Arapça’da bir atasözü vardır: Sütten ağzı yanan, yoğurdu üfleyerek yermiş. Dili yıllar içinde çokça defa yanan Arap asıllı İsrailli milletvekili Abbas da aynı şekilde temkinli olmayı öğrendi. Artık toplum karşısına çıktığında ortamda İsrail bayrağının bulunmasına dikkat eden Abbas, geçen yıl Holokost’u Anma Günü’nde heyecanlı bir konuşma bile yaptı. Ancak Müslüman Kardeşler’le iltisaklı İslamcı bir partinin lideri olarak, birçok İsrailli Yahudi’nin gözünde şüphe uyandırmaya devam ediyor.
İsrail parlamentosu Knesset’teki en az dört milletvekili, bu süreçte onu “terör destekçisi” olarak nitelendirdi. İktidar koalisyonunun bir mensubu olan Ayelet Şaked, bundan kısa bir süre önce meclis koridorlarında karşı karşıya geldiklerinde Abbas’ın ona yumuşak bir dille “şalom” demesine rağmen yüzüne bile bakmadan geçip gitmişti.
Diğer tarafta da işler daha iyi gitmiyor. Filistin basını, Abbas’ı düzenli olarak hain olarak tanımlıyor. Hatta tecrübeli bir müzakereci, Abbas’ın Knesset’teki yükselişinin bir “Vichy hükümeti” yarattığını bile öne sürdü. Onlara göre Abbas’ın suçu, Batı Şeria’da 2,3 milyon insan İsrail işgali altında yaşarken ve Gazze’de iki milyon kişi daha ablukaya alınmışken Filistin devleti için verilen uzun süreli mücadeleye yeterince bağlı kalmamasıdır.
Ancak Abbas, bunun yerine, İsrail vatandaşı olup da onlarca yıldır ayrımcılığa uğrayan ve ihmal edilen yaklaşık iki milyon Filistinlinin yaşam koşullarını iyileştirmeye odaklanıyor. (Bu grubu adlandırırken geleneksel olarak kullanılan İsrailli Araplar tabiri, gün geçtikçe tartışmalı bir hal alıyor, fakat Abbas’ın tercih ettiği kullanım hala bu).
Mart ayında Abbas, Arap kasabası Ümmül Fehm’de İsrail polisine karşı düzenlenen bir protestoya katıldığında, yanındaki iki protestocu kafasına yumruk attı. Abbas, son derece mütedeyyin bir insan olmasına rağmen, can güvenliğinden endişe duyduğu için Kudüs’teki Mescid-i Aksa’daki vaazlara katılmayı da bıraktı. Ağabeyi, “onun için bu eve gitmemek gibi bir şey” diyor.
Bu nedenle, Nisan ayında Abbas ve iki danışmanı, İsrail kamuoyuna yapacağı ilk büyük konuşmasını hazırlamak için partilerinin genel merkezinde bulunan küçük bir odada oturduklarında, mesele ne söylemesi gerektiğinden ziyade ne söylememesi gerektiği üzerineydi. Konuşma yalnızca iki saat sonra, Nasıra’daki bir otelden canlı olarak yayınlanacaktı.
O gün Kanal 12’den bir muhabir, Abbas’ın konuşma yapacağını adeta Dünya Kupası’nda beklenmedik bir eşleşme çıkmışçasına duyurdu: “Bütün televizyon kanalları, bir Arap politikacının konuşmasını yayınlamak için diğer programlarına ara veriyor, bu çok büyük bir değişim.”
Partisinin baş kampanya stratejisti Aaed Kayal telefondan konuşma metnini okurken Abbas bir dizüstü bilgisayarın arkasına oturuyordu. Arkalarındaki pencere, akşamın erken saatlerinde oluşan sisin odaya girmesini engellemek için kapalıydı. “Hamakor” adlı televizyon programına bağlı bir ekip o gün yaşananları aldı.
Kayal, monoton bir şekilde, “İsrail’in Arap vatandaşları olarak bizi iki halk arasında bir barış köprüsü yapacak bir gerçeklik yaratmanın zamanı geldi” dedi. “Barışın bir köprüsü,” diye düzeltti Abbas, sesi bir fısıltıdan ibaretti. Abbas kırk yedi yaşında; sarkık gözleri, seyrek ve kırlaşmış saçları ve tombul suratıyla, yüzünde her zaman tatlı bir gülümseme taşıyor. Boyu ortalama olsa da kilosu ortalamanın üzerinde. (Bir arkadaşı “habire kantinden yemek yiyor, kahve ve şekerle besleniyor” demişti).
İkinci danışmanı İbrahim Hijazi ise, “bütün bunlara son verecek bir barış köprüsü” diyordu.
Ardından, Kayal, “işgal” tabirinin kullanılması üzerine “hayır, hayır; bu bizi sorunlu bir yere götürür” diyerek araya girdi. Daha sonra verdiği tepkinin gerekçesini açıklarken bana şöyle söyledi: “Arabanızı hızlıca satmak mı istiyorsunuz? Öyleyse hızlı olduğunu söyleyin. Kendinizi seçmene pragmatik olarak mı satmak istiyorsunuz? Öyleyse süreç boyunca pragmatik davranın.”
Bu pragmatik yaklaşımın amacı, hiçbir Arap-İsrailli politikacının şu ana kadar yapmadığı biçimde, Abbas’ın partisinin iktidar koalisyonunun rotasını belirlemesine yardımcı olmaktı. Bundan daha dokuz gün önce, İsrail, iki yıl içinde dördüncü defa sandığa gitmişti. Uzun yıllardır başbakanlık koltuğunda oturan Binyamin Netanyahu, başını çektiği sağ bloğun yeterli düzeyde destek görmesini sağlayamadığı için seçim sonuçlarında yine bir kesinlik gözükmüyordu. Ancak, bütün bu belirsizliğin ortasında, parlamenter siyasetin azizliği, Abbas’ı beklenmedik bir şekilde İsrail seçimlerinin güç simsarı haline getirdi.
