Henüz Âkil İnsanlar Heyeti belirlenmemiş, Öcalan’ın herhangi bir mektubu televizyonların canlı yayınlarında okunmamış, Şivan Perwer ile İbrahim Tatlıses düet yapmamış, Peşmergeye koridor açılmamış, Dolmabahçe Sarayı’nda ortak basın toplantısı düzenlenmemiş, dönemin başbakanı Erdoğan çözüm sürecinin karşılaştığı zorluklar hakkında “İhanetin içinde olanlar Bahçeli ve Kılıçdaroğlu’dur” dememişti.
Çözüm sürecinin ilk günleriydi. 2013 yılı çok hızlı başlamıştı.
Başbakan Tayyip Erdoğan istihbarat ile Öcalan arasında görüşmeler yapıldığını açıklamış, Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eş Başkanı Ahmet Türk ile Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Batman milletvekili Ayla Akat Ata 3 Ocak’ta İmralı adasına gitmişti.
Bu ziyaretten bir hafta sonra, 10 Ocak’ta Fransa’nın başkenti Paris’te düzenlenen silahlı bir saldırıda PKK’nın kurucularından Sakine Cansız, Leyla Söylemez ve Fidan Doğan öldürüldü.
Erdoğan’dan ilk tepki: “Provokasyon veya iç infaz”
Hükümet cephesinden gelen en üst düzey tepkide provokasyon ihtimaline işaret ediliyordu. Senegal’de gazetecilerin sorularını yanıtlayan Erdoğan, “Bu bir iç hesaplaşma olabilir, bunun yanında şu anda teröre karşı bizim vermiş olduğumuz bir mücadele var, mesafe almak istiyoruz, bunu arzu etmeyenler de var. Bunlar tarafından da böyle bir provokatif çaplı bir girişim de olabilir, sabırlı olup aydınlanmasını beklemek lazım diye düşünüyorum. Biz terörle mücadeleye yönelik iyi niyetli adımlarımızı atmaya devam edeceğiz, ta ki netice alana kadar” dedi.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç cinayete, “Yargısız infazla böylesine bir vahşetin işlenmiş olmasını tel’in ediyorum. Bu çok yanlış bir olay. Üzüntülerimi ifade ediyorum” sözleriyle tepki gösterdi.
Demirtaş: “Sabırlı, akıllı, cesur olmak zorundayız”
Diyarbakır’da konuşan eş başkan Gültan Kışanak “Bu katliam sıradan bir katliam değil. Açıkça büyük bir siyasi cinayettir. Kürt sorununun çözümünün önüne kurulmuş bir tuzaktır” dedi.
Paris’e giderek protesto yürüyüşüne katılan eş başkan Selahattin Demirtaş ise insanları öfkeye teslim olmamaya çağırdı:
“Bizim ihtiyacımız olan şey öfke, kin değil konuşabilmektir. Barışı sağlamanın zorluğu da buradadır. Öfkeye, kine teslim olmadan, başlatılan bu süreci ısrarla yürütmek için sabırlı, akıllı, cesur olmak zorundayız başka çaresi yok.”
O günlerde kimse oyunbozan olmak istemiyordu.
Hükümet medyası: “Pusu, sabotaj…”
Gazeteler cinayetleri manşetten gördü.
Hükümete yakın Star gazetesi, üç PKK’lı kadının öldürülmesini “Paris’te çözüme pusu” başlığıyla verirken, Sabah’ın manşetinde “Sabotaj gibi üç derin infaz” ifadesi yer alıyordu:
Cinayetler, köşe yazarları tarafından şöyle yorumlandı:
İbrahim Karagül: “Kimse kimseyi kandırmasın. Örgüt için hesaplaşma diyerek olayı PKK’ya hapsetmemek lazım. İnfazı yapan kişi tespit edilse de bu böyledir. Eğer bu ‘İmralı-Kandil kapışması’ ise, bunun bir başka okunuşu da Fransa-Türkiye kapışmasıdır. Ya da saldırının arkasında hangi Avrupa ülkesi varsa. Fransız hükümeti, üzerinde bu şaibenin kalmaması için saldırıyı mutlaka aydınlatmak zorundadır.”
