Samantha Power geçtiğimiz Şubat ayında Ürdün’deki ABD Büyükelçiliği’nde konuşma yaparken, önündeki yüz kadar Amerikalı diplomat ve insani yardım çalışanının çoğu gözle görülür bir şekilde üzgündü. ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı’nın başkanı olan Power, İsrail’i Gazze’deki Filistinlilere insani yardımı engellemekten vazgeçmeye ikna etmek için bölgeye gelmişti. Bir düzine personel, ABD yönetiminin İsrail politikasını protesto etme amacıyla kefiye giymişti ve Power konuşurken bazıları ağlamaya başlamıştı. Öfkeyle üstlerini, yani Power’ı sorguluyorlardı: Acaba Power Beyaz Saray’da düzenlenen toplantılarda ateşkes için hiç mi bastırmıyordu? İsrail’e bomba sevkiyatı konusunda nerede duruyordu? Acı çeken ve ölen Filistinli çocukların hali ne olacak? Alandan biri “bizim gibi yardımsever insanlar için arkamıza yaslanıp olan biteni izlemek gerçekten dayanılacak türde bir şey değil,” dedi Power’a.
Bu binada bu konular hakkında konuşamayacağını söyledi Power. “Beyaz Sarayda görüşmelerin yapıldığı odada bulunduğum için mutluyum,” diye de belirtti. Ancak çalışanlar daha da duygusallaştı ve Power bu sözlerin yetersiz kaldığını gördü. “Bugünlerde kendim de dahil verdiğim cevaplarla kimseyi tatmin edemiyorum,” dedi,
Power, Kalkınma Ajansı’ndan çok daha fazlasını temsil ediyor. Geçtiğimiz yirmi yıl boyunca, küresel insan haklarına en az ulusal çıkarlar kadar değer veren bir dış politika yaratmaya yönelik liberal çabalarla özdeşleştirilen tek isim oldu. A Problem From Hell: America and the Age of Genocide adlı kitabında, 1990’larda Ruanda ve Balkanlar’da yaşanan vahşetlerin ardından soykırımı önlemeyi dış politikanın merkezine koymayı güçlü bir şekilde savunmuştu.
“Masum hayatlar bu kadar büyük ölçekte yitip gidiyorsa ve Amerika Birleşik Devletleri makul bir riskle ölümleri durdurma gücüne sahipse, o halde harekete geçme görevi vardır” diyordu kitap.
Kitapta, Washington’u müdahaleye teşvik etmek için sesini yükselten ve bazı durumlarda protesto amacıyla istifa eden diplomatlardan övgüyle bahsediliyordu.
Power, Bosna’da savaş muhabirliği yaparken günlüğüne “Tek pişmanlığım, bu politikaları protesto etmek için istifa edebileceğim bir Dışişleri Bakanlığı’nda çalışmıyor olmam” diye yazmıştı.
Şimdi ise İsrail’in Gazze’de soykırım yapıp yapmadığı tartışmasında kişisel olarak nerede durduğu belirsiz. Power birçok röportaj talebini geri çevirdi ve bir Kalkınma Ajansı sözcüsü “Dışişleri Bakanlığı soykırım iddialarının asılsız olduğunu söyledi” dedi. Açık olan şu ki, bugün geldiği noktada kendisi gibi diplomatların sorumluluğu kitabında belirttiğinden daha farklı. Bu bahar Kongre’de soykırım sorusu sorulduğunda, “bu türden evet-hayır şeklinde cevaplar beklediğiniz sorulara herhangi bir yanıt vermeyeceğim. Ben işimi yapacağım, yani ihtiyacı olan insanlara yardım ulaştırmaya odaklanacağım” dedi.
CBS News’deki bir konuşmasında, “eskiden gazeteci ya da savaş muhabiri olduğum zamanların aksine, insani krizlerle ilgili bir şeyler yapabiliyorum ve gerçekten somut ihtiyaçlara odaklanabiliyorum” dedi.
Diplomatik duruşu, kendisi için çalışan pek çok kişide sorgulamalara yol açtı. Örneğin, insanlar Power’ın 30 yıl önce mücadeleci bir gazeteciyken sahip olduğu değerlere hala sahip olup olmadığını sorguladılar. Power’ın çalışanları 7 Ekim’den bu yana geçen bir yıl içinde Gazze’de öldürülen insani yardım çalışanları ve Filistinliler için Washington’daki Kalkınma Ajansı merkezinin önünde nöbet tuttular. Mart ayında üst düzey yetkililere özel bir mektup bile yazdılar: Şimdi sessiz kalma zamanı değil.
