Önceki hafta ülke gündemindeki haberlerden biri Erasmus projesiyle İzmir’den İtalya’ya gidip, oradan Almanya’ya kaçarak iltica talebinde bulunan lise öğrencisi gençti.
28 Mayıs’tan itibaren ülkeden kaçma hayali kuranların sayısının çokluğu, sosyal medyada “ülkeden kaçma yolları” ve “yabancı bir ülkede yeni bir hayata başlama” konulu paylaşımların altına yapılan yorumların sayısından da anlaşılabilir. Özellikle lise çağlarındaki gençler dahi Türkiye’yi terk etmenin yollarını arıyor. Oysa yaşlı bir Kızılderili’nin de dediği gibi; gençlik kaygısızlıktır! Heyhat!
Türkiye’yi terk ederek yeni bir ülkede yeni bir yaşam kurmak isteyenlerin başvurabileceği belli başlı yollar var. Yurtdışında iş bulup çalışma izni almak, iş kurmak ya da yatırım yoluyla oturum izni almak (mevcut Euro, Dolar hatta Papua Yeni Gine Kinası kurlarıyla bu gittikçe bizden uzaklaşan bir ihtimal), bir zamanların “milli damat” modası gibi bir yabancıyla evlenmek ya da bir ülkeye sığınmak, yani iltica etmek.
En kolay ve cazip yol bu sonuncusu gibi gözükse de, kazın ayağı hiç de öyle değil.
Zira kendi ülkemizdeki mülteci / sığınmacı nefretinin, hemen hemen tüm ülkelerde az ya da çok mevcut olduğunu bilmeniz gerek. Üstelik prosedürler gereği, sığınmacılık çok zor, sancılı ve uzun süren bir süreçtir. Tüm çilesine rağmen sığınma başvurularının çoğunluğu olumsuz sonuçlanır.
Öncelikle şunu belirtmemiz gerek; Birleşmiş Milletler’e üye olan tüm ülkelere kanunen sığınma talebinde bulunmanız mümkün. Ancak bu ülkelerin iltica / sığınmacı kabul politikaları kendi içlerinde değişiyor, kimi ülkeler kabul kriterleri konusunda çok seçici ve katı iken, bazı ülkeler nispeten daha ılımlı, bazı ülkelere ise zaten kimse sığınmak istemiyor. Basit bir korelasyonla, en çok rağbet gören ülkelerin, kriterleri en katı ve en çok red cevabı veren ülkeler olduğunu söylemek de zor değil.
Ben de bir siyasi sığınmacı olduğum için, bu konuda sosyal medya üzerinden çokça mesaj alıyorum ve elimden geldiğince genç arkadaşlara yok göstermeye çalışıyorum.
Maalesef birçoğu sığınmacılığın psikolojik ve maddi yükünden habersiz olmakla birlikte, Almanya, Kanada, ABD, Hollanda gibi “rüya” ülkelerin kucaklarını açmış kendilerini beklediğini zannediyor.
(Bu arada, kendi hikayemden de kısaca bahsedeyim: 2020 yılında kişisel Facebook hesabımda paylaştığım 300 yıl önce yazılmış bir şiir yoluyla Cumhurbaşkanı’na hakaret ettiğim iddiasıyla ertelemesiz 2 yıl hapis cezasına çarptırılınca sürgün yollarına düştüm. İlgilenenler haberine şuradan ulaşabilir: https://www.evrensel.net/haber/446778/300-yil-once-yazilan-bir-siiri-paylasan-gazeteci-kaan-goktasa-cumhurbaskanina-hakaret-gerekcesiyle-hapis-cezasi)
Öncelikle evet, sığınma talebinde bulunmak uluslararası bir haktır. Ancak bu talebin kabul edileceği garantisini hiçbir ülke vermez. Eğer bu konuda ciddiyseniz, en az bir yıl sürecek çok zorlu bir mücadeleyi göze aldıysanız ve çoğunlukla bir kampta ya da 10-15 kişi paylaşımlı bir evde, sadece gıda harcamasına yetecek kadar bir harçlıkla aylar boyunca yaşayabileceğinize inanıyorsanız size bazı gerçeklerden bahsetmek isterim.