İsrail siyasetinde, hükümeti kurarak başbakan olma yetkisi, öncelikle mecliste en fazla sandalyesi olan partinin genel başkanına verilir. İsrail çok partili bir sisteme sahip olduğundan, sandıktan birinci çıkan partinin bir koalisyon kurmak için daha küçük partilerin desteğini alması gerekir.
Bugüne dek İsrail’deki Arap partileri, bir hükümet koalisyonunda yer almayı tarihsel olarak reddetmişlerdi (kendilerine hiçbir zaman teklif götürülmediği gerçeğini bir kenara koyarsak tabii). Ancak gelinen noktada, Netanyahu, Arap partilerinin de çıkarlarını gözetmeye açık olduğunu söylemeye başladı, tıpkı Abbas’ın partisinin Netanyahu ile çalışmaya açık olduklarını belirttikleri gibi. Bu tür bir anlaşma Netanyahu’yu iktidarda tutabilir. Aynı zamanda, Arap kökenli İsraillilerin ve Abbas’ın eline eşi görülmemiş derecede bir güç kazandıracaktır.
Netanyahu, ülke nüfusunun yüzde yirmi birini oluşturan Arap kökenli İsrailliler konusundaki ayrımcı tavırlarıyla biliniyor. Başbakanlığı süresince, siyaseten fayda elde edeceği durumlarda Arap kökenli İsraillilere karşı duyulan öfkeyi körüklemekten çekinmese de onların yararına meclisten geçen en kapsamlı ekonomi paketinin de mimarı oldu. Kudüs İbrani Üniversitesi’nde sosyoloji profesörü olarak görev yapan Aziz Haydar, bütün bunların ülke tarihinde “hem toplumsal alanda ayrımcılığın hem de ekonomik alanda entegrasyonun en yoğun olduğu” döneme yol açtığını söylüyor. Abbas bu ikisi arasında entegrasyona odaklanmayı seçti. Belki de Netanyahu gibi -siyaseten etkili, tabanından ayrı hareket etmesi mümkün olmayan ve toplumun en dindar kesimlerinin oy verdiği- bir figür, hırslı bir İslamcı için o kadar da kötü bir rol model değildi. Abbas, geçtiğimiz günlerde bir araya geldiğimizde, Netanyahu’nun partisini açıkça taklit ettiklerini itiraf ediyordu: “Politikalarımızı belirlerken Likud’dan kopyala yapıştır yapıyoruz”
Abbas, Kayal’a hafifçe başını salladı. Stratejist kazanmıştı. “İşgal” kelimesi metinden çıkarıldı.
Yerleşik hizipler arasındaki gerginlikleri yatıştırma sanatı, Abbas’ın doğuştan sahip olduğu bir özellik. Abbas, nüfusunun beşte üçünün Dürzi, beşte birinin Hıristiyan ve beşte birinin Müslüman olduğu bir dağ kasabası olan Maghar’da büyüdü. Abbas, “ömrüm boyunca azınlıklar içinde bir azınlık oldum” dedi. Abbas’ın babası Gazi, onu ziyaret ettiğimde, altmış yıldır çalıştığı bakkalının tezgâhının arkasından beni selamladı. Aile evlerinin hemen yanındaki bakkal dükkânı, yerel halkın dedikodu yapmak, siyaset konuşmak ve aralarındaki meseleleri çözmek için kullandığı bir buluşma noktasıdır.
İbranice’yi zar zor konuşan seksen dört yaşındaki Gazi, görüşlerinin Maghar’ın asimilatif doğasını yansıttığını söylüyor. 80’li yıllarda, o dönem Arap İsrailliler arasında büyük karşılığı olan Arap Komünist Partisi’nden ilçe meclis üyeliği yapmış. Daha sonra ise İzak Rabin’in barışçıl hükümetine destek vermiş. Mansur, babasının hayatı boyunca kasabada yaşayan Müslüman nüfus bir arabulucu (“bir sulh insanı” ya da barıştırıcı) rolü üstlendiğini söylüyor. Mansour’un çocukluğundan hatırladığı en erken anılar, babasından onları uzlaştırması için yardım istemeye dükkâna gelen insanlarla ilgili. Mansur’un Sakhnin Koleji’nde öğretim görevlisi olan küçük kardeşi Usame, “babam tanıdığım en iyi psikologdur” diyor.
Mansur 1974 yılında on bir çocuklu bir ailenin beşincisi olarak dünyaya geldi. (Gazi, üçüncü olduğunu söylüyor, ancak Usame babasının sadece erkekleri saydığını söyleyerek meseleyi açıklığa kavuşturdu.) Utangaç, iri yapılı, terbiyeli bir çocuk olan Mansur, biraz haylaz olmasına rağmen derslerinde çok başarılıydı. Babası, İsrail’deki gelecek vaat eden Arap öğrenciler için genellikle tercih edildiği gibi tıp okumasını istiyordu. (Geçen yıl tıp fakültesinden mezun olanların yüzde kırk altısı Arap öğrencilerden oluşuyor.) Ancak Abbas on altı yaşındayken “camiyi keşfettiğini” hatırlıyor. Ilımlı bir din anlayışıyla yetiştirildi, dini vecibelere aşinaydı ancak hiçbir zaman katı değildi. Ancak ilk gençlik dönemiyle beraber kendisini er gece Kuran’ın sayısı altı bini aşan ayetlerini ezberlemeye verdi. Bir yıl içinde evinin yakınındaki bir camide imam olmuştu.
Mansur’un başarıları, onu haftalık olarak düzenlenen bir İslamî ve siyasi teori tartışma grubuna davet eden bilgili ve karizmatik bir şeyhin de kulağına gitmişti. Şeyh şöyle diyordu: ”Bazı oğlanların hızlı bacakları ya da büyük kalpleri vardır, ancak Mansur bir kafadır”.
