Ana SayfaHaberlerDünyaBu seferki mutlu bir şaşkınlık: Nobel Edebiyat Ödülü, Annie Ernaux’nun

Bu seferki mutlu bir şaşkınlık: Nobel Edebiyat Ödülü, Annie Ernaux’nun

Nobel Akademisi, bu seneki Edebiyat Ödülü’nü, 1940 doğumlu Fransız yazar Annie Ernaux’nun aldığını açıkladı. Edebiyat dünyasında genel bir memnuniyet ve şaşkınlık hâkim: zira Ernaux gibi adı Nobel için senelerdir geçen, ödülü çoktan hak ettiği konusunda bir mutabakat olan isimler genelde alamıyorlar bu ödülü, Akademi ters köşe yapmayı seviyor. Bu defa da şaşırttı ama mutlu, neşeli bir şaşkınlık şu anda yaşanan.

Bu sene, maruz kaldığı saldırının da etkisiyle ödülün Salman Rüşdi’ye gideceğine dair bir beklenti vardı; Ernaux sevenler “bu yıl da olmayacak” endişesi taşıyordu. Geçkin yaşını da göz önüne alınca yazarın ödülünü alamadan dünyadan göç etme ihtimali, sevenlerini üzüyordu. Üstüne bir de yıllardır ödül için adı geçen İspanyol yazar Javier Marías’ın geçtiğimiz ay COVID’e bağlı zatürre sebebiyle 71 yaşında ödüle ulaşamadan hayata gözlerini yumması, endişeleri iyice artırmıştı.

Neden Ernaux?

Akademi, Marías vakasından ders aldığı için mi tercihini Ernaux’dan yana kullandı bilinmez, ama sonuçta özkurmaca (autofiction) türü romanlarıyla tanınan ve Avrupa edebiyatının yaşayan en büyük isimlerinden biri olan Annie Ernaux’ya hak ettiği ödül verildi. Nobel Akademisi Ernaux’ya ödülün, “Hafızanın köklerini, yabancılaşma süreçlerini ve kolekif sınırlayıcılığını cesaretle ve objektif bir keskinlikle ortaya çıkarmadaki becerisinden ötürü” verildiğini açıkladı.

Bu cümleye katılmamak imkânsız. Sıklıkla otobiyografik veya yarı otobiyografik eserler üreten yazar, kitaplarında kişisel tarihlerimizin toplumsal, politik ve sosyolojik olanla nasıl iç içe geçtiğine ve toplumsal hafıza tarafından nasıl farkına varmadan şekillendirildiğimize odaklanıyor. Ernaux’nun pek çok eleştirmen tarafından “Günümüzün ‘Kayıp Zamanın İzinde’si” olarak tanımlanan Seneler’ini okurken sık sık aklıma üniversitede birinci sınıfın ilk dersinde bize söylenen ve sonra da unutmamamız için sıkça tekrarlanan “her şey politiktir” cümlesi gelmişti. 1940’lardan 2006’ya dek uzanan bir zaman diliminde değişen Fransa’yı, dünyayı ve bunlarla beraber dönüşen kadın olmayı, hayatı, kendini tanımlama deneyimini anlatıyordu Ernaux.

Neden sevindik?

Seneler’den ve yazarın okuduğum diğer eserlerinden bahsetmeden önce, Ernaux’nun bu ödülü almasının anlamına ve beni neden bu kadar sevindirdiğine dair birkaç şey söylemek istiyorum. Öncelikle Ernaux, son 30 yılda gitgide daha çok karşımıza çıkan bir edebiyat türü olan özkurmacanın mucitlerinden ve yaşayan en önemli temsilcilerinden biri; dolayısıyla bu ödülü bir anlamda bu türü yücelten bir ödül olarak da okumak mümkün. Biricik, öznel, sıradan olandan edebiyat devşiren ve eski süslü, ihtişamlı, olaylı edebiyatın karşısında gitgide daha kuvvetli biçimde dikilmeye başlayan bu sade ve gerçek biçimin hak ettiği övgüleri aldığını görmekten mutluluk duyuyorum.