Power’ın Gazze’de yaşanan felaket hakkında yakından bilgi sahibi olduğuna şüphe yok. ProPublica‘nın haberine göre, Kalkınma Ajansı uzmanları Dışişleri Bakanlığı’na gönderdikleri bir notta İsrail’in “ABD’nin insani yardımlarını keyfi olarak reddettiğini, kısıtladığını ve engellediğini” kabul etti. Power bu engellemelere ilk elden şahit oldu ve personeller, masasına gelen Gazze ile ilgili raporları yakından okuduğunu söylüyor. Yine de en az üç çalışan Power’ın yakın çevresinin onun aklını karıştırdığını ve İsrail’in Gazze’ye yapılan yardımın engellenmesindeki rolünü gizlediğini söylüyor. Kalkınma Ajansı bu iddiaları reddetti ve Power da ajansının işbirliğine itimat ettiği ABD müttefiki olan İsrail’e yönelik eleştirilerinde dikkatli davrandı. Power, İsrail’i kendi yarattığı acıları dindirmek için “daha fazla insiyatif almaya” tekrar tekrar çağırıyor.
Geçtiğimiz ilkbaharda Gazze’de gönüllü olarak yaralıları ve ölmekte olanları tedavi ettikten kısa bir süre sonra Power ile ofisinde özel olarak görüşen Filistinli-Amerikalı doktor Thaer Ahmad, Power’ın felaketin “boyutunu anladığını” söylüyor. Konuştuğum pek çok kişi gibi o da Power’ın İsrail’in tutumuna karşı kamuoyu önünde daha güçlü bir duruş sergilemesini diliyor. Onunla görüştükten sonra “Yapılacak en bariz hareket istifa etmek olurdu”, dedi.
Power’ı uzun süredir tanıyanlar onun ikileminin farkında. Obama’nın Beyaz Saray’ında yürütme organındaki ilk işi sırasında Power ile birlikte çalışan Ben Rhodes, “Power, hükümetteyken yapabileceğiniz ama hükümette değilseniz yapamayacağınız şeyler olduğuna inanıyor” diyor. Rhodes, Joe Biden’ı Gazze’deki zulme yardım ve yataklık ettiği için eleştirmiş ve yönetimin İsrail’e koşulsuz silah transferini sorgulamıştı. Ancak Power’a yönetimin İsrail’i sıkı sıkıya kucaklamasının vicdanını rahatsız edip etmediğini sormadı.
Rhodes, “bazen biriyle arkadaş olduğunuzda onu zor durumda bırakmazsınız. Mesela ben onu arayıp ‘Samantha, istifa edecek misin, etmeyecek misin’ diye sormayacağım”, diyor. “Bana öyle geliyor ki orada olmaya ve bu işi yapmaya kararlı.”
Annesiyle birlikte 9 yaşında İrlanda’dan Amerika’ya göç ettikten sonra Yale’den mezun olan Power, Washington’daki ilk işini 1992 yılında Carnegie Endowment for International Peace‘de aldı. Küresel açıdan ilişkilerde hareketli bir yıldı. Avrupa’da komünizmin çöküşü, Balkanlar’da şiddetli bir şekilde Kıta’nın siyasi haritasını yeniden şekillendiriyordu. Patronları Carnegie‘nin dikkatini eski Yugoslavya’daki iç savaşa çekti, görgü tanıklarını getirdi ve çatışmayı üç ayda bir yayınlanan Foreign Policy dergisinde raporladı. Power daha sonra o günleri şöyle hatırlayacaktı: “Haberlerin içine daldıkça ve bölgeden gelen insanların anlattıklarını dinledikçe, savaş bana daha yakın gelmeye başladı.” Holokost’un bir tür devamı niteliğindeki olaylar karşısında beyaz kağıtlar üzerine bir şeyler yazmak onun için yeterli değildi.
Kısa süre sonra Balkanlar’dan haber yapma izni alabilmek için BM’ye bir mektup yazdı. İlk olarak U.S. News and World Report ve NPR gibi yayın organları için haber yaparken, sonraki iki yılını Sırp güçlerinin Bosnalıları nasıl etnik olarak temizlediğini belgeleyerek geçirecekti. Yine de gazeteciliğin fark yaratma gücünü yetersiz buldu; bir noktada ölü sayısı hızla artarken Amerikanın olaylara müdahalesini savunmak için Dışişleri Bakan Yardımcısı Strobe Talbott’u aradı. ABD’nin komşu Hırvatistan’daki büyükelçisi Peter Galbraith’i savunulamaz olarak gördüğü politikayı savunması için kışkırttı. “Powerla birlikte çok zaman geçirdik. Clinton yönetiminin Bosna’daki soykırımı durdurmadaki başarısızlığı konusunda bana hep söylenirdi” diyor. Kendisi de Balkanlar’da olan Kanadalı politikacı ve akademisyen Michael Ignatieff, Power için bu yaşadıklarından aldığı dersin açık olduğunu söyledi: “Önemli olan şeyin ABD’nin gücüne erişmek olduğunu hemen anlamıştı.”