Şeyh Abdullah Nimar Derviş, yaşamının geç bir döneminde barışa odaklanmasına rağmen kendisini “bir barış savaşçısı” olarak nitelendirdi. 1971’de, Müslüman Kardeşler’in ideolojik bir kolu olan İslami Hareketi’i İsrail’de kurdu; ayrıca İsrailli çiftçilerin tarlalarını ve meyve bahçelerini ateşe veren bir terör hücresi inşa etti. Üç yıl hapis yattığı süreçte bir dönüşüm geçirdi. Derviş 2017’de öldü ama kızı Nuseybe bana babasının düşünce yapısını şu şekilde tanımladı: ”Bir gün, parmaklıklar ardında kendine, ‘silahlı mücadeleyle nereye vardık ki?’ diye sordu.”
Derviş, 1984’te serbest bırakıldıktan sonra şiddetsizliği savunmaya ve İslam’ın daha hoşgörülü bir yorumunu vaaz etmeye başladı. Kur’an’daki bir sure onun yol gösterici bir metafor halini aldı. Bu surede bir balina tarafından yutulan ve dindarlığı sayesinde hayatta kalan Hz. Yunus’un hikâyesini anlatılıyor. Derviş, Arap İsraillilerin de “balinanın karnı”nda var olmanın bir yolunu bulması gerektiğine inanıyordu. Nuseybe bunu şöyle açıklıyor: “Başından beri ait olduğumuz bir ülkede, yani günümüzün İsrail Devleti’nde yer alan evlerimizde yaşamak zorundayız. Bu yüzden tüm haklarımızı alacağız, topluluğumuz için elimizden gelenin en iyisini yapacağız ve yasaları çiğnemeyeceğiz.”
1993’te Oslo Anlaşması, İsrail ile Filistin Kurtuluş Örgütü arasında bir barış anlaşması yapılmasını sağladı. Bu sayede İslami Hareket parçalandı. Hareketin kuzey kolunun liderleri, Yahudi devletinin var olma hakkı bulunmadığını savunarak İsrail siyasetinde yer almaktan kaçınmaya devam etti. (Bu grup daha sonra Hamas’a yardım etmekle suçlandı ve sonunda Netanyahu’nun güvenlik kabinesi tarafından yasadışı ilan edildiler.) Buna karşılık, hareketin Derviş liderliğindeki güney kolu, siyasi katılımı Arap İsraillilerin yerleşik eşitsizliğe karşı tek aracı olarak görüyordu. Derviş, 1996’da hareketin siyasi kolunun, yani Birleşik Arap Listesi veya kısa adıyla Ra’am adlı partinin kurulmasına yardımcı oldu.
O sırada Abbas, Kudüs’teki İbrani Üniversitesi’nde diş hekimliği okuyordu. (Araplar ondan hâlâ “doktor” olarak söz ediyor.) Yine de, siyasi aktivizm zamanını tekelleşmişti. Bu nedenle İslami Hareketi temsil eden bir öğrenci konseyi kurdu. Pan-Filistin davasına odaklanmak yerine, Arap öğrenciler için barınma eksikliği gibi yerel sorunları ele aldı. Bana “Bütün Hristiyanların kendisine oy vermesini bile sağladı” diyen bile oldu.
Abbas, bu ekümenik yaklaşımı dini takbihlerle uzlaştırmak için mücadele etti. Şu anda Abbas’ın asistanlığını yapan üniversite arkadaşı Abdülkerim Azzam bana, “bir defasında düzenlediğimiz bir etkinlikte Mansur’la birlikte şeyhin yanına gittik ve ‘laik görünüşlü bir kadının etkinliğie ev sahipliği yapması doğru mu’ diye sorduk” diye anlatıyor. Derviş, gülerek şöyle demiş: “Doğru tabii ki, n’olacak?” Derviş, akrabaları inançsız olan dindar kişilerin hikâyelerini anlatarak Abbas’ı rahatlatıyordu. Örneğin Nuh’un oğlu, Allah’ın vahyini inkar ederek Nuh’un gemisine binmeyi reddetmişti. Azzam, “onun amacı, insanları zorlamayla değil, diyalogla, akılla ve kalp yoluyla değiştirmekti” diyor.
Bu, Abbas’ı derinden etkiledi. Bir öğleden sonra bana ofisinde, “birini değiştirmeye çalıştığınızda, onu tehdit ediyorsunuz,” demişti. “Böyle yaparsanız neden değişsinler ki? Ancak eğer ‘konuşalım, anlaşalım, eğer gelip beni, geçmişimi, sıkıntılarımı anlarsan, ben de aynısını yaparım’ dediğinde iki taraf da değişecektir. Bu mistik bir inanç değil. Benzerleriyle her gün karşılaşıyorum.”
2010 yılında Abbas, İslami Hareket’in başkan yardımcılığına getirildi. Dört yılda bir demokratik seçimlerin yapılmasının ve listelerde kadınlara daha fazla yer verilmesinin önünü açtı. Hareketin liderliğinde yer alırken, aynı zamanda Hayfa Üniversitesi’nde siyaset bilimi alanında yüksek lisans programına da kaydoldu. Tez danışmanı Doron Navot, Abbas’ın İslam Devleti gibi grupların ideolojilerini çürütmek için Kuran’dan alıntılar yaptığı saatlerce süren sohbette şöyle dediğini anlatıyor: “Kur’an’da açıkça rehinelere kötü muamele edemeyeceğiniz söyleniyor, gelin görün ki bunlar bir pilotu idam edebiliyorlar.”
Abbas, Cuma vaazlarına düzenli olarak yaklaşık iki yüz kişinin katıldığı Tiberya dışındaki bir camide hâlâ imam olarak görev yapıyor. Yakın zamanda verdiği bir vaaz, insanın, çocuklarına, onlara mizaç olarak uygun eşler bulmasıyla ilgiliydi. Abbas, Kuran’ın benzer bir düşünce yapısının önemini vurguladığının altını çizdi: ”Onlara ısınıp kaynaşasınız diye size kendi türünüzden eşler yaratıp aranıza sevgi ve şefkat duyguları yerleştirmesi de O’nun kanıtlarındandır.”