Şunu da eklemek isterim ki; özkurmaca alanında en iyi eserleri açık ara kadınların verdiğini düşünüyorum. Kimilerine ilginç gelebilir, bence değil; bu türde eserler yazmak, kendi bedenini, geçmişini, hafızasını bir arkeolog gibi özenle kazmak cesaretini kadınların daha rahat gösterebiliyor olması pek şaşırtıcı değil. Büyük laflar, büyük iddialar, büyük kavgalara savrulmadan; önce ayna karşısında, sonra okur karşısında soyunmak bu kadınların yaptıkları. Kurmacayı kurarken gerçeklikten beslenmek. Bunu yaparken olağanüstü bir dürüstlük sergileyebilmek. Özkurmacanın, kadın yazarların başını çektiği yükselişinin toplumsal cinsiyet ekseninde yaşadığımız dönüşümden de bağımsız düşünülemeyeceği kanaatindeyim. Bu ödül, bir anlamda bu dönüşümü de görünür kılıyor bence.

“Seneler” ve “sürekli geçmiş zaman”

Ernaux’nun dilimize çevrilen eserlerine de kısaca değinmek istiyorum. Yazarın külliyatının en dikkat çekenlerinden biri olan Seneler’le başlayalım. Öncelikle bu özel kitabın teknik olarak da çok özel bir yanı var: hiç “ben” demeden, bir kere bile birinci tekil şahıs kullanmadan bir otobiyografi yazmayı becermiş Annie Ernaux. Bu tercih aslında ne çok şey anlatıyor ve ne çok soru sorduruyor: ben kimim? Yahut ben, sadece ben miyim? Tecrübem ne kadar biricik, ne kadar sıradan? “Ben”i “onlar”dan ayıran nedir? Aynı kuşağın üyelerinin deneyimleri birbirlerine ne kadar benzer, nasıl / nerede ayrışır? Bununla da kalmıyor, “sürekli geçmiş zaman” olarak tanımladığı bir zaman kipiyle yazıyor eserini yazar. Özellikle modernleşme tecrübesini Fransa’yı birkaç onyıl geriden izleyen bir ülkede yetişmiş biri olarak, Ernaux’nun kişisel deneyiminde kendi hayatımdan ve dinlediğim kadarıyla ailemin gençliğinden çokça iz gördüm -bunun da “geçmiş zaman”ın sürekliliğine ve yine bu tercihin isabetliliğine dair bir işaret olduğunu düşünüyorum.

Hayatımın çeşitli dönemlerinde, kendi farklı “seneler”imde dönüp tekrar okuyacağımı ve Ernaux’nun tecrübesine ve yol arkadaşlığına ihtiyaç duyacağımı düşünmüştüm kitabı bitirdiğimde. Şu çok tanıdık pasaj örneğin, o günden beri zihnimdedir: “(Protesto yürüyüşlerinden sonra) rozetleri eve dönüşte hatıra olarak çekmeceye koyuyorduk. İçeriğini unuttuğumuz dilekçelere imza atıyorduk, hatta imzaladığımızı unuttuğumuz bile oluyordu. (…) İnsanlar bugünden yarına yorgun düşüyordu. Coşkunun ardından dermansızlık, itirazın ardından rıza geliyordu. ‘Mücadele’, eğlence konusu haline gelen Marksizmin kokusunun üzerine sindiği bir kelime olarak itibarsızlaşmış, ‘hak savunuculuğu’ndan öncelikle tüketici hakları anlaşılır olmuştu.”

Yalın Tutku” & “Babamın Yeri

2020 yılında Ernaux’nun tüm haklarını alan Can Yayınları’nın, yazarın eserlerini Siren İdemen’in müthiş çevirileriyle yayınlamaya başlamasıyla beraber hepimiz Ernaux’yu daha yakından tanır olduk. Seneler’in gördüğü ilginin ardından Yalın Tutku ve Babamın Yeri kitapları geldi. Bu iki kısa kitap, Ernaux dünyasının biraz daha derinlerine dalmamızı sağladı.