Bunun için de bir akıl hocasına ihtiyacı vardı. Power, Bill Clinton’ın elçisi olarak Sırp savaş lordlarıyla savaşı sona erdirmek için müzakereler yürüten sert mizaçlı büyükelçi Richard Holbrooke’un cazibesine kapılmıştı. Bu sevgi aslına bakılırsa karşılıklıydı. Holbrooke’un eşi Kati Marton, “Richard, Power’da kendisinin daha genç bir versiyonunu gördü; kendi azmini, tutkusunu ve açıkçası parlaklığını…” diye belirtiyor.
Power, ondan kimsenin ilgilenmediği ve gerçekten etkili olunabilecek konularda çalışmayı öğrendi.
Holbrooke Vietnam Savaşı’ndan rahatsız olmuştu vee eski bir dış haberler muhabiri olan Marton’un deyimiyle ABD’nin “değer odaklı bir dış politikaya sahip olması gerektiğine” inanıyordu. Holbrooke’un pek tutarlı olduğu söylenemezdi. Jimmy Carter’ın Doğu Asya’daki adamı olarak Filipinler diktatörü Ferdinand Marcos ile uzlaşmaya varmış ve Realpolitik’in örneği Henry Kissinger’ın etkisini uzun süre kıskanmıştı. Igniateff, “Holbrooke’daki güç ve ilke arasındaki bağ Samantha’yı etkiledi” diyor.
1995 yılında Power, Harvard Hukuk Fakültesi’ne kaydolduğunda Holbrooke buna karşı çıkmıştı. “Balkanlar’da çoğu şey hakkında gerçekten bir şeyler bilecek kadar uzun süre kaldıktan sonra bunu neden yapasın ki?” demişti. (Lahey’de savcı olmayı hayal ediyordu.) Cambridge’e vardığında Clinton nihayet Sırp askeri hedeflerinin bombalanması emrini vermişti. O dönemdeki profesörü Anne-Marie Slaughter, “Samantha’nın kükreyerek ofisime gelip ‘Hukuk fakültesini bırakıp Bosna’ya dönmeliyim’ dediğini hatırlıyorum” diyor. “Bütün bunlar yaşanıyorken orada olmamayı hayal bile edemiyordu.” Yıl sonunda, Holbrooke tarafından müzakere edilen Dayton Anlaşmaları sayesinde savaş sona erdi.
Galbraith, Dayton müzakerelerine katılan ABD’li generale, “Holbrooke ve Wes Clark’a Power’ın geleceğin Dışişleri Bakanı olacağını düşündüğümü söyledim,” diyor. “Hâlâ da öyle olabileceğini düşünüyorum.”
Power, hukuk fakültesinden sonra Harvard’da kaldı ve Carr İnsan Hakları Politikası Merkezi‘nin kurucularından biri oldu. Merkezin ilk fakülte müdürü Ignatieff, “merkezin her şeyi daha da kötüleştirmeden insani müdahalenin nasıl yapılacağına” odaklanıldığını söylüyor. Zamanının çoğunu George Soros’un Açık Toplum Vakfı‘nın desteğiyle çatışma bölgelerine seyahat ederek geçirdi. Power bu ziyaretlerden ve savaş muhabirliği deneyiminden yararlanarak bir kitap anlaşması bile yaptı.
Haberlerinde ya da Carr Center’da pek gündeme gelmeyen bir konu İsrail-Filistin’di. Filistinlilerden bahsettiği birkaç andan biri 2002 yılında Berkeley’de halka açık bir televizyon kanalına verdiği röportajdı. İkinci İntifada sırasında Power, ABD’nin Filistinlileri desteklemek için bir “koruma gücü” gönderebileceğini varsaymıştı. Hatta bunu, “muazzam siyasi ve mali öneme sahip bir iç seçmen kitlesi” olarak gördüğü Amerika’daki pro-İsrail örgütleri yabancılaştırma riskine rağmen kabul etmiştir. Yine de Power, “isteksiz taraflara” “bir çözüm dayatılması” çağrısında bulundu. On yıl sonra, bu sözler onun başına bela olacaktı.
11 Eylül’den kısa bir süre sonra George W. Bush, Power’ın Ruanda soykırımı sırasındaki eylemsizlik hakkında yazdığı bir makalenin özetini okudu ve kenarına “BENİM DÖNEMİMDE BU YAŞANMADI” diye yazdı. Çok geçmeden Cumhuriyetçi başkan, Irak’taki savaşı liberal bir müdahale olarak sunacak, Saddam Hüseyin’in ortadan kaldırılmasını sadece sözde kitle imha silahları için değil, aynı zamanda Saddamın kendi halkına karşı kanlı geçmişini bahane ederek de meşrulaştıracaktı. Power, müdahalecilik manifestosu niteliğindeki A Problem From Hell adlı kitabını yeni yayınlamıştı ve bu kitap onu bir gecede insani yardım meselesinde ünlü bir figür haline getirdi. Time onu “ABD dış politikasının yeni vicdanı” olarak adlandırdı ve Sudan’da yaşanan soykırımı durdurma tutkusunu paylaşan George Clooney ile basketbol oynadı. 2003 yılında kitabı Pulitzer Ödülü’nü kazandı. Rhodes, “bu kitap kesinlikle belli bir kuşağı şekillendirdi ve ben de onlardan biriydim” diyor.