Abbas’ın kendisine uygun bir eş arayışı, yirmi dokuz yaşındayken başladı. Bir gün İslami Hareket’in üst düzey yöneticilerinden birine evlenmek istediğini söyledi. Adam, Abbas’ın anne babasıyla görüşmek istedi ve kısa bir süre sonra eşi ve kızıyla birlikte Maghar’a geldi. Kızı Yakut, on altı yaşındaydı ve kanunlara göre evlenebilmesi için bir yaş daha büyük olması gerekiyordu. Abbas, kızı şöyle bir süzdü ve beklemekten memnuniyet duyacağını düşündü. Yakut, geçenlerde konuştuğumuzda kıkırdayarak “en azından şu an böyle diyor” diyordu. O ise aralarındaki yaş farkından dolayı Mansur’dan daha az etkilenmiş. Yakut, “son ana dek ‘hayır, hayır, hayır’ dedim” diyor.
Mansur ile Yakut’un, Mansur’un ebeveynlerinin yaşadığı tepenin biraz aşağısındaki evlerinin oturma odasında, krem rengi kanepelerde oturuyorduk.
Dışarıda İbranice ve Arapça olarak yazılmış bir tabelada “Dr. Mansur Abbas Diş Kliniği” yazılıydı. Bol ve gri bir elbise üzerine siyah bir başörtüsü takan otuz dört yaşındaki Yakut on sekiz aylık kızlarını kucağında tutuyordu. Yakut, evlerinin yakınında bir lisede İngilizce öğretmenliği yapıyor ve Abbas meclise girdiğinden beri üç çocuğunu çoğunlukla yalnız başına büyütüyor. Bir dişçiyle evleneceğini zanneden Yakut, “evlendiğimizde hiç siyaset konuşmazdık, şimdi bu durumla dalga geçiyoruz, ona asıl istediğinin bu olduğunu söylemediğini söylüyorum. O da bana ‘ama beni ailenize kabul ettiğinizde her şeyimle kabul ettiğinizi söylemiştiniz’ diyor.”
2018’de Abbas, Müşterek Liste adı verilen ve ağırlıklı olarak Arap partilerinden oluşan bir koalisyona katılan partisi Ra’am’ın genel başkanlığına seçildi. Mansur, bu ittifaktan rahatsızdı. Müşterek Liste’nin parçası olan partiler, ideolojik olarak birbirlerinden farklı olsalar da, Filistinlilerin haklarına destek verme ve İsrail’in Filistin’i işgaline karşı direniş konusunda birleştiler. Öte yandan Abbas, yaşadıkları kasabalar ve köyler birer ”mülteci kampı haline gelen” Arap İsraillilere yardım etmeye odaklanıyordu. Bu da kimi zaman Filistinlilerin Batı Şeria veya Gazze’deki çıkarlarına karşı hareket etmek anlamına geliyordu. Örneğin bu yaz mecliste on beş bin Filistinli inşaat işçisine İsrail’de çalışma vizesi verilmesi için bir teklif gündeme geldiğinde, Abbas bunun Arap-İsrailli işçilerin geçim kaynaklarına zarar vereceğini savunmuştu.
Müşterek Liste’nin lideri Eymen Odeh, Abbas’ın, partisini ittifaktan ayırıp Netanyahu’nun hükümetine katılarak ideolojik ağırlığını siyasi nüfuz karşısında değiştirme niyetinde olduğundan şüpheleniyordu. Abbas gerçekten de bunu amaçlıyordu, ancak bunu kamuoyu karşısında ifade etmedi, zira bu ihtimal çok saçma görünüyordu. Netanyahu yönetimindeki İsrail’de, Arap nüfusuna karşı ayrımcılık içeren bir dizi yasa çıkarıldı. Bunlardan biri, 2018’de, İsrail’in Yahudilerin ulus-devleti olarak tanınması ve bu nedenle Yahudi olmayan vatandaşların göz ardı edilmesiydi. Ancak Abbas bana şöyle söylüyordu: “Hep şunu düşünmüşümdür, ılımlısıyla aşırılıkçı olanıyla yüzde yetmişi sağcı olan bir topluma nasıl nüfuz edebiliriz? Böyle bir topluma uçlarda durarak nüfuz edemezsiniz. O halde kendimizi biraz ortada konumlandırmalıydık.”
Knesset oturumlarının olduğu günlerde Abbas, ancak Cuma vaazlarından sonra eve gidebiliyor, tabii gidebilirse! Kudüs’te bir apartman daire kiralamasına rağmen çoğu akşam ofisindeki bir kanepede uyuyor. Abbas, hem Knesset’te Arap sektörün ile suç ve şiddet konularında faaliyet gösteren iki komitenin başkanlığını, hem de meclisin başkan vekilliğini yapıyor. Meclisten uzakta olduğu günlerde, seçmenlerinin talepleri, onu, yıkılmış Bedevi evlerini gezdiği sırada Nasıra’da personel yetersizliğinden muzdarip bir hastaneye veya kuzeydeki küçük Jat köyünden ülkenin güneyindeki Necef’teki bir cenaze çadırına kadar götürebilir. (Abbas, gerçekten de kızının on üçüncü doğum günü partisi sırasında apar topar bir cenaze çadırını ziyaret etti).
Kocası genellikle evden uzakta olan Yakut, İngilizce sesli kitaplar alarak “Milyarderin Tesadüfi Karısı” gibi başlıklarla zaman öldürüyor. Telefonundaki bir uygulamayla da kendi kendine Japonca öğreniyor. Oturma odasında kapıya kalkarken tam da “Japonca olan her şeye” olan tutkusundan bahsediyordu. Yakut, kapıya bakmak için müsaade istedikten sonra yanımıza döndü ve gelen kişinin kocasından yardım isteyen birçok insandan biri olduğunu açıkladı. Ziyaretçi, kuzeydeki bir Arap kasabası olan Kabil’den geliyordu. Neyse ki, ziyaretinin Abbas’ın aylardır başını ağrıtan bir dizi cinayetle ilgisi olmadığını da sözlerine ekledi.
