Hrant Dink’in eşi Rakel Dink, iki MİT görevlisi hakkında Türk yargısı tarafından kovuşturmasızlık kararı verilmesi üzerine şikâyetini AİHM’ye taşımıştı. Önceki gün basına yansıyan bilgilere göre AİHM, Ankara’dan bu konuda bir savunma istedi. İki MİT görevlisinin, Hrant Dink cinayeti davasındaki önemi nedir? AİHM’in vereceği muhtemel kararlar, Türkiye’deki dava sürecini nasıl etkiler?
Cinayete giden süreçte yaşananların tüm yönleri ile soruşturulması gerektiğine dönük taleplerimiz kapsamında olan bir konudur bu. 24 Şubat 2004 tarihinde İstanbul Valiliğinde vali yardımcısı ile birlikte Hrant Dink ile yapılan görüşmeye katılan MİT görevlilerinden birinin şüpheli sıfatı ile ifadesi ikinci kez 2014 yılı Aralık ayında alındı. İfadesinin alınması esnasında soruşturma savcısı tarafından görev yaptığı dönem boyunca bu türden başka bir görüşmeye katılıp katılmadığına dair soruya, “Görev yaptığım dönem boyunca bu türden bir görüşmeye katılmadım” şeklinde yanıt vermişti.
Buradan anlıyoruz ki, bu görüşme istisna olarak gerçekleşen bir görüşmedir. Görüşmeye katılan MİT görevlisi, savcılık ifadesinde İstanbul Valiliğinde Hrant Dink ile gerçekleştirdikleri görüşmenin Genelkurmay Başkanlığı’nın talebi üzerine yapıldığını da beyan etti. Bu beyanı ile uzun yıllar bir iddia olarak dile getirilen bu hususu da doğrulamış oldu.
Hrant Dink, öldürülmeden bir hafta önce yayımlanan yazısında, İstanbul Valiliğinde yapılan görüşme esnasında, vali yardımcısının ’yakınım’ diye tanıttığı kişinin, ‘sokaktaki insanın’ kendisi için tehdit oluşturduğunu söylediğini belirtmişti. Bu görüşmenin hangi amaçla yapıldığı bahsi bir kenara, eğer ‘sokaktaki kişi’ Hrant Dink için tehdit oluşturuyorsa, MİT, Emniyet ve Jandarma için Hrant Dink’e şahsi, fiziki ve mekânsal koruma tedbirleri alma sorumluluğu doğmuş olacaktır. Bu nedenle vali yardımcısı ve MİT görevlileri hakkında iddianame düzenlenmeliydi.
2005 yılı Aralık ayında Orhan Pamuk’un herhangi bir talebi olmaksızın, ona yönelik tehditler olduğu gerekçesiyle Pamuk’u koruma kararı alındı. Orhan Pamuk’u koruma kararına dair belgeler Dink cinayeti ile ilgili yürümekte olan dava dosyasına gönderildi. Bu belgelerde, Orhan Pamuk hakkında somut tehdit olmadığı, terör örgütlerinin hedefinde olduğuna dair herhangi bir bilgi ya da belge bulunmadığı tespiti yapılmasına rağmen yalnızca Orhan Pamuk’un beyanlarından ötürü münferit sataşmalara maruz kalabileceği endişesi üzerinden re’sen koruma kararı alındığı açığa çıktı. Elbette Orhan Pamuk için alınan koruma kararı doğru bir karar olmuştur.
Bu durum, 2004 yılında başlayan ve cinayetin işlendiği 2007 yılı Ocak ayına değin ağırlaşarak süren saldırıların odağında olan Hrant Dink’e yönelik neden koruma tedbiri alınmadığının sorgulanmasını beraberinde getirmekte. Bu sebepledir ki elbette, görüşmeye katılan MİT görevlileri ile görüşmeye katılan vali yardımcısı ve hatta bu görüşmeyi organize eden vali ve MİT Bölge Başkanı hakkında iddianame düzenlenmeliydi. Fakat iddianame düzenlenmedi.
İstanbul Valiliğinde görüşmeye katılan 2 MİT görevlisi hakkında, görüşmenin 2004 yılında gerçekleştiği ve ifadelerinin alındığı tarih itibari ile suçlamanın zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle kovuşturmasızlık kararı oluşturuldu. Bu karara itirazımızın reddedilmesi üzerine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuruda bulunduk.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, 2004 Aralık’ında İki MİT görevlisinden biri olan Özel Yılmaz’ın yeniden şüpheli sıfatı ile ifadesini aldı. Yeniden zamanaşımı gerekçesi ile hakkında kovuşturmasızlık kararı verildi. Bu karara yönelik de itiraz ettik, itirazımız reddedildi. Anayasa Mahkemesi’ne yapmış olduğumuz bir başvurumuz bu konuyu da içermekte idi fakat AYM başvurumuzu kabul etmedi. Bu karar sonrası yeniden AİHM’e başvurduk. Henüz bu başvurumuz da sonuçlanmadı. Ama ilk yaptığımız ya da ikinci yaptığımız başvuruda eğer ihlal kararı oluşturulacak olursa, burada İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının MİT görevlileri hakkında yeniden soruşturma yapma yükümlülüğü oluşacaktır. Ama tabii ki öncelikle AİHM’in bu konuda bir karar oluşturması gerekliliği bulunmakta.