Babamın Yeri’nde, Ernaux, Seneler’de çok somut şekilde gördüğümüz; bireysel ve biricik olana bakıp müthiş toplumsal panoramalar çıkarmak işini olağanüstü bir maharetle kotarıyordu yine ve babasıyla küçük, belki önemsiz ve sıradan bile denebilecek anıları üzerinden bir kuşağa, toplumun dönüşümüne, o dönüşümün izlerine bakıyordu. Sanki soğuk, mesafeli bir yerden babasının ölümünü ve hayatını anlatıyor gibi gözüken yazarın aslında her kelimesine sinmiş hüznü ve duygu yoğunluğunu sezmek zor değil. Bambaşka bir coğrafyada, bambaşka bir kültürde babasıyla ülkemizdekine benzer şekilde ilişkilenmiş / ilişkilenememiş birileri olduğunu okumak da ayrıca zenginleştirici bir deneyimdi.

Yalın Tutku ise Ernaux’nun en çıplak kitaplarından biri olarak dikkat çekti ve çok sevildi. Yine kendi deneyimi üzerinden tutku ve saplantı arasındaki zaman zaman farkına bile varmadığımız incelikteki çizgiyi enfes biçimde anlatmış, her zamanki gibi kendine karşı acımasızlığa varan bir dürüstlükle yazmıştı Ernaux. “Kaç kez seviştiğimizi hesaplıyordum. Her defasında ilişkimize bir şeyin daha eklendiği hissine kapılıyordum, fakat bizi birbirimizden kesinlikle ayıracak olan da bu jest ve haz birikimiydi. Bir arzu sermayesini tüketiyorduk. Fiziksel yoğunluk düzeyinde kazanılan, zaman düzeyinde yitiriliyordu” diye yazıyor, saplantıya evrilme potansiyeli taşıyan tutkunun sıklıkla insana “bu ben değilim, dönüştüğüm şeyden nefret ediyorum” dedirten şeyler yaptırma gücünü, “hazzı gelecekteki bir acı gibi yaşamayı” 50 sayfada mükemmel biçimde özetliyordu. Yalın Tutku romanı, 2020 yılında “Passion Simple” adıyla sinemaya da uyarlandı.

Kürtaj” ve “Boş Dolaplar

Sinema uyarlaması demişken, Ernaux eserlerinin sinemaya uyarlandığı tek vaka bu değil. Geçtiğimiz sene ünlü Fransız yönetmen Audrey Diwan, yazarın L’Événement adlı romanından çektiği film ile Venedik’te Altın Aslan’ı kucakladı, hatta Fransa’nın Oscar adayı olarak son anda bu film yerine Titane seçilince “nasıl L’Événement seçilmez, delirdiniz mi” tepkileri yüksek perdeden dillendirildi. Ülkemizde “Kürtaj” adıyla gösterilen (ve hala MUBİ’den izlenebilen) filmin uyarlandığı kitap 2000 yılında İletişim Yayınları tarafından yine bu adla Türkçeleştirilmişti. Uzun zamandır baskısı bulunmayan eserin, Can Yayınları’nın yayına hazırlananlar listesinde olduğunu ve yakın zamanda yayınlanacağını ekleyeyim.

Son olarak geçtiğimiz ay yazarın “Boş Dolaplar” kitabını yayımladı Can Yayınları. Henüz okuma fırsatı bulamadığım bu kitapta Ernaux yine kendi hayatından yola çıkarak “iki ayrı dünya –eğitimsiz işçi sınıfı ve eğitimli burjuva sınıfı– arasında sıkışıp kalmış, okul yaşamındaki başarılarıyla ailesinin temsil ettiği her şeye karşı kendini yeniden inşa etmeye çalışan genç bir kızın, Denise Lesur’ün hikâyesini” anlatıyor.

Bitirirken

Seneler’in o çok vurucu son kelimelerini hatırlatarak bitireyim bu yazıyı, kitabın yazılma sebebi tam da bu diye düşünmüştüm: “artık asla olmayacağımız zamandan bir şey kurtarmak.”

Akademi, ödülü daha da geciktirmeden bu büyük yazara vererek artık olmayacağımız zamandan bir şeyi kurtardı diyebiliriz bence.

İyi ki varsın, iyi ki yazıyorsun sevgili Annie Ernaux.

- Advertisment -