Geçen ağustos ayında Kabil’de gençler arasında bir çıkan bir kavga, kısa süre sonra bu kasabanın önde gelen iki hasım ailesi arasında arasında bir çatışmaya dönüştü. İki ailenin de birer ferdi çatışmalar sonucunda hayatını kaybetti ve birçok insan yaralandır. On dört bin nüfuslu bir kasaba olan Kabil, kasabalıların bu iki ailenin toprakları arasına bir kaya dikmesiyle iki parçaya bölündü. Kasabada çatışmalar iyice alevlenip maskeli adamlar araba camlarından silahlarını ateşlemeye başladığı sıra Abbas, bir barış görüşmesi gerçekleştirmek umuduyla aileleri ziyarete başladı.
Son yıllarda Kabil, organize suç örgütlerinin hedefi haline geldi. Aynı sorun neredeyse bütün Arap belediyelerinde karşımıza çıkıyor. Bu yıl ülkede işlenen tüm cinayetlerin yüzde yetmişinden fazlasını teşkil edecek şekilde yüz Arap İsrailli cinayete kurban gitti. Yahudi cemaatinde yaşanan cinayetlerin yarısından fazlasını açığa kavuşturan polis, Arapları içeren cinayetlerin yalnızca yüzde yirmisini çözebildi. #ArabLivesMatter (Arapların Yaşamları da Değerlidir) terimi Twitter’da trend oldu. Polis teşkilatından üst düzey bir yetkili, Haaretz’e yaptığı açıklamada “Arap topluluklarının yoğun olarak yaşadığı bölgelerde sokaktaki kontrolümüzü kaybettik” diyor. (Eylül ayında altı Filistinli bir İsrail hapishanesinden kaçtığında, halk arasında şöyle bir espri dönüyordu: “Yakalanmamak istiyorlarsa Arap toplumunda cinayet işlesinler.”)
Yetkililer, suç oranlarındaki artışın, 2000 yılında polisin on üç Arap protestocuyu ateş ederek öldürmesiyle başlayacak şekilde Arap vatandaşlar ile polis arasındaki güvenin bozulmasını yansıttığını söylüyor. Şiddet karşıtı bir sivil toplum kuruluşuna başkanlık eden İslami Hareket yetkilisi Kemal Ryan, o zamandan beri devletin etkin bir şekilde “Arap sahasından çıktığını” ifade etti. Bunun yerine, polis, Yahudi şehirlerindeki etkisini iki katına çıkardı. 2003 yılında, Ariel Şaron hükümeti, Yahudi suç ailelerinin liderlerinin tutuklanmasıyla veya ülkeden kaçmasıyla sonuçlanan bir dizi operasyon düzenledi. Ama suç faaliyetli bir türlü sonlanmadı; yalnızca yer değiştirdi. Bu ailelerin -çoğu Arap gençlerinden oluşan- ayak askeleri, örgüt operasyonlarını Yahudi şehirlerinden Arap şehirlerine taşıdı.
Ryan, uyuşturucu satıcılarından tefecilere kadar altmış bin Arap erkeğin mafya için çalıştığını tahmin ettiklerini söylüyor. Bu durum yarattığı etkiler, toplumun sahip olduğu sınırları aşıyor. Mortgage almak isteyen Arap vatandaşlar genellikle bankalar tarafından reddedildikleri için birçok genç çift çözümü karaborsada arıyor. Netanyahu’nun Arapların yaşam koşullarını iyileştirmeye yönelik programının, beş yılda üç milyar dolar harcamayla bu tür eşitsizliklere son vermesi bekleniyordu. Ancak yerel konseyler parayı bu parayı idare edecek altyapıdan yoksun olduklarından kendilerine tahsis edilen fonun neredeyse yarısı harcanamadı. Bunun yerine konseyler, organize suç örgütlerinin hedefi haline geldi. Geçtiğimiz yıl on beş Arap konsey başkanı, ateşli silahların veya molotof kokteyllerinin hedefi oldu.
Abbas, Arap topluluklarında suç ve şiddetin “yok edilmesini” temel hedefi haline getirdi. Aynı zamanda Abbas, Ülke çapında faaliyet gösteren ve resmi olmayan bir sulh komitesinin üyesi olarak görev yaparak düzinelerce hasım aile arasında uzlaşmaya varılmasını sağladı. Ryan, Abbas’ın son yıllarda Arap toplumundaki “ağır çatışmaların ve cinayetlerin çoğunu çözme konusunda önde gelen kişi” haline geldiğini söyledi. Abbas’a yakın bir kaynak bana İsrail polisinden yetkililerinin kendisinden ülkedeki en ciddi kan davalarından birkaçına müdahale etmesini istediğini belirtti.
