İkinci Dünya Savaşı yıllarında Türkiye’ye sığınan Sovyet vatandaşlarının, savaşın bitiminde (1945) Sovyetlere iade edilmesi Boraltan Köprüsü Trajedisi ya da Faciası olarak biliniyor.
Olay ilk kez 1951 yılında TBMM’de gündeme gelmişti. Demokrat Parti Milletvekili Şevket Mocan, Adalet Bakanı Rüknettin Nasuhioğlu’nun yanıtlaması istemiyle verdiği soru önergesinde bir kısmı Azeri, Özbek gibi Türk topluluklarından olan sığınmacıların Sovyetler Birliğine teslim edilmesine ilişkin bilgi istedi.
Dönemin Adalet Bakan Nasuhioğlu, İkinci Dünya Savaşı’nın sürdüğü 1941-1945 yılları arasında, farklı tarihlerde Türkiye’ye sığınmış Sovyet vatandaşlarından tamamı asker olan 237 kişinin iade edilmesine karar verildiği ve 195’inin Tıhmıs Sınır Kapısı’ndan iade edildiği bilgisini verdi. Sovyet tarafı da buna karşılık iade etmesi gereken 3 Türk Silahlı Kuvvetleri personelini Türkiye’ye teslim edecekti. Ancak Sovyetler bunu yapmamış, bunun üzerine Türkiye de kalan 42 sığınmacıyı teslim etmemişti. Bu 42 kişiden Türk kökenli olan bazılarına vatandaşlık verilmişti.
https://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d09/c009/tbmm09009101.pdf
Boraltan Köprüsü Trajedisi sık sık güncel siyasetin de bir parçası oldu.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 2012’de Başbakanlığı döneminde CHP’nin Suriyeli sığınmacılarla ilgili tutumunu eleştirirken tarihten bir örnek olarak Boraltan Trajedisi’ni hatırlatmıştı:
“1945 yılında 146 Azerbaycanlı aydın Stalin zulmünden kaçıyor ve Türkiye’ye sığınıyor. Azeriler öz gardaşlarının yurduna gelip, öz gardaşlarıyla kucaklaşıyor. Stalin bu mültecileri geri istiyor. CHP hükümeti, sınır karakoluna telgraf çekiyor ve bu Azerilerin iade edilmesi emrini veriyor. Sınır karakolu komutanı gözlerine inanamıyor. Azeriler, Türk askerlerinin ayaklarına kapanıyor. ‘Ne olur bizi siz öldürün, ama onlara teslim etmeyin’ diyor. Azerileri teslim ediyorlar. Sınırda Türk askerlerinin gözü önünde Azerileri infaz ediyorlar. Komutanın da olaydan sonra intihar ettiği söyleniyor.”
Erdoğan, son olarak 2. Karabağ Savaşı sonrasında, 2020 Aralık ayındaki Azerbaycan ziyaretinden önce de Boraltan’a atıfta bulunmuştu:
“Milletimiz ve Azerbaycanlı kardeşlerimiz 30 yıllık adaletsizliğe son verilmesinin sevincini yaşıyor. Milletimizi, tek parti CHP’sinin 1945 yılında Boraltan Köprüsü’nde ülkemize yaşattığı utançtan kurtarmış olduk. Azerbaycan’a desteğimiz bundan sonra da devam edecektir.”
Boraltan’ı konu alan film, Maraş Katliamı’nın fitilini ateşlemişti
Boraltan olayını konu edinen, Cüneyt Arkın ve Oya Aydoğan’ın başrollerini paylaştığı, 1977 yapımı Güneş Ne Zaman Doğacak adlı film, Maraş Katliamı’na yol açan olayları başlatmıştı.
Kahramanmaraş’ta Ülkücülerin haftalardır merakla beklediği filmin ildeki ilk gösterimine bomba atılmış ve bu, ertesi günlerde gerçekleşecek kanlı olayların fitilini ateşlemişti.
“Boraltan Köprüsü rivayetleri”
Yeniçağ gazetesinden Yavuz Selim Demirağ, “Boraltan Köprüsü rivayetleri” başlıklı yazısında konunun daha önce gündeme gelmemiş boyutlarından söz ederek yeni bir tartışma başlattı.
Yavuz Selim Demirağ
Demirağ yazılarında Boraltan Trajedisi konusunda şimdiye kadar bilinenlere itiraz ediyor:
“Mülteci veya sığınmacıların iadesi ise TBMM’de karar altına alınır. İkinci Dünya Savaşı sonrası Türkiye’ye sığınan Rus ve Alman askerleri Yozgat’ta kurulan kampta bir yıldan fazla tutulmuş. Daha sonra gitmek isteyenler anlaşmalarla gönderilmiş. Bir bölümü, ki çoğunluğu Özbekistan, Kırgızistan, Azerbaycanlılar Türkiye’de kalıp, Türk vatandaşlığına alınmıştır.”