A Problem From Hell, Power’a liberal müdahaleciliği neoconlardan geri almak için bir alan sağladı. Bush’a ve onun terörle savaştaki illiberal eğilimlerine ateş püskürdü, ancak Bush’un soykırım makalesine yazdığı notu “hoş bir niyet beyanı” olarak nitelendirdi. Power, The New Republic‘te “ABD tarafından işlenen, desteklenen ya da izin verilen suçlarla tarihsel bir hesaplaşma” yapılması gerektiğini yazdı. Irak’tan sonra, Ona göre demokratların “güçlü ve yanlış olanın akıllı ve doğru olana tercih edileceğine dair süregelen efsanesini ortadan kaldıracak” yeni bir dış politikaya ihtiyacı vardı.
Barack Obama Power’dan o kadar etkilendi ki, 2005 yılında onu Senato’daki ofisine çalışma arkadaşı olarak getirdi. Obama’yı önemli bir figür olarak görüyordu: “Obama gerçek bir sihir.”
Daha sonra Obama’nın başkanlık kampanyası için çalıştı ve hatta Iowa’da halk buluşmalarına katıldı. Rhodes, Power’ın Obama ile ilgili fikrini şöyle özetliyor: Bu adam önemsediğim şeyler için iyi bir araç olabilir.
Power’ın yıldızı yükselmeye devam etti, Men’s Vogue’a poz verdi ve Irak’ta öldürülen ünlü bir BM diplomatı hakkında ikinci bir kitap yazdı. 2008 başlarında Avrupa’da kitabın tanıtımını yaparken bir muhabire her zamanki açık sözlü üslubuyla Obama’nın Demokrat rakibi Hillary Clinton hakkında konuştu. Kayıt dışı konuştuğunu düşünen Power, Clinton’a “canavar” dedi ve muhabir de bunu yayınladı. Bu olay ülkesinde büyük bir fırtınaya yol açtı ve Obama’nın kampanyasından Power en azından bir süreliğine uzaklaştırıldı. Obama adaylığı garantiledikten sonra ise dış politika tavsiyeleri vermek üzere sessizce geri döndü.
Power’ın arkadaşı olan ve İnsan Hakları İzleme Örgütü‘nde çalıştıktan sonra Obama yönetiminin en üst düzey insan hakları yetkilisi olarak görev yapan Tom Malinowski, Power’ın iktidardan uzaklaştırıldığında kritik bir ders aldığına inanıyor. “İşleri daha iyi hale getirebileceğiniz bir konumda olmak, tek yapabileceğinizin bir kitap daha yazmak olduğu bir konumda olmaktan daha iyidir” diyor.
Power, o yaz avukat ve ekonomist Cass Sunstein ile evlenmek üzere memleketi İrlanda’ya döndü. (Obama’nın kampanyasında çalışırken birbirlerine bağlanmışlardı ve doğum tarihleri aynıydı). Aralarında geleceğin Yüksek Mahkeme yargıcı Elena Kagan’ın da bulunduğu Harvard Hukuk’un önde gelen isimleri futbol, yürüyüş ve tekne gezintisiyle geçen bir hafta sonu için oraya gittiler. Daha sonra Hillary Clinton’ın dış politika danışmanı olacak olan Holbrooke, Power’a paha biçilmez bir hediye vermiş olmanın gururuyla geceyi dans ederek geçirdi: o hafta sonu Power ve Clinton arasında iletişim sağlamış ve Power’ın Obama yönetimine katılmasını sağlayacak bir barış anlaşmasına aracılık etmişti.
Orta düzey bir Beyaz Saray danışmanı olarak göreve getirilen Power, Ulusal Güvenlik Konseyi toplantılarında arka sıralarda oturuyordu. Beyaz Saray sözcüsü Tommy Vietor, Power için “elini kaldırıp konuşmaya katılmaktan ve çoğu zaman masada kimsenin temsil etmediği bir bakış açısı sunmaktan asla çekinmedi” diyor. Bu görevi sırasında, Obama’nın Nobel Barış Ödülü konuşması da dahil olmak üzere dış politikaya ilişkin açıklamalarının yazılmasına yardımcı oldu.