Yine de bazı eleştirmenler, İslami Hareket’in İslam hukukuna yaptığı vurgu nedeniyle yumuşatıcı bir güç değil, aksine bir suç ortağı olduğunu söylüyor. Siyaset bilimci Raef Zreik, “İslami Hareket, yerel konseylere İsrailli Arapların hayatlarının gidişatını belirleme yetkisi vererek, İsrail Devletinin Arap vatandaşlarına sırtını dönmesine yol açan bu izolasyonist retoriği yaratıyor” diyor: “Yarın biri beni döverse İsrail Devleti müdahale etmeyecek. Bunun yerine ‘yerel meclislerde bu işe bakan adamlarımız var’ diyecekler”
Bu işi çözmek Abbas için kolay olmayacak. Zira uzlaşmaktan ziyade intikam almak isteyen bir sürü kederli akrabaya sayısız ziyarette bulunması gerekiyor. Abbas’ın stratejisti Kayal, bir gün patronunun gecenin bir yarısı onu aradığını ve arkada bir silah sesi duyduğunu hatırladı. Abbas’a “neredesin” diye sordum, “Kabil,” diye yanıtladı. Ancak dört aylık ziyaretlerden sonra Abbas büyük bir değişim yarattı. Ocak ayının sıcak bir gününde, kasabadan beş yüz kişi uzlaşma töreni için belediye binasına geldi. Odaya uzun bir beyaz kumaş parçası ve bir tahta direk getirildi. Her iki ailenin de lideri, aralarındaki sarsılmaz bağı simgelemek için direğe birer düğüm attı. Sahnede duran Abbas, yumuşak bir sesle dua etti. Arap toplumuna bir yol haritası olması için sulha ihtiyacımız var” dedi. “Kabil bir sevgi yeri olsun.”
Abbas, Mart ayındaki son seçimlerden önce partisini Müşterek Liste’den ayırdı. Sebep olarak ittifakın eşcinsel haklarını desteklemesine odaklanan ideolojik anlaşmazlıklardan bahsediyordu, ancak daha sonra bunun sadece bir vesile olduğunu kabul etti. Dönüşüm terapisi lehinde ve eşcinsel çiftlerin evlat edinme haklarına aleyhinde oy kullanan Abbas, LGBTQ karşıtı yasalara verdiği destekte son derece tutarlı.
Abbas’a öfkelenen Müşterek Liste, onu Netanyahu’nun bir oyuncağı gibi göstermeye çalıştı. Bu strateji işe yaramıştı gibi görünüyordu. Analistler, seçmenlerin Abbas’ın partisini terk edeceğini öngörüyordu. Ancak Kayal, anketlerin yanıltıcı olduğuna inanıyordu: “İnsanlar Mansur’a oy verdiklerini söylemekten utandılar, tıpkı Trump seçmenleri gibi”.
Günün sonunda, Ra’am seçimlerde dört sandalye kazanırken Müşterek Liste on beş sandalyesinden dokuzunu kaybetti. Kanal 12’nin siyasi analisti Muhammad Magadli, medyanın Arap-İsrail toplumundaki bir değişimi gözden kaçırdığını söyledi: ”Burada artık İsrail Devleti’nden korkmayan genç bir nesil var. Bu, ikinci sınıf vatandaş olmayı istemeyen olmayan ukala bir nesil. Ancak aynı zamanda topluma entegre olmak da istiyorlar, işte tam da bu yüzden Mansur Abbas’ı destekliyorlar.”
Abbas’ın kampanya afişlerinde üç kelimelik bir mesaj yer alıyordu: “Gerçekçi. Muhafazakar. Etkileyici.” Seçimlerden sonra, partisine hükümette bakanlık teklif eden herkesle müzakereye açık olduğunu belirten bir konuşma yaptı. Rakipleri bu konuşmadan etkilenmemişti. Itamar Ben Gvir adlı bir milletvekili, “Mansur Abbas’ın konuşması İslami Harekete mensup, Hamas’ı destekleyen ve bebek katillerini kutsallaştıran birini ‘sevimli bir oyuncak ayı’ olarak sunmaya çalışıyor” diyordu. Yahudi bir terörist grubunu kışkırtmayı ve desteklemeyi de içeren suçlamalardan sekiz kez mahkum edilen Ben Gvir, Abbas’ın yatıştırmaya çalıştığı aşırı sağcı ideologlardan biri. (Abbas’la Knesset’teki ofisleri yan yana. Abbas’ın başörtülü danışmanı Anhar Hijazi bana göz kırparak şöyle diyor: “Sırf orada olduğumu bilsin diye her gün koridorda bir aşağı bir yukarı yürüyorum.”)
Aşırı sağın desteği olmadığından Netanyahu’nun Abbas ile koalisyon kurma çabaları boşa çıktı. Ancak Ra’am’ı hükümete katma girişiminin önemli bir etkisi olduğunu söyleyen Abbas, “bu durum partiyi seçmen gözünde caiz kıldı” dedi. Artık meclisin ikinci en büyük partisi Yeş Atid’in merkezci lideri Yair Lapid’in kendi koalisyonunu kurmak için yirmi sekiz günü vardı. Lapid, dört yıllık dönemin iki yılında başbakan olarak görev yapacak olan eski bir bakan, yazılım milyoneri ve kipa takan dindar bir Yahudi olan Naftali Bennett ile aralarındaki güç paylaşımın nasıl olacağına dair alışverişte bulunuyordu. Birlikte, Netanyahu’nun bıraktığı yerden devam ettiler: Lapid, Abbas’ı aradı.
Abbas’ın hala Netanyahu’dan telefon beklediğinin farkında olan ikili, onun şartlarını büyük ölçüde kabul etti. Bennett, Facebook’ta, “sınırları aşmaya ve ‘tabanımla’ birlikte bir bedel ödemeye hazırım” diye yazdı. Kısa bir süre sonra Arap İsrailliler’in konut sorununa ilişkin bir çıkmaza girdiler. İsrail’in 1948 yılındaki kuruluşundan bu yana, devlet yedi yüzden fazla Yahudi cemaati kurarken tek bir Arap yerleşimi inşa etmeyi başaramadı. İsrail’de yaşayan üç yüz bin Bedevi arasında ezici bir destek kazanan Abbas, dokuz Bedevi köyüne yasal statü verilmesini talep etti. Üstelik polisin izinsiz inşa edilen evleri yıkmasına olanak sağlayan bir yasayı iptal etmekte de ısrarcı oldu. İsrail’de ev inşa edebilmek için izin almanız gerekiyor, ancak merkezi hükümet pek çok Arap konseyine gerekli araştırmalarını sağlamaması, aileleri yasadışı yollardan ev inşa etmeye itiyor. Tahminlere göre Arap topluluklarında en az elli bin izinsiz inşa edilmiş ev bulunuyor. Bunların hepsi yerle bir edilme tehlikesi altında. Abbas, “bu durum bizim için bir kabus, bir travma” diyor.