Bir: sığınma talebinizin kabul edilmesi için, ülkenizde can güvenliğinizin ya da özgürlüğünüzün somut biçimde tehlikede olması gerekir. Ve elbette bunu ispat etmeniz beklenir. Eğer (Ukrayna ya da Suriye gibi) ülkenizde uluslararası düzeyde kabul görmüş bir savaş, işgal, iç savaş (Allah korusun) durumu varsa, şansınız daha yüksektir. En azından bu durum son bulana kadar “geçici koruma” statüsünde oturum hakkınız olur. Ancak biz örneğimizi şu anki Türkiye üzerinden verelim:
Türkiyeli olarak sığınma başvurunuzun kabul edilmesi için a) hayatınızın b) özgürlüğünüzün c) ikisinin birden tehlike altında olması gerekir. Bu ne demek?
Ülkenizde fiziki saldırıya uğramış olmanız ya da ciddi, inandırıcı fiziki tehditler alıyor olmanız. Örneğin uluslararası düzeyde “terör örgütü” ya da “terörist organizasyon” kabul edilen birileri tarafından tehdit edilmeniz. (Ülkü Ocakları bu kategoriye giriyor.)
Hükümet ve/veya onu oluşturan partilerin yetkilileri tarafından hedef gösteriliyor olmanız da önemli bir etkendir.
İki: Ülkenizde hakkınızda açılmış bir soruşturma, devam eden yargılama ya da mahkumiyet kararı olması. Elbette bunların “adi suç” tabir edilen hırsızlık, dolandırıcılık, yaralama, gasp vb. suçlardan olmaması, düşünce ya da ifade özgürlüğü ile ilgili veya yine bu tanıma girmekle beraber “siyasi suç” tabir edilen suçlardan olması gerekir. Burada “siyasi suç” tanımına bir parantez açmak lazım, silahlı terör örgütü üyesi olmak ya da silahlı terör örgütü eylemlerine katılmak normalde “siyasi suç” sayılmıyor ancak ülkemizde “terör” ve “terör örgütü” tanımları çok geniş ve esnek olduğu için “sempatizanlık” ile “militanlık” farkının açık biçimde ayırt edilebilmesini bakıyorlar.
Üç: Kaçırılma, alıkonulma, tecavüz, toplu katliam, insan kaçakçılığı, organ kaçakçılığı vb. gibi insanlığa karşı suçların mağduru olmanız.
Dört: Eğitim seviyeniz, mesleğiniz/yetenekleriniz, dil bilginiz ve genel olarak “medeniyet seviyeniz” (bunu tarif edebilecek başka bir kelime bulamadım) önemli bir kıstas. Yani sığınma talebiniz kabul edildiğinde, o ülkede yaşamaya başladığınızda ülkeye ne katabileceğinize, ülke için ne yapabileceğinize, biraz açık konuşmak gerekirse “babanızın köyünde gibi yaşamaya devam edip etmeyeceğinize” ciddi anlamda önem veriyorlar. Almanya’dan sığınma alan bir arkadaşıma oturum iznini veren memur şöyle demişti: “Bundan sonra Almanya benim için ne yapabilir diye düşünmeyeceksin, ben Almanya için ne yapabilirim diye düşüneceksin.” Ülkenin dilini öğrenip öğrenemeyeceğiniz, adetlerine, geleneklerine, yaşam tarzına uyum sağlayıp sağlayamayacağınız önemli kıstaslar. Ayrıca elbette bir meslek sahibi olmanız yani “kolunuzda altın bilezik olması” da bekleniyor. Bu mesleğin denklik gerektirmeyen, her ülkede yapılabilen bir meslek olması da avantaj. (Örneğin avukatların, her ülkenin hukuk sistemi ve yasaları farklı olduğu için şansı daha azken, psikologların onlara göre daha yüksek.)
Beş: Sığınma işlemi genelde sınır kapısında veya havalimanında başlar. Girerken görevli polise sığınma talebinizi beyan edersiniz, pasaportunuza el konulur, tercüman aracılığıyla detaylı ifadeniz alınır. Sığınma konusunda çok rağbet gören ülkelerde, sınır kapıları ve havalimanlarında sığınmacılar ile ilgilenen dernek ve vakıfların avukatları ya da gönüllü görevlileri bulunur, gitmeden önce bu konuda araştırma yapıp iletişime geçerseniz, sizi bekliyor olurlar ve yol gösterirler. Yine Birleşmiş Milletler Mülteciler Örgütü UNHCR de tüm ülkelerde bu hizmeti vermektedir.