Sonunda hükümette olmasına rağmen Power, kişiliğini evcilleştirmedi. Koridorda Vietor’u kenara çekerek “Bugünlerde kiminle çıkıyorsun?” diye sordu. Başka bir seferinde, Beyaz Saray’da Holbrooke’a sarılmak için içeri girdiğinde, Holbrooke ona gülerek “Washington’da insanlar sarılmaz Samantha” demek zorunda kaldı.
Obama, Holbrooke’un yakın çevresine girmesine asla izin vermedi. Bunun yerine Başkan onu, Amerika’nın en uzun savaşını sona erdirmeye çalışmak için Afganistan ve Pakistan özel elçiliği gibi bir göreve atadı. Marton, “Samantha bu iki gücün arasında kalmıştı ve Richard’a olan desteğini hiç esirgemedi,” diyor. “Telefonda konuşmadıkları bir gün bile nadiren oluyordu. Yani, sürekli konuşuyorlardı.”
Holbrooke, Aralık 2010’da aort damarı yırtılması nedeniyle hayatını kaybetti. Bir anma töreninde Obama, Holbrooke’un neslinin “Amerikan gücünün hem trajik sınırlarını hem de müthiş olanaklarını tanıdığını” söyledi. Obama, Amerikan gücünü kullanma konusunda daha yüksek bir çıtaya sahipti ve hedefli suikastlar ve drone saldırıları tercih ediyordu. Libya diktatörü Muammer Kaddafi’nin 2011’de protestocuların öldürülmesini emrettiği ve çok daha fazlasını katletmekle tehdit ettiği kısa bir ana kadar Power’ın tercih ettiği türden bir müdahaleciliğin modası geçmişti. Obama’yı Kaddafi’yi durdurmak için askeri harekata geçmeye çağırdı. O da bunu yaptı ve Kaddafi’yi devirmek için isyancılara yardım etmeye kadar genişleyen bir NATO operasyonunu onayladı. Bu tam bir fiyasko oldu ve bir iç savaşı körükledi.
Libya’nın etkisinden kurtulan Obama, Suriye’de çok daha büyük bir vahşet yaşandığında müdahale edecek durumda değildi. 2013 yılında, yani ABD’nin isyancı güçleri desteklediği acımasız bir iç savaşın ikinci yılında, Beşar Esad binlerce sivilin üzerine sarin gazı attı. Power yine Obama’yı karşılık vermesi için ikna etmeye çalıştı. Obama reddetti. Biden ise “önemli bir askeri güç kullanımı için açık bir yol olduğunu sanmıyorum” dedi.
Obama, Power’a şu soruyu yöneltti: “Peki, son zamanlarda hangi ideallere ihanet ettiğimizi düşünüyorsun? Hepimiz kitabını okuduk Samantha.”
Aralarındaki anlaşmazlıklara rağmen Obama, Power’ı Birleşmiş Milletler Büyükelçisi olarak aday gösterdi ki bu Dışişleri Bakanı olmaya giden yolda potansiyel bir sıçrama tahtasıydı.
Berkeley TV‘de Filistinliler hakkındaki yorumları yeniden ortaya çıktığında, eski halini “başıboş ve dikkat çekici derecede tutarsız” olarak nitelendirdi. İsrail’in ABD Büyükelçisi Michael Oren gibi büyük isimler ona “İsrail’i derin bir biçimde önsemediğini” söylediği için kefil oldu. Senatörlere “İsrail’i savunacağım ve onu savunmak için yorulmadan çalışacağım” diye güvence verdi.
Power, 2014 yılında Gazze’de yüzlerce Filistinli çocuğun ölümüne neden olan askeri harekatının ardından İsrail’i eleştiren bir Güvenlik Konseyi kararını iptal ettirmek için perde arkasında çalışmak gibi şeyler yaparak BM’de İsrail’i korudu. “Amerika’nın İsrail’in güvenliğine olan bağlılığı asla sona ermeyecek. Asla!” diye belirtti.
Eski bir Dışişleri Bakanlığı yetkilisi, Power için “BM’de İsrail’i koruma konusunda çok güçlü bir tavrı vardı” diyor. Özel olarak ise Power, kendisini yeterince İsrail yanlısı olmamakla eleştiren Amerikadaki Yahudi gruplarıyla da mücadele etti. Eski bir yetkili, Power’ın “insanlar bana bunu nasıl söyleyebilir? Ben onlar için savaşıyorum,” dediğini hatırlıyor.
