Ana SayfaHaberlerÇevirilerÇEVİRİ | Demokrasi ölmedi ve illiberalizm kaçınılmaz geleceğimiz değil

ÇEVİRİ | Demokrasi ölmedi ve illiberalizm kaçınılmaz geleceğimiz değil

Popülist ve aşır sağ hareketler uzmanı Hollandalı siyaset bilimci Cass Mudde yazdı: Birçok kişi Bolsonaro ve Trump gibi illiberallere destekten değil protesto olarak oy verdi. Bu grup ne lider kültünün parçası ne de karizmatik bir lider tarafından kandırıldı. İşin doğrusu, yolsuz, istikrarsız, ilham vermeyen veya sadece zayıf ana akım parti ve siyasetçilere olan hayal kırıklıkları onları bu seçime itti. Bu parti ve siyasetçilerin iktidarı kendilerine hak görmesi buna yol açtı. Bu insanları geri kazanmanın yolu hafif illiberal olmak değil: istikrarlı, samimi ve ilham verici liberal demokratik siyaset.

21. yüzyıl liberal demokrasiye iyi gelmedi. Sıklıkla şiddete meyleden İslamcılık bir yana, dünyanın farklı yerlerindeki liberal demokrasilere en büyük meydan okuma illiberallerden, yani liberalism karşıtlarından geldi. Bundan nasibi alanlar sadece oluşma sürecindeki Rusya gibi liberal demokrasiler değildi. Macaristan ve Venezuela gibi sağlamlaşmış görünen ülkeler de rekabetçi otoriter rejimlere dönüştü. Hatta iyice oturmuş liberal demokrasiler bile risk altında. Bunu İngiltere ve ABD’de görüyoruz. 

Daha önceki ‘krizler’ gibi – 11 Eylül 2001 saldırıları, 2008 Krizi, 2015-16’daki sözde mülteci ‘krizi’ – COVID19 pandemisi de ilk bakışta zaten kötü olan durumu daha da beter hale getirecek gibi görünüyordu. Tüm dünyada devletler sıkı baskı uygulamalarına başladılar. Sınırlar kapatıldı ve olağanüstü haller ilan edildi. Bir sürü illiberal lider bu hali fırsat bilip yürütmeyi güçlendirecek, iç muhalefeti zayıflatacak adımlar attı. Ama tünelin sonunda ışık olabilir. 2021 pandeminin sonunu getirmemiş olsa da en azından illiberalizmin yükselişini yavaşlattı. Ve 2022’de bu trend sürebilir.

Son yılın en büyük siyasi olayı kuşkusuz ABD’de Trump döneminin bitmesiydi. Dört yıl boyunca Donald Trump dünyadaki en güçlü ülkenin başkanı olarak küresel siyaseti domine etti. Ayrıca dünyanın en önemli demokrasisinin de başkanı olarak her ülkenin (bazen gelecek) illiberal liderlerine de örnek ve ilham oldu. Trump bazı yorumcuların felaket çanlarını çalışının aksine asla ‘İlliberal Enternasyonal’ gibi bir oluşum kurmanın peşinde olmadı. Ancak Brezilya Başkanı Jair Bolsonaro ve Macaristan’da Viktor Orban gibi illiberal liderler Trump’ın Beyaz Saray’da oluşundan dolayı güvende ve desteklenmiş hissettiler.

Halefi Joe Biden Trump karşıtı, liberal dünya düzenini yeniden kurmaya söz veren, illiberalizmle hem içeride hem de dışarıda mücadele öngören bir kampanya yürüttü. Birçok seçim vaadi gibi başkan olarak bunları da henüz yerine getirmiş değil. Biden; Macaristan’da Orban, İsrail’de Benjamin Netanyahu, Rusya’da Vladimir Putin ve Türkiye’de Erdoğan gibi illiberal liderlere karşı daha sert bir ton kullansa da Hindistan’dan Narendra Modi gibi başka illiberal liderlere kucak açtı. Modi’ye olan sıcak yaklaşımı öne çıkardığı Demokrasi Zirvesi’nde de gördük.