Orhan Miroğlu: “Sakine Cansız’la Diyarbakır cezaevinde aynı dönemlerde kaldık. Cansız’a ve hayatını kaybeden diğer üç kadına Allah’tan rahmet diliyorum. Maalesef bu üç kadın seçilmiş kurbanlar oldular. Son derece üzgün olduğumu ifade etmem gerekiyor.”
Cem Küçük: “Barış kimin çıkarını zedelerse fail odur! Türkiye’nin derin devleti hâlâ çok güçlü değil. Paris’te üç kadın PKK temsilcisinin infaz edilmesi güçlü bir derin devletin işi gibi görünüyor. Bu tür cinayetler asla ve kat’a çözülemez.
“Sakine Cansız’la beraber üç PKK’lı kadının öldürülmesi komploların en büyüğüydü. Kandil’de konuşlanmış savaş borazanları Öcalan’a rağmen her türlü provokasyonu zorluyorlar. Asla ve kat’a barışa hizmet etmiyorlar.”
Yalçın Akdoğan: “Dehşet verici bir hadise. Dış dinamikler de bu süreci sabote etmek istiyor. Sadece düşmanlar Türkiye’ye zarar vermek, Türkiye’nin bölgedeki hesaplarını boşa çıkarmak, vs için örgütü kullanmıyor. Dost gibi görünen ülkeler Türkiye’nin bölgesel etkinliğini zayıflatmak için bir şekilde bu sürece olumsuz etki yapabiliyorlar.”
Hilal Kaplan: “PKK üst düzey yöneticilerinin Avrupa’ya yerleştirilmesi tartışılırken Paris’teki suikastlerin bu amaca zarar verdiği söylenmişti. Peki, sınır dışına çekilmesi istenen PKK’nın Kandil’deki üslerini vurmak da aynı kapıya çıkmıyor mu?”
Fatih Tezcan ise cinayetten iki yıl sonra Twitter’da “10.01.2013’te Paris’te öldürülen Sakine Cansız barışı savunuyordu” demişti.
Cenazeler Türkiye’de gömüldü
Cenazeler önce İstanbul’a, oradan da Diyarbakır’a getirildi. Dönemin İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, cenazelerin Diyarbakır’a ulaşması için hava alanında gereken önlemlerin alındığını şu sözlerle açıkladı:
“Fransa’dan İstanbul’a geliş ve yapılması düşünülen cenaze merasimleriyle ilgili bir takım planlamalar var. Emniyetimiz ve emniyet güçlerimiz, bu süreci İstanbul’a geliş ve gidişleri takip edecek. Yaşanabilecek, bu durumdan medet ummak isteyecek çok cılız, olayın farkına varamamış hamleleri, hareketleri yakından izleyeceğiz. Üzerimize düşeni yapmaya çalışıyoruz. Burada herkesin bize yardımcı olması, kardeşliğimizi güçlendirmek için elinden geleni yapması gerekiyor. Emniyet yetkilileri gereken tüm tedbirleri alacak.”
Başbakan Erdoğan “güvenlik güçlerinin tahrik ve sabotajların önüne geçmek için son derece hassas davranacağını” söyledi. Demirtaş ise “Cenazeleri sahiplenme, süreci sahiplenme olacak” diye konuştu.
Diyarbakır Valiliği, Emniyet Genel Müdürlüğü’nden 1000 kişilik çevik kuvvet takviyesi istedi. Törene izin verilmişti ama yaşanacak bir gerilimin henüz emekleme aşamasındayken çözüm sürecini boğmasından korkuluyordu.
Herkesin gözü Diyarbakır’daydı.
“Diyarbakır çözüm turizmi” başlıyor
Diyarbakır’ın en büyük meydanı Batıkent’te yapılacak cenaze törenine tanıklık etmek isteyen gazeteciler Diyarbakır’a doğru yola koyuldular. Ahmet Hakan da Diyarbakır’da olacağını duyuranlar arasındaydı.
