehlikesini doğuruyor… Şimdiden Almanya; Fransa ve İtalya Libya’da köşe başlarını tutuyor. (…) Dimyat’taki pirinci artık siz Libya’daki pirinç diye okuyun…”
Hiç şüphesiz bu da çok önemli, ciddiye alınması gereken bir argüman. Fakat asıl zarar, ülkenin böyle bir imajla uluslararası arenada boy göstermesi değil mi?
İncirlik gibi örnekler tabii ki yaşanmayacak. Günümüzde hiçbir ülke, meşru bir hükümetin kendi toprakları üzerindeki bir tasavvurunu, “ben senden önceki hükümetle anlaştım, seni sözün geçmez” diyerek geri çeviremez. (İntikamını başka araçlarla almak isteyebilir, o başka, ama talebi yerine getirmemezlik edemez.)
Son laf da muhalefete olsun: Muhalefetin “gayri milli ilan edilme” korkusuyla paralize olmuş halini bu örnekte bir kez daha yaşıyoruz. Muhalefet, bir ülke için ancak utanç vesilesi olabilecek bir diretmede hiçbir sorun görmüyor ya da görüyor da görmezden geliyor.