Bu noktada, Power’ın Amerikan dış politikasını yeniden yapılandırmaya yönelik görkemli hırsları küçülmüştü. Kendisini eski akıl hocasının kalıbında bir pragmatiste dönüştürdü. BM’deki ofisinde Power’ın ailesi dışında masasında duran fotoğraf Holbrooke’a aitti. Holbrooke yıllar önce ölmüş olmasına rağmen Power onu örnek almaya devam etti ve konuşmalarında sık sık ona atıfta bulundu. Bir Noel partisi sırasında, Kissinger’ın ceketini giymesine yardım ederken İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün kurucularından Aryeh Neier içeri girmişti. Neier, savaş suçlusu olarak itham edilen Kissinger için “Power’ı Kissinger’in ceketini giymesine yardım ederken görünce çok şaşırdım çünkü daha önceki yazılarında Kissinger’ı çok eleştirmişti” diyor. Hatta bir ESPN muhabirinin de peşine takıldığı Kissinger ile Yankee Stadyumu’nda şakalaşmış. Marton, “O tarihi figürlerle tartışmaktan hoşlanan pragmatik bir insan,” diyor. “Adamın şaşırtıcı bir sicili ve geçmişi vardı ve ayrıca çok komikti.”
Power’ın eski Dışişleri Bakanı ile olan yakınlığı, bir bleeding-heart liberal olarak saldırıya uğramasına karşı belirli bir kalkan sağladı. Holbrooke’un kurucusu olduğu Berlin’deki Amerikan Akademisi 2016 yılında Power’ı Kissinger Ödülü ile onurlandırdı.
Power, Trump yıllarındaki siyasi ıssızlığı sırasında, ders vermek ve anı kitabı üzerinde çalışmak için Harvard’a döndü. İkimizin de bursiyer olduğu Radcliffe Enstitüsü’nde onunla birlikte bir akademik yıl geçirdim. Bir dış politika yıldızı olarak henüz sönmemişken, öğrenciler onun asistanları olarak çalışmak için yarışıyor ve onun sadece ayakta dinlenebilen panellerinin ve derslerinin önünde yığınlar halinde bekliyorlardı. Koridorda benimle yaptığı kısa sohbetlerde, kendisi hakkında yazmanın zorlukları konusunda dostane ve kendini küçümseyen bir tavır sergiledi.
Power, kariyerini yönlendiren büyük sorulara yeni yanıtlar arıyor gibiydi. New York Halk Kütüphanesi’nde Holbrooke biyografisi için 2019’da düzenlenen bir etkinlikte gazeteci George Packer’a “gücün iyice azaldığı bir çağda Amerikanın liderliği hakkında nasıl düşünmeliyiz?” diye sordu. “İyi şeyler yapabilir miyiz? Hatta iyilik yapmaya çalışacak mıyız?”
Aynı yılın sonlarında yayınlanan The Education of an Idealist adlı kitabında, Obama yıllarının en zorlu anlarını hızlıca geçerek, hükümette geçirdiği dönem ile A Problem From Hell‘deki duruşu arasındaki çelişkilerin üstünden geçti. Bir Orta Doğu ziyaretinde İsrailli ve Filistinli kızlarla basketbol oynaması dışında Filistin meselesindeki duruşuna değinmedi. Neier, “İsrail-Filistin meselesine kayda değer bir şekilde değindiğini hiç sanmıyorum,” diyor. “Bir politikacı olmak ve siyasi olarak yükselmek istediği ölçüde kaçınması gereken şeyin İsrail karşıtı olarak tanımlanmak olduğunu biliyordu.”
Harvard’da eşiyle birlikte verdiği Değişimin Zor Olduğu Zamanlarda Değişim Yaratmak adlı ders de hükümetin onu ne kadar değiştirdiğinin bir göstergesiydi. Ders, “büyük sorunlar nadiren büyük çözümlerle çözülür, bunun yerine küçük reformlar yapmak lazım” fikrini inceliyordu.
Power, Biden tarafından Dışişleri Bakanı olması için es geçildi ve bu görev onun sadık yardımcısı Tony Blinken’a verildi. Bunun yerine Kalkınma Ajansı yöneticiliğini kabul etti ve Ulusal Güvenlik Konseyi’nde bir koltuk elde etti. Biden onu “tüm insanların onurunu ve insanlığını savunmak için uluslararası topluma mesajlar veren ve onları bir araya getiren dünyaca ünlü bir vicdan ve ahlaki netlik” olarak tanımladı. Power daha önce hiç bu kadar büyük bir bürokrasiyi yönetmemişti ancak çalışanlar Power’ın kendi yıldız gücünü teknokratik çalışmaları ile harmanlayacağı için heyecanlıydı.