Daha önce Arap İsraillilere “sabrımızı test etmeyin” uyarısında bulunan Bennett, yasayı yürürlükten kaldırmayı reddetti. Hafta sonunun ardından bir defa daha yapılması planlanan toplantıya ara verildi. Her iki taraf da daha sonra, tipik bir koalisyon toplantısından sonra olduğu gibi toplantıyı “iyi” olarak nitelendirdi. Ancak Abbas’ın seçmenleri arasında konut konusundaki gerilimler daha da kötüleşiyordu.
Tarafları harekete geçiren olay, altı Filistinli aileyi Kudüs’ün Şeyh Cerrah semtindeki evlerinden sürmesi beklenen bir mahkeme kararıydı. Abbas aileleri ziyaret etmek istedi, ancak bir mahalle komitesi onun “Arap ulusuna karşıt duruşunu” kınadığı için geri çevirdiler. İsyan çıkmasından endişe duyan kolluk kuvvetleri, Mescid-i Aksa’nın dışındaki alanı kontrol altına aldı.
Mübarek Ramazan ayına denk gelen bu karar, Müslümanların toplanacak bir yerleri olduğunun reddedilmesi olarak görülüyordu. Filistinli göstericilerle polis arasında çatışma çıktı. Bazı göstericiler polise taş atıyordu. Polis, göz yaşartıcı gaz ve plastik mermiler kullanarak camiye baskın düzenledi.
Abbas yaşananları evindeki televizyondan izliyor, kutsal mekânın dumanla dolu görüntüleri ekranda beliriyordu. “Böyle bir görüntü insanın kendini kaybetmesine yol açar,” dedi bana. Pazar günü Hamas, İsrail’e kolluk kuvvetlerini saat 18.00’e kadar El-Aksa’dan çekmesi için bir ültimatom verdi. İsrail boyun eğmeyince Hamas, Kudüs’e roket yağmuruna başladı. O gece İsrail, Gazze’yi harap eden bir saldırı başlatarak en az altmış yedisi çocuk olan iki yüzden fazla Filistinliyi öldürdü. Roket saldırıları, ikisi çocuk on iki İsraillinin ölümüne yol açtı. Çatışma İsrail sokaklarına ve İsrail’in Arap vatandaşlarının dörtte birinin yaşadığı şehirlere sıçradı ve ülkenin kuruluşundan bu yana meydana gelen en kötü etnik şiddete eylemleri patlak verdi. Hayfa, Yafa, Akka gibi —Yahudilerin ve Arapların görece barış içinde yaşadığı— yerler, linç girişimlerinin merkezi haline geldi. Lod’da, bir hafta süren çatışmalar, şehri yanan binalarla ve cam kırıklarıyla doldurdu. Abbas bile diyalog sürecinin Araplar ile Yahudiler arasındaki gerilimi azaltacağına dair verdiği sözü tutmakta zorlanıyordu. Olayların ardından, “hepimiz orada başarısız olduk” diyerek hatasını kabul etti.
İsyanların başlamasından bir hafta sonra Abbas, Lod Ulu Camii’ne geldi. Park yeri, yanmış üç arabanın kalıntıları dışında bomboştu. Abbas, bir televizyon röportajından önce kulaklığını ayarlarken, şehrin belediye başkanı Yair Revivo Abbas’a doğru eğildi yaklaştı. Likud’un eski kampanya şefi Revivo, Arap seçmenlere yönelik saldırgan tavrıyla tanınıyordu. (Bir defasında “bana ırkçı diyebilirsiniz, ancak Yahudi suçluların bir en azından merhameti var, Arap suçluların ise sınırı yok” demişti)
Revivo, Abbas’a şiddetin sona ermesi için çağrıda bulunma fırsatı olduğunu söyledi. “Buradan yüz metre ötede yanan bir sinagog var, gelirsen adam gibi adam olarak görüneceksin” diyordu. Abbas hemen ona katılmaya karar verdi.
İki adamın Sinagog’daki görüntüleri, Yahudi ve Arap medyasında infiale sebep oldu. (Abbas’ın, Revivo’nun onun da başına bir kipa takmasını reddettiği anlar haberlerde daha az yer aldı.) Birçok sağcının gözünde bu jest, Abbas’ı diğer Arap politikacılardan ayırdı. İsrail İletişim Bakanı Yoaz Hendel bana, “bir Arap lider, şiddeti ve bir sinagogun savunma amaçlı değil olarak değil, var güçle ateşe verilmesini kınadığında bana uzatılan eli sıkmam gerekir” diyordu. Ancak Arap İsrailliler arasında tepkiler şoktan öfkeye varacak şekilde farklılık gösteriyordu. Abbas’ın en sadık müttefiklerinden bazıları ona tepki gösterdi. İslami Hareket’in genel sekreteri İbrahim Hicazi, bunu “uygunsuz ve yanlış bir ziyaret” olarak nitelendiriyor, ertesi hafta yayınlanan bir anket, “Ra’am’ın hezimete uğrayacağını” gösteriyordu.
Artan şiddet sonucunda koalisyon görüşmeleri sona erdirildi. Ancak Abbas’a yakın bir kaynak bana, Abbas ve Lapid’in, Bennett’in de onayıyla kapalı kapılar ardında müzakereye devam ettiğini söyledi. Sonunda uzlaştılar. Hükümet dokuz Bedevi köyünden üçünü tanıyacaktı. Yıkımları meşrulaştıran yasa yürürlükte kalacak, ancak 2024’ün sonuna kadar “dondurulacaktı”.
