Serbest TV’de izlemek için:
SerbestPod’da dinlemek için:
Mustafa Ali Aykol: Geçtiğimiz hafta, Serbestiyet’te bir haber yer aldı sosyal medyadaki kısıtlamalara yönelik. Bu haberde, sosyal medya şirketlerinin kısıtlamaları ile ilgili olarak iki güne sığan üç örneğe yer verildi. Instagram’ın ABD’nin eski başkanlarından Keneddy’nin yeğeninin hesabını “aşı karşıtlığı” yapması sebebiyle kapatması; Twitter’ın “Trump yeniden başkan seçilse dahi yeniden Twitter hesabı açamaz” çıkışı ve Facebook’un bazı ülkelerde “siyasi paylaşımlara sınırlama getirme” kararı… Sosyal medya şirketlerinin kendi inisiyatifleriyle uyguladıkları kısıtlama politikaları ifade hürriyeti açısından ne anlama geliyor?
Cennet Uslu: İfade hürriyeti konusunda alıştığımız bir kalıp var. Bu kalıp, devletler karşısında, siyasi iktidar karşısında yani icra kabiliyeti olan, zor kullanma tekeline sahip organizasyonlar karşısında bir anlayışa sahip. Muhatap hep devletler, siyasi otoriteler. Hak ve özgürlükleri kısıtlamakla itham ettiğimiz ve ifade özgürlüğünün alanını genişletmesini talep ettiğimiz hep bu organizasyonlar. Dolayısıyla burada bildiğimiz anlamda bir ihlalden ziyade belki sansür kavramını kullanmak doğru olabilir. Sansür de bir ihlal ama söylediğim ilişki sebebiyle, devlet-birey ilişkisi sebebiyle bu durumu, sosyal medya şirketlerinin zararlı, uygunsuz, yanlış gördüklerini sansürleme hakkı var mı şeklinde düşünmek daha sağlıklı olabilir.
Beni burada endişelendiren doğrusu, ifade hürriyeti konusundaki baskının çok artması, olağanlaşması ve üstelik de bunun gittikçe demokrasiyi korumak adına meşrulaştırılıyor olması. Öyle ki, ifade hürriyeti ihlallerinden en çok etkilenen muhalifler bile, pozisyonlar değiştiğinde yani kendilerinin savunduğu, kendilerinin aleyhine olan görüşler söz konusu olduğunda bunların yasaklanması yönünde bir coşkuya sahip oluyor. Bu hem Türkiye’de hem de dünyada ürkütücü bir şey ve dikkat edilmesi gereken bir nokta.
Türkiye’de iktidar özgürlükler konusunda çok kötü bir sicile sahip, gittikçe daha da ağırlaşıyor, bütün endekslerde alt sıralara doğru iniyoruz ve haklı olarak muhalifler bunu dile getiriyor ve bundan yakınıyorlar. Ama bazı örnekler oluyor ki onlar da ifade hürriyetini kısıtlamaya coşku ile katılabiliyorlar. Mesela, Atatürk ile ilgili olumsuz bir paylaşım olduğunda, sosyal medyada kampanyalar açılıyor, emniyet müdürü ve savcılar göreve davet ediliyor. Kurumlar da biraz sosyal medya endeksli çalıştıkları için bu kişiler ceza alıyor.
Farklı kesimlerde kendi fikirlerinin yasalar yoluyla, zor yoluyla kayırılmasını isteyen çok sayıda kişi var. Buna dikkat etmemiz gerekiyor.
***
“Sosyal medya şirketlerinin bu konudaki yetkisine nasıl yaklaşmalıyız?” üzerine düşünmeliyiz. Yanlış olsa bile, fikirlerin ifade edilebilmesi önemli. Diyelim ki Dünya düz, bu yönde bir sav var. Buna inanan insanlar var, çeşitli argümanlarla bunu savunanlar var. Ama akıl ve bilim bize diyor ki, Dünya düz değil, yuvarlak. Burada kolay da her şey doğru–yanlış, yararlı–zararlı diye kolayca ayrılabilir değil. Bizim için bu net olabilir ama insanlar bu noktada anlaşamıyor, farklılaşıyor. Sen onu doğru gör ya da görme. Dünya’nın yuvarlak olduğu kesin. Ama buna inanmayan, bunun karşıtı bir görüşte olan insanlara nasıl davranacaksın? Bütün yanlış bulduğun, zararlı bulduğun fikirleri yasaklayacak mısın? O zaman demokrasiden beklediğimiz özgürlük ortamı büyük ölçüde ortadan kalkar.
Buradaki bakış da tamamen kişinin duranın pozisyonu ile ilgili. Ayrıca ifade özgürlüğü açısından başkalarına zararı olup olmadığı da önemli. Dünyanın düz olduğu, başkalarına zararı olmadan hangi gerekçe ile yasaklanacak? O zaman steril bir hakikatler ortamı oluşturmak gerekiyor. Peki bir ‘yanlışı’ engellerken, başka birini engellemediğin zaman? Böyle bir eşitsiz muamele riski söz konusu. Bu daha çok siyasi dengelerle, baskı odakları ile ilgili.
Bu sosyal medya şirketlerini bir özgürlük mücadelecisi gibi düşünmemek lazım. Tıpkı devletlere karşı nasıl alarm halindeysek, sosyal medya şirketlerine karşı da alarm halinde olmalıyız. Geniş krediler açmamalıyız.
Ticari kâr elde etmek isteyen şirketler bunlar haliyle. Dolayısıyla kararlarında bunu dikkate alıyorlar.
Veya şöyle düşünelim, Rus muhalif Navalny’nin bir videosu var Putin’in kaçak sarayı ile ilgili. Bu video YouTube’da yayınlandı ve gösterilere kaynaklık etti. YouTube’un “halkı kışkırtacağı” gibi bir gerekçe ile bunu yayınlamadığını düşünelim. YouTube ile Rusya arasındaki ilişki sebebiyle baskının güçlü olduğu bir kombinasyon durumunda böyle bir şey olabilir. TikTok örneğin Çin merkezli bir sosyal medya şirketi. TikTok’un Çin’e muhalif olan kişilerle ilgili, Hong Kong meselesinde, Uygur meselesinde hep Çin’i haklı gösteren yayınlara izin verdiğini ve diğerlerini hep ‘yalan’ diyerek engellediğini düşünelim. Bu meseleye de çok boyutlu bakmak lazım.
***
Şirketlerle bireyler arasında eşitsiz bir güç ilişkisi var. Aslında oradaki ilişki bire bir ilişki değil. Dolaylı yoldan bir ödeme yapılıyor bu şirketlere. Yeni ilişki ve teknolojiye uygun bir perspektife ihtiyacımız var. Bunun üzerine düşünmek gerekir daha eşit ve hakkaniyetli bir ilişki konusunda, elbette ifade özgürlüğünü kayıracak şekilde.