Kalkınma Ajansı, yıllık 27 milyar doları aşan bütçesiyle Dışişleri Bakanlığı’nın küçük kardeşi gibi bir şey olarak görülüyor. Power’ın görevdeki ilk yılı büyük ölçüde pandemi yardımlarına, ikinci yılı ise Ukrayna’nın sürdürülebilirliğine odaklandı. Biden ekibini, çok az dikkat çeken Sudan’a öncelik vermeye çağırdı ve oraya 1,6 milyar dolarlık yardımın taahhüt edilmesine yardımcı oldu. Bu arada insani yardım çalışmaları ve iklim değişikliğiyle mücadele için özel sektörden destek almaya çalıştı. Slaughter, “Power klasik kalkınmacı perspektiften daha geniş bir vizyona sahip. Bu gerçekten iyi bir şey” diyor
İsrail ve Hamas arasındaki savaşın başlamasından bir hafta sonra Power, Gazze’ye bir insani yardım koridoru oluşturmak için çalışmak üzere bir ekip gönderdi. İsrail hemen ardından kamyonlar dolusu yardıma sert kısıtlamalar ve keyfi denetimler getirerek ABD’nin Filistinlilere taahhüt ettiği yardımı engelledi. Bunun üzerine ABD ordusu Gazze’ye doğrudan yardım ulaştırmak için bir iskele inşa etti. Uzmanlar tarafından insani yardım tiyatrosu olarak alay edilen iskele sert hava koşulları nedeniyle devre dışı kalana kadar 20 gün boyunca 20 milyon pound yardım aktardı.
Şubat ayında Power sorunu ilk elden gördü. İsrail’in kısıtlamaları nedeniyle yardımların sıkışıp kaldığı Ürdün’deki Gıda Programı deposunu ziyaret etti. BM yetkililerini dinlerken muhabirlik günlerinden kalma bir alışkanlıkla defterine bir şeyler karaladı. Dev bir kamyonun önünde “bu yardımın ihtiyacı olan insanlara ulaşması gerekiyor. Şu anda bürokratik tıkanıklıkların ve denetim gecikmelerinin çözülmesi gerekiyor.” diye belirtti.
“Gazze’ye giriş noktalarının sayısı önemli ölçüde artmalı.” diye de ekledi. O hafta İsrail günde ortalama 96 kamyonun Gazze’ye girişine izin verirken, bu sayı savaştan önce günde 500 civarındaydı.
Uluslararası Ceza Mahkemesi Savcıları, yargıçları Hamas ve İsrailli liderler hakkında tutuklama emri çıkarmaya çağırırken, Başbakan Benjamin Netanyahu ve savunma bakanını insani yardımı engellemek ve sivilleri savaş silahı olarak kullanmak suretiyle aç bırakmakla suçladı. Holokost’tan kurtulan Neier daha da ileri giderek yardımların engellenmesinin soykırımla eşdeğer olduğunu yazdı. (Uluslararası Adalet Divanı şu anda Güney Afrika’nın İsrail’e karşı soykırım suçlamasıyla açtığı bir davayı görüşüyor).
İsrail bu suçlamaları reddetse de Kalkınma Ajansı uzmanları ilkbaharda İsrail’in ABD yardımlarının Gazze’ye ulaşmasını kasıtlı olarak engellediğini tespit etmişti. Blinken’a gönderdikleri bir notta İsrail’e silah transferinin durdurulmasını tavsiye ettiler. Gönderilen belgenin yazılması ve düzenlenmesi sırasında Power sürece derinden dahil olmuştu. Biden İsrail’e askeri yardımı aceleye getirmeye devam etti.
ABD hükümetinde çok az kişi Gazze’yi Kalkınma Ajansı çalışanları kadar net görebiliyor; her gün her saat okulların ve hastanelerin bombalandığı gerçeğiyle karşı karşıya kalıyorlar ve çoğu zaman beyhude bir biçimde daha fazla yardımın ulaşması için çabalıyorlar. Bir çalışan, Power’ın ekibindeki kişilerin bu durum karşısında oldukça öfkeli olduklarını, hatta bazen de ofise ağlayarak geldiklerini anlatıyor. Bir çalışan bana “bıkkınlık hissi çok ama çok açık ve belirgin” dedi. Belediye binasında Power, oldukça öfkeli ama bir o kadar da üzgün olan çalışanlarına ABD yönetiminin İsrail’i Gazze’ye daha fazla yardıma izin vermeye ikna etmek için elinden geleni yaptığına dair güvence verdi.
“Başkan Biden, ilişkiyi sürdürmenin daha fazla insani yardım erişimini sağlamanın en iyi yolu olduğuna inanıyor” diyen Power, İsrail’in ‘bu işi kolaylaştırmak için çok daha fazlasını yapması gerektiğini’ de sözlerine ekledi.
Bir düzineden fazla Kalkınma Ajansı çalışanı bana yardımın son derece yetersiz olduğunu söyledi ve hepsi de sürekliliği olan bir ateşkes olmadan bunun pek bir şey ifade etmeyeceği konusunda hemfikirdi. Hayal kırıklığına uğradılar ve işten ayrılmak istediklerini ifade ettiler. Bu sıralarda Beyaz Saray, İsrail’e verdiği destek nedeniyle öfkeli Arap ve Müslüman seçmenler tarafından düzenlenen protestolara karşı Biden’ı savunması için Power’ı Michigan’a gönderdi. Topluluk liderleriyle (community leaders) kapalı kapılar ardında yapılan bir toplantıda, katılımcılardan biri bana Power’ın Gazze’deki durumla ilgili “ahlaki bir bağlamda vuku bulan acısını” anlattı ancak Power’ın “güçsüz” olduğunu da ekledi.