Fadime Özkan: “Bugün Diyarbakır’a Paris’ten üç kadın gelecek. Yazık ki ölü olarak… Cenazeleri memleketlerine gönderilecek, Dersim’in, Mersin’in, Maraş’ın toprağına konulacak susturucu takılmış bir silahtan çıkan kurşunlarla deşilmiş bedenleri. Ağız dolusu sloganlar atılacak, yumruklar sıkılacak ama, ölüme bitişik olsa da her zaman hayatları, hiç beklemedikleri bir anda gelen ölümün yarattığı o son duyguyu, beyhudeliği, o derin hayalkırıklığını muhtemelen kimseler bilmeyecek. (…) Hiç kimse böyle bir hayalkırıklığı içinde ölmemeli, rahmetli Ahmet Kaya’nın bir şarkısında dediği gibi; ölmek ne garip şey anne, yaşamak isterken delice, dememeli.”
Abdülkadir Selvi: “Bugün cenazelerinin ardından yürüyecek olan on binlerin Diyarbakır meydanından, ‘Edi Bese’ yani, ‘yeter artık’ demelerine ihtiyaç var.”
Ersoy Dede: “Sevseniz de sevmeseniz de yüzbinlerce kişinin bu meydanda neden toplandığını anlamanız lazım. Başka türlüsü yok.”
Cenaze töreninde kalabalığa seslenen Selahattin Demirtaş, birkaç gün önce Paris’te sarf ettiği sözleri tekrarladı:
“Hiçbiri tek başına bir işe yaramaz. Aynı anda hem sabırlı hem akıllı hem cesur olacağız.”
Korkulan olmadı. Ahmet Hakan, izlenimlerini Hürriyet’te şöyle kaleme aldı:
“Kitle olgun, polis hoşgörülü, hava barışçıl, gün olaysız… Batıkent Meydanı’ndaki büyük tören olaysız başladı, olaysız bitti… ‘Acaba dağılma aşamasında bir taşkınlık olur da polis müdahale eder mi? Son anda bir olay çıkar mı?’ diye endişe ediyorduk… Hayır, dağılma aşamasında da herhangi bir olay olmadı… En küçük bir taşkınlığın bile yaşanmadığı olaysız bir gün yaşandı… Barışın, çözümün vurgulandığı bir gün…”
Ertesi günün gazeteleri de Diyarbakır’da verilen barış mesajlarını manşetlerine taşıdılar.
Cansız’ın ölümüne üzüntülerin bildirildiği, devlet gözetiminde gerçekleşen cenaze töreninin barış mesajı olarak yansıtıldığı, cinayetin çözüm sürecine karşı sabotaj olarak değerlendirildiği, Abdullah Öcalan’ın el üstünde tutulduğu bir hava hakimdi.
‘Suçlu’ bulundu: Canan Kaftancıoğlu
Fakat yıllar sonra, o günlerde sadece bir kişinin kusurlu davrandığı ortaya çıktı. O da kamuoyunun yakından tanımadığı, CHP’nin televizyonlara çıkmayan, gazetelerde boy göstermeyen, Twitter’da 2 bin civarında takipçisi olan 41 yaşındaki İstanbul İl Başkanvekili Canan Kaftancıoğlu’ydu.
Kaftancıoğlu, Sakine Cansız’a ait olduğu söylenen bir sözü alıntılayıp, suikasta uğrayanların cinsiyetine işaret etmişti:
“’İnsanlık tarihi kadın ile başlar. İnsanlık kadına yapılanlarla kaybeder’ demiş Sakine Cansız. Ve insanlık yine kaybetti.”
15 Ocak 2018’de başlatılan soruşturmanın ardından, Kaftancıoğlu bu sosyal medya paylaşımı nedeniyle “silahlı terör örgütü propagandası yapmak” suçundan 1 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı. Ceza, tekrarlanan İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimlerinin birinci yıldönümünde, 23 Haziran 2020’de İstinaf Mahkemesi’nde onandı.
Fakat o tweet’in atıldığı günlerde kimse bu paylaşımından ötürü Kaftancıoğlu’nu yadırgamamış, hiçbir gazeteci CHP’nin İstanbul İl Başkanvekilini ayıplamamış, Kaftancıoğlu hakkında o günlerde hiçbir soruşturma açılmamıştı. Kimse ona ‘terörist’ dememiş, televizyonlarda linç etmemişti.
Çünkü o günlerde Türkiye işte böyle bir Türkiye’ydi.