Bugün (5 Mart) Hrant Dink cinayeti davasında mahkemenin kararını açıklaması bekleniyordu, fakat karar 26 Mart’a kaldı. Bugüne gelene kadar kısaca özetlemek gerekirse süreç nasıl işledi? 26 Mart’ta nasıl bir kararın çıkmasını bekliyorsunuz?
Hrant Dink, 2004 yılı Şubat ayından itibaren saldırılara uğramaya başlamıştı ve cinayetin işlendiği 19 Ocak 2007 tarihine kadar da bu saldırılar ağırlaşarak devam etmişti. Bir linç süreciydi yaşanan ve biz aslında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından cinayet soruşturması yürütülürken bu linç sürecini örgütleyenlerin tamamının cinayet faili olarak sorgulanmaları ve soruşturulmaları gerektiğini beyan etmekte idik. Fakat, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı bu süreçte yaşananları ve bu süreçleri örgütleyenleri yeterince soruşturmadı. Süreçte yer alanların bir kısmının yalnızca şüpheli sıfatı ile ifadesi alındı. Fakat delil toplamadı ve haklarındaki soruşturmayı derinleştirmedi; bir iddianame de düzenlemedi. Bu davadaki en ciddi eksikliklerden biri budur.
Bir diğer eksiklik, hakkında iddianame düzenlenmesini talep ettiğimiz tüm kişileri kapsayan bir iddianame düzenlenmemesidir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, birkaç iddianame düzenledi. Biri Nisan 2007 tarihliydi, biri Aralık 2015 tarihliydi, bir diğeri ise Mayıs 2017 tarihliydi. Fakat bu iddianameler, bizim hakkında iddianame düzenlenmesini talep ettiğimiz tüm kişiler kapsayan iddianameler olmadı. İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü’nün, Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı’nın, Trabzon İl Emniyet Müdürlüğü’nün cinayetten sorumluluğu olan bir kısım görevlisi hakkında iddianame düzenlenmedi. Cinayetin işlenmesinde sorumluluğu olan İstanbul Valilik görevlileri ile MİT görevlileri hakkında da iddianame düzenlenmedi. Bu da davadaki bir diğer önemli eksiklikti.
Elbette asıl olarak da cinayetin kimler tarafından ve hangi süreçlerden geçirilerek karara bağlandığı somut olarak açığa çıkarılmadı.
2016 yılı itibariyle yargılama devlet görevlilerini kapsar şekilde yapılmaya başlanıldı. 2016 yılından bu yana da dava 5 ayrı heyet tarafından görüldü. İlk 4 heyet bir şekilde müdahil taraf olarak bizim taleplerimizi değerlendirdi ve taleplerimizin önemli bir bölümünü de karara bağlayan bir tutum sergiledi fakat son heyet ile birlikte bu durum değişikliğe uğradı. Haklarında iddianame düzenlenmesi gereken MİT görevlileri hakkında iddianame düzenlenmemesi nedeni ile mahkemede bilgilerine başvurulmasına yönelik talebimiz vardı, bu talep önceki heyetler tarafından karara bağlanmış ve dinlenmelerine karar verilmişti fakat son heyet tarafından bu karardan rücu edildi ve MİT görevlilerinin mahkemeye getirilmesi kararından vazgeçildi.
Yine hem McDonald eylemi, hem Yasin Hayal’in faaliyetleri ve Hrant Dink cinayeti tasarısı ile ilgili bilgi sahibi olan 6 kişinin tanık olarak bilgilerine başvurulmasına yönelik talebimiz de reddedildi.
2004 yılında İstanbul Valiliği’nde yapılan görüşmenin, Genelkurmay tarafından istendiğini görüşmeye katılan MİT görevlisi beyan etmişti. Genelkurmay Başkanlığı’na yazı yazılarak bu görüşmenin ne amaçla yapıldığı ve bu görüşmenin kim tarafından karara bağlandığı hususlarının sorulmasını talep ettik. Mahkeme son heyeti tarafından bu talebimiz de reddedildi. Dolayısıyla da aslında kapsamı ve sınırları iddianamelerle belirlenmiş davada kapsam daha da daraltılmış oldu. Mahkeme mevcut delil durumuna göre karar oluşturulacağını ortaya koymuş oldu. Bu sebepledir ki 26 Mart’taki duruşmada hangi karar verilirse verilsin tüm bu eksiklikleri içerdiği için, verilecek olan karar her durumda cinayetin tamamen aydınlatılmasına yönelik bir karar olma özelliği taşımayacaktır. Tabii ki kararın kendisi hakkında ancak karar oluştuktan sonra beyanda bulunmak mümkün olacaktır fakat kuvvetle muhtemeldir ki istinaf ve sonrasında çıkacak karara göre davayı Yargıtay’a taşıyacağımızı öngörmekteyim.