Marton, “Onu iyi tanıdığım ve aynı zamanda Gazze’deki durumu iyi bildiğim için Power’ın n uykusuz geceler geçirdiğini tahmin edebiliyorum,” diyor:
“Netanyahu rejiminin temel insan haklarına karşı mutlak vurdumduymazlığıyla ilişkilendirilmenin onun için dayanılmaz derecede acı verici olmaktan başka bir şey değil.”
Power Mart ayında Netanyahu ile görüştüğünde, ona ve savaş kabinesinin üyelerine Gazze’ye daha fazla yardım yapılmasına izin vermeleri için yalvardı ama bir sonuç alamadı. Temmuz ayında İsrail’i ziyaret eden Power bu kez başka bir talepte bulundu: İnsani yardım çalışanlarını öldürmeyi durdurun. Birleşmiş Milletler‘e göre Gazze’de şu ana kadar 300’e yakın insan hayatını kaybetti; bunların arasında geçtiğimiz ilkbaharda İsrail’in düzenlediği bir hava saldırısında ölen yedi World Central Kitchen yardım görevlisi de bulunuyor. Eylül ayı sonlarında PBS Newshour‘a verdiği demeçte “Hükümette olduğum, İsraillilerle görüştüğüm ve ateşkes için bastıran ekiple birlikte çalıştığım için kendimi şanslı hissediyorum zira temelde en çok ihtiyaç duyulan şey bu.” dedi.
Center for American Porgress’i yöneten eski bir Obama dönemi diplomatı olan Patrick Gaspard Power’ın göreceli sessizliğini savunuyor. “Bir yönetimin üst düzey bir üyesi olarak olması gerektiği gibi kamuoyu önünde söyledikleri konusunda sağduyulu davranıyor” diyor.
Yine de anılarında çelişkiler aramak çok kolay. Obama yönetimine girdi ve bunu da şöyle dile getiriyor: “profesyonel bir dış politika eleştirmeni olmaktan, yani başkalarını tabi tuttuğum ahlaki ve siyasi testleri geçip geçemeyeceğimi bilmeden görüş bildirmekten ve yargılamaktan yorulduğumu biliyordum.”
Ignatieff, azmini geçen ay 54 yaşına giren Power için bir olgunluk işareti olarak görüyor. “Öğreniyor ve güç denilen şeyin ikilemlerini deneyimliyor, Dolayısıyla da 20 yıl önce tanıdığım genç bir insana kıyasla çok daha karmaşık, incelikli ve muğlak şeyler düşünmek zorunda.” diyor.
Ateşkes ihtimalinin zayıf olması, savaş sona ermeden yeni bir Amerikan başkanının gelmesinin neredeyse kesin olduğu anlamına geliyor. Kamala Harris’in Biden’ın yerine geçmesi halinde Power, Biden’a sadık bir isim olan Blinken’ın yerine geçebilir ya da BM’ye üst düzey bir görevle geri dönebilir. Eğer Trump geri dönerse, Power’ın Harvard’a sığınacağını görmek çok kolay. Kennedy School’da insan hakları siyaseti profesörü olan Kathryn Sikkink, “Geri döneceğini umuyoruz” diyor. Eğer böyle bir şey olursa, öğrencilerin Power’ı İsrail konusunda protesto etmek yerine onunla konuşmak için sıraya girmesi pek olası değil.
Kısa bir süre önce Kalkınma Ajansının üst düzey bir yöneticisi İsrail ve Batı Şeria’ya yaptığı bir ziyaretin ardından, savaşın birinci yıldönümü yaklaşırken “Gazze’de güvenilir ve güvenli bir biçimde insani yardımlara erişimin önündeki engellere” atıfta bulunan bir iç rapor hazırladı. Bu arada Power, İsrail ve Hizbullah arasındaki savaşın ortasında kalan Lübnan’ı yorgun bir şekilde izliyor. “PBS‘e verdiği bir demeçte, “Eğer bu iş daha da kontrolden çıkarsa, bedelini ödeyenler sadece siviller olacaktır” dedi.
Power’ı neredeyse tüm yetişkinlik hayatı boyunca tanıyan Marton, şu soruyu sormak zorunda kalıyor. “Bir diplomat hangi noktada çizgiyi çekmelidir? Bilemiyorum.”
Yazar: Jonathan Guyer
Çeviri: Hasan Ayer
Kaynak: https://nymag.com/intelligencer/article/samantha-power-usaid-gaza-israel-hamas.html