Serbestiyet’e konuşan Demirağ, “Tamamı asker olan sığınmacılardan geri gitmeyi isteyenler gönderildi. Çoğu Türk topluluklarından olan sığınmacılara vatandaşlık verildi ve Türk vatandaşı olarak Türkiye’de kaldılar” diyor.
Demirağ’a göre Boraltan Köprüsü diye bir yer bile yok: “ATASE (Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt – Serbestiyet) kayıtları da dahil hiçbir resmi belgede Boraltan diye bir yer geçmez, dönmek isteyenlerin geri gönderildikleri yerin adı Tıhmıs’tır.”
Yaşananlara ilişkin belgesiz iddiaların ve şehir efsanelerinin olduğunu söyleyen Demirağ’a göre olayın tanığı karakol komutanının intihar ettiği iddiası da o şehir efsanelerinden biri: “Tarih belge demektir. Kadir Mısıroğlu’nun belgesiz kitabı kaynak olamaz.”
Prof. Dr. Hakkı Uyar: “Hiçbir gerekçe acı olayın yükünü hafifletmez”
Dokuz Eylül Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Hakkı Uyar, “Gönderilenlerin gitmek isteyenlerle sınırlı tutulduğu ve gitmek istemeyenlere vatandaşlık verildiğine dair bir belgeyle karşılaşmadığını” söylüyor:
“Olay ilk olarak 1951’de Demokrat Parti milletvekili Şevket Mocan tarafından gündeme getirildi. Mocan’ın soru önergesine yanıt veren dönemin Adalet Bakanı Rüknettin Nasuhioğlu, Yozgat Kampı’nda tutulan 237 sığınmacıdan 195’inin iade edildiğini ve bu sayının tamamının asker olduğunu ifade etti. Sovyet tarafında da az sayıda Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı bulunuyordu. Antlaşma karşılıklı olarak iki tarafın da sığınmacıları iade etmesini içeriyordu. Sovyet tarafı Türk vatandaşlarını teslim etmeyince Türkiye de ikinci grupta kalan 42 kişiyi teslim etmedi.”
Prof. Hakkı Uyar.
Uyar, Boraltan olayının siyasal konjonktüre bağlı olarak dönem dönem farklı şekillerde gündeme getirildiğini söylüyor:
“Ortada büyük bir trajedi olduğu kesin. Ama o dönem kim iktidarda olsa İnönü gibi davranırdı. Tabii gösterilebilecek hiçbir gerekçe bu acı olayın yükünü de hafifletemez. Olayla ilgili dönemin Cumhurbaşkanı İnönü haklı olarak bu kadar öne çıkarılırken; sağ-milliyetçi kesimlerin çok sevdiği, dönemin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu niye hiç gündeme getirilmiyor?”
Dr. Orhan Çekiç: “Türkiye ve Yunanistan yalnız bırakılmış iki ülkeydi”
Gedik Üniversitesi Atatürk İlke ve İnkılapları Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü, Dr. Öğretim Üyesi Orhan Çekiç de olayın o dönem Türkiye’nin BM üyesi olmasında kritik önem taşıdığına dikkat çekiyor:
“İkinci Dünya Savaşı sonunda Rusya 17 ülkeyi işgal edip Almanya’ya girmiş, üstelik fiilen kendisine bağlı bir Doğu Almanya bile kurmuştu. Türkiye ve Yunanistan, yayılmacı Sovyet Rusya tehdidi karşısında Batı tarafından yalnız bırakılmış iki ülkeydi. Türkiye bu yüzden savaş fiilen bittikten sonra olsa bile Almanya ve Japonya’ya savaş ilan ederek Müttefiklerin safına geçti. Bu durumda da mütekabiliyet esaslarına göre Sovyetlerin vatandaşlarını teslim etme zorunluluğu doğdu. Sovyetlerin iddiası bu kişilerin Nazilerle işbirliği yaptığıydı. Tabii bu karşılıklı uygulanacak bir protokoldü. Çünkü Rusların elinde de bir subay iki er olmak üzere 3 Türk vatandaşı vardı. 195 kişilik ilk teslimatın ardından Rusya 3 Türkü vermeyince geri kalan Sovyet kökenli sığınmacılar teslim edilmedi. Sadece gitmek isteyenlerin gönderildiğine ilişkin bir belge veya bulguya rastlamadım.”
Dr. Orhan Çekiç.