Ancak dünyanın başka ülkelerinde de önemli gelişmeler oldu. Bunların en dikkat çekenleri Orta Avrupa ve Güney Amerika’daydı. 2021’de Orta Avrupa’da illiberalizmin yükselişinde kilit rol oynayan iki siyasetçi iktidarı kaybetti. Çekya’da Andrej Babiš, (yakın) bir parlamento seçimiyle yasama çoğunluğunu ve iktidarı yitirdi. Babiš bölgedeki diğer illiberal liderlere kıyasla daha sakin olsa da yakın zamanda artan seçim baskılarıyla giderek radikalleşmiş, hatta Orban’la beraber kampanya yapmıştı. Ancak başarılı olamadı. En büyük iç destekçisi olan illiberal ama çok hasta olan cumhurbaşkanı Miloš Zeman Babiš’i iktidarda tutmaya çalıştı ama Aralık ayında yerini başkasının almasını önleyemedi.

Belki daha da önemlisi Avusturya’ydı. Wunderkind (genç yetenek) Sebastian Kurz sonunda yolsuzluğu ve anti-demokratik davranışları için siyasi bedel ödedi. Önce şansölyelikten istifa etti. Ardından toptan siyasetten çekilmeye karar verdi. Kurz radikal sağcılığın ana akıma geçişinin ve Avrupa’da illiberalizmin ana akımlaşmasının vücut bulmuş haliydi. Hızlı yükselişini Avusturya’nın geleneksel muhafazakar partisi Avusturya Halk Partisi (ÖVP) içinden yapan Kurz “halk partisini” şahsi siyasi aracına çevirmişti. Orban gibi illiberal otokratların davranışlarını ve radikal sağ popülistlerin siyasetlerini uygulamaya başlamıştı. Genç yaşından ve büyük başarısından dolayı Kurz çabucak Avrupa’nın hırslı sağcı siyasetçileri için bir örnek haline geldi. Onların gözünde Kurz ve stratejisi 21. yüzyılda muhafazakarlığın geleceği olacaktı.

Latin Amerika’da heyecanla beklenen Şili başkanlık seçimininde tahmin edilen adaylar ikinci seçime çıktı. Ancak Gabriel Boric beklenenden daha sağlam bir çoğunlukla zafer kazandı. Tabi ki popülist radikal sağcı aday José Antonio Kast’ın yüzde 45 oy alması rahatsız edici. Kast’ın Şili sağının fiili lideri oluşu da öyle. Ancak Boric’in topyekun zaferi hem Şili’de hem ötesinde illiberal ve reaksiyoncu sağ için büyük bir kayıp. Güney Amerika’nın içinde bu yenilgi sonrası artık Bolsonaro bir istisna – en azından şimdilik.

Gelecek yıl bu yenilgilerin izole ve geçici geri adımlar olup olmadığı gösterecek?

İlliberalizm gerçekten çöküşte mi? Dünyanın farklı yerlerinde kritik seçimler bize küresel trendlerin (eğer varlarsa) ne olduğunu gösterecek. Belki de en önemlisi Brezilya’daki seçimler.

Bolsonaro zor bir yeniden seçimle karşı karşıya. Siyasete geri dönen Luiz Ignácio Lula da Silva ve sağ koalisyonun çekişmeler ve skandallardan dağılışıyla beraber Bolsonaro bu gidişle tek dönemlik bir başkan olacak. Kendi partisi Brezilya için İttifak tamamen bir başarısızlıktı ve bu nedenle Bolsonaro ülkenin satılık sağ partilerinden Liberal Parti’ye katıldı. Bu nedenle seçimi kaybettikten sonra geride kurumsal bir miras da bırakamayacak.

Avrupa’da 2022’de iki önemli illiberal lider ciddi seçim mücadeleleri verecek: Macaristan’da Orban ve onun ufak versiyonu olan Slovenya’daki Janez Janša.

İkisi de şu an ülkelerinin en popüler liderleri olsalar da bu sefer birleşik muhalefetle yüzleşiyorlar. Janša’nın Babiś’in kaderini paylaşması muhtemel: geniş ama kararlı bir muhalefet tarafından başbakanlıktan atılmak. Orban ise medyanın ve seçim sisteminin kontrolünü tamamen elinde bulundurduğu için çıkacak sonucu tahmin etmek daha zor. Hala heterojen ama stratejik olarak birleşik bir muhalefetin Orban’ın serbest ve adil seçimlere karşı koyduğu engelleri aşıp aşamayacağı hala belirsiz.