İlk ifade sonrası sığınma talebiniz ön kabul alırsa, fotoğrafınız çekilir, parmak iziniz alınır ve mülteci kampına gönderilirsiniz. (Eğer kampta kalmak istemiyorsanız ve konaklamanızı karşılayacak paranız ya da o ülkede bir akrabanız, arkadaşınız vs. varsa, bir adres beyan ederek, o adresten ayrılmamak şartıyla yaşayabilirsiniz.)
Mülteci kampında temel barınma, yeme içme ve sağlık (buna psikolojik destek de dahil) ihtiyaçlarınız karşılanır. Ancak genelde çok sefil yerlerdir. Bazı ülkeler mülteci kampında kalanlara hayatta kalacak kadar (örneğin Montenegro’da aylık 75 Euro, Almanya’da yaklaşık 350 Euro) bir harçlık verirler. (Kampta kalmıyorsanız bu para da verilmez.) Ancak çalışmanız yasaktır. Sığınma prosedürü başından sonuna kadar, ülkeden ülkeye değişmekle beraber 6-9 ay kadar sürer ancak kanunen en uzun süre 21 aydır. Şu günlerde Ukrayna, Suriye ve Afganistan’dan gelen sığınmacıların çokluğu nedeniyle bu süre uzuyor. Bazı ülkelerde yoğunluğa bağlı olarak aylarca sığınma talebiniz işleme bile alınmaz, askıda kalır, bazı ülkelerde ise işleme alınır ama aylarca sonuçlanmaz. Bu süre içerisinde en az bir defa mülakat ya da duruşma olarak adlandırılan bir sorgudan geçersiniz. Hikayeniz, neden sığınma talep ettiğiniz, neden o ülkeyi seçtiğiniz, sosyo-kültürel ve ekonomik durumunuz, geçmişiniz didik didik sorgulanır, akla hayale gelmeyecek sorular sorarlar. Ve elbette verdiğiniz her cevabı belgelemeniz istenir. Nihayetinde size kabul ya da red cevabı verilir, red cevabını temyiz etme hakkınız vardır, ikinci değerlendirme de olumsuz sonuçlanırsa, sınır dışı edilirsiniz ya da o ülkeye giriş yaptığınız ülkeye “geri itilirsiniz”.
Altı: Sığınmacılık konusunda doğru bilinen yanlışlar. Açık ya da gizli LGBTİQ+ olmak Türkiye vatandaşları için bir iltica sebebi değildir. Çünkü Türkiye’de LGBTİQ+ olmak diye bir “suç(!)” yasalarda tanımlanmamıştır. Ancak, LGBTİQ+ olduğunuz için ilk maddede saydığım durumlardan biri (fiziki tehlike, tehdit vb.) başınıza geldiyse ve bunu açık biçimde ispatlayabilirseniz başka. Burada da iltica sebebi LGBTİQ+ olmak değildir, cinsel yönelim ya da kimliğiniz sadece bu sebebin bir parçasıdır. Aynı şekilde Türkiye’de enflasyonun yüksek olması, maddi sıkıntılar çekiyor olmak, işsizlik vb. gibi gerekçeler de iltica sebebi değildir. Aksine, kendi ülkenizde geçinemiyor ve işsiz olmanız, yabancı bir ülkede de geçinmekte ve iş bulmakta zorluk çekeceğiniz anlamına gelebilir ve ters tepebilir. (Ancak Türkiye’de örneğin KHK ile haksız yere işsiz kaldığınızı ispatlarsanız, geçerli bir sebep olabilir.)
Yedi: Sizi herhangi bir şekilde maddi çıkar karşılığı bir yabancı ülkeye götüreceğini, orada oturum izni, vatandaşlık vb. çıkarttıracağını ya da yasadışı biçimde bir ülkeye sokacağını vaat eden kimseye güvenmeyin. Bu ikincisi açıkça insan / göçmen kaçakçılığıdır ve hayati tehlikeye varan riskleri bulunmaktadır. İlkinde ise dolandırılma ve kendinizi Berlin yerine İstanbul’da bulma riskiniz büyüktür.
Göçmen kaçakçılığı konusunda Hamdi Fırat Büyük imzalı orijinali BIRN’de yayınlanan şu makaleyi okumanızı öneririm: https://karadaghaber.me/gocmenler/kacakcilar-ve-umuda-yolculuk-avrupa-hayali-kuran-genc-turklerin-adresi-vizesiz-sirbistan/ İltica ve sığınma konusunda her türlü yasal ve doğru bilgiyi Birleşmiş Milletler Mülteci Örgütü (UNHCR)’den edinebilirsiniz: https://www.unhcr.org/tr/