Bu anlamda Avrupa Birliği’nin büyük bir görevi var. Uluslararası gözlemciler önceki seçimlerin serbest ve adil olmadığına karar kılmasına rağmen AB sonuçları kabul etmişti. O zamandan beri Orban’ın Avrupa’da siyasi olarak daha da yalnızlaştı. Güçlü grup Avrupa Halk Partisi’nden (EPP) izole oldu. Büyük Arabulucu Angela Merkel’in iktidardan ayrılışıyla onun sessiz onayını kaybetti. Almanya’da yeni Şansölye Olaf Scholz ve büyük ihtimalle tekrar seçilecek Macron ile bu defa Orban’ın karşısında sağlam bir anti-illiberal Fransız-Alman liderliği olacak. Dahası, Babiš, Kurz, ve büyük ihtimalle Janša artık olmayacağı için, AB içindeki tek destekçisi olarak illiberal Polonya hükümeti kalacak.

Bu demek değil ki illiberalizm ölüm döşeğinde. Eğer hem Bolsonaro, hem Janša hem de Orbán seçimlerini kaybetse ve iktidarı devretseler (artık her ülkede otomatik bekleyemediğiz bir adım) bile illiberal liderler önemli ülkeleri yönetmeye devam edecek.

Bu listede Hindistan, Rusya, Türkiye ve Venezuela var. Ayrıca ABD’de giderek illiberal hatta demokrasi karşıtı hale gelen Cumhuriyetçi Parti’nin Trumpçı vaatlerle ara seçimleri farkla kazanması, Senato’yu geri alması ve belki de Kongre’de çoğunluğu elde etmesi bekleniyor.

Benzer şekilde İtalya’nın aşırı sağcı partileri Matteo Salvini’nin Lig’i ve Giorgia Meloni’nin İtalya Kardeşleri’nin bir sonraki koalisyonu kurması bekleniyor. Seçimler ne zaman olursa onun ardından bu liderlerin başbakanlık koltuğu için çekişmesini göreceğiz. Ama en azından bu sonuçlar bozguncu gazeteci, siyasetçi ve yorumcular için bir alarm olmalı.

Demokrasi ölmedi ve illiberalizm (kaçınılmaz) geleceğimiz değil.

21. yüzyılın ilk yirmi yılı illiberalizmin yükselişiyle geçti. Özellikle (ismen) liberal demokrat yerlerde bu sıklıkla popülist formlarda oldu. Brexit ve Trump’ın 2016’da yarattığı çifte yenilgi liberal demokrat gazeteci, siyasetçi ve yorumcuları toplu bir depresyona sürükledi. Demokrasinin sonunu ve faşizmin yükselişini ilan eden kitaplar çok satanlar listelerine girdi. Aynı zamanda illiberal söylemler ana akım oldu, normal hale geldi. Aklın yolu veya kaçınılmaz addedilmeye başlandı. Liberal demokrasinin baskı altında olduğu şüphesiz ve illiberalizm hala dünyaya büyük bir tehdit. Ancak bu bozguncu kaderciliğe dur demenin vakti geldi.


Liberal demokrasi hala son derece popüler.

İnsanlar sadece doğru sözleri söyleyen değil, işleri yapabilecek liderler arıyor. Birçok kişi Bolsonaro ve Trump gibi illiberallere destekten değil protesto olarak oy verdi. Bu grup ne lider kültünün parçası ne de karizmatik bir lider tarafından kandırıldı. İşin doğrusu, yolsuz, istikrarsız, ilham vermeyen veya sadece zayıf ana akım parti ve siyasetçilere olan (genelde haklı) hayal kırıklıkları onları bu seçime itti. Bu parti ve siyasetçilerin sözlerini tutmayışı, iktidarı kendilerine hak görüşü buna yol açtı. Bu insanları geri kazanmanın yolu hafif illiberal olmak değil: istikrarlı, samimi ve ilham verici liberal demokratik siyaset. 2022’nin doğru yolu göstereceğini umalım.

Çeviren: Nesi Altaras

- Advertisment -