2 Haziran günü, Lapid’in hükümeti kurma yetkisinin sona ermesinden iki saat önce, yorgun ama rahatlamış görünen üç lider yeni hükümetin şartlarını imzaladılar. Lapid koalisyon kurduğunu açıklarken salonda alkışlar koptu. Abbas ise kutlama havasında değildi. Bu süreç onu ziyadesiyle sarsmıştı. Hamakor’a verdiği demeçte ”ulusal sorunları görmezden gelmeye çalışsanız bile başaramayacağınız ortaya çıktı” diyordu: “Çatışma hala devam ediyor. Canlı, sıcak ve hareketli.”
İsyanlar Abbas’ın iç politikaya ilişkin ajandasının sınırlarını ortaya çıkarmış da olsa, Abbas buna daha da sıkı sarılarak karşılık verdi. İnsanların uzlaştırıcı yaklaşımının ötesinde gizli bir ideoloji bulmaya çalıştıklarından şikayet ediyordu. ”Bizim ideolojimiz bu” dedi: “Bu sadece ‘medeni’ bir ideoloji değil, bir ölüm kalım meselesinden bahsediyoruz. İşte bu herhangi bir milliyetten, dindarlıktan veya ideolojiden daha büyüktür.”
Kasım ayında hükümet, Abbas’ın Arap-İsraillilerle ilgili endişeleri için koalisyon ortaklarıyla anlaştığı milyarlarca dolarlık fon da dahil olmak üzere önerilen bütçe üzerinde nihai bir oylama yapacak. Netanyahu, bu paradan “Abbas vergisi” -İbranice’de kafiyeli şekilde “mas Abbas”- olarak bahsediyor. Ancak aktivistler, bu paketin ülkedeki Arap vatandaşların geleceğini değiştirebileceğini söylüyor. Bu sayede işsizlik ve okulu bırakma oranlarını azalacak, İsrail’in gelişen yüksek teknoloji sektörüne entegrasyonları güçleencek ve konut ve toplu taşıma hizmetleri genişleyecek. Eğer meclisten geçerse -ki muhtemelen öyle olacak- Abbas tarihi bir zafer kazanmış olacak. Ayrıca (en azından kendi gözünde) süreç boyunca verdiği tavizler konusunda haklı çıkacak.
Abbas, yazın, bu paranın nereye gideceğini konuşmak için yerel konseyleri gezdi. Sözcüsü aynı zamanda şöförü olan Abbas, yolculuk sırasında ona ön koltukta eşlik ediyor. Haziran ayında koalisyon anlaşması açıklandığında, Abbas’a koalisyon partisi liderlerine geleneksel olarak verildiği gibi fiyakalı bir bakanlık koltuğu verilmedi. Abbas, olası Gazze saldırısı durumunda kendisiyle hükümet arasında mesafe bırakmak için bakanlık istemediğini söylüyor. Yardımcıları ise,bir öğleden sonra Abbas odadan ayrıldıktan sonra başka bir sebep öne sürdü. Bakan olmak, İsrail gizli servisi Şin Bet’in sağladığı geniş güvenlik önemlerini taşımayı gerektiriyor. Asistanı Azzam, “bu onu utandırdı,” diyor: “Şin Bet, müesses nizamın bir parçası olarak görülüyor.” Abbas, hain damgasını hala üzerinde taşıyor. Bir sabah, Yafa’da tahliye edilen Arap aileleri temsil eden avukat Emir Bedran ile görüştüm. Aslında Abbas’ın iskan konusundaki çabalarının böyle bir kişiye hitap etmesi beklense de Bedran, Abbas’a ziyadesiyle sinirliydi: “Evimin önündeki kaldırımı mı onarak? Sıhhi tesisatımla mı ilgilenecek? Oyumun değeri bu mu?”
Diğer muhalifleri ise Abbas’ın İslami Hareket içindeki geçmişine odaklanıyor. Siyaset felsefesi uzmanı Zreik, Abbas’ın “dini ideolojik muhafazakarlığın yanı sıra siyaseten esnek bir pragmatizmi” temsil ettiğini savunuyor ve bu dine dayalı prizmanin, “coğrafya ve tarih çatışmasını kültürel bir çatışmaya dönüştüreceğini” iddia ediyor. Zreik, “Abbas, ‘hepimiz Hz. İbrahim’in soyundan geliyoruz, bu nedenle birbirimizi sevmemiz gerekiyor’ deyip benim gibi insanları Yahudilerden nefret etmekle suçluyor. Asıl mesele hiçbir zaman bu değildi! Mesele şu ki, ortada başka bir halkın topraklarında yaşayan ve ulusların kendi kaderini tayin hakkını reddeden bir halk var. Yeri, bölgeyi ve araziyi bağlamdan bir defa kopardığınızda ve ulusların kendi kaderini tayin etme sorununu göz ardı ettiğinizde, kültürel bir yanlış anlama ile baş başa kalırsınız. Sonra ne mi olur? Birbirinizi daha iyi anlamak için toplantılar yapmaya başlarsınız.”
Abbas’ın destekçileri bile onun tabandan kopmuş olabileceğini kabul ediyor. Usame Abbas’a kardeşinin Filistin meselesini gündeme getirmeyi neredeyse reddettiğini sorduğumda, bir an düşündü ve sonunda “zor” demekle yetindi. İslami Hareket’ten Ryan, Abbas hakkında şunları söylüyor: “Kuşkusuz o bir vizyoner. Ancak bazen saf ya da aptal tarafı gün yüzüne çıkıyor.”
Öte yandan, Yahudi basını Abbas’ı bu kadar saf bir figür olarak görmüyor. Yakın zamanda, Abbas’ın 2013 senesinde hüküm giymiş bir grup Filistinli teröristin akrabalarını ziyaret ettiğini gösteren fotoğraflar ortaya çıktı. Abbas, bu ziyaretleri, ailelerin yardım istediğini ve sosyal bir hareket olarak Ra’am’ın “orada olması gerektiğini” söyleyerek meşrulaştırdı. Bunun ardından Haaretz daha sonra Abbas’ın 2014’te Doha’da Hamas şefi Halid Meşal ile ve 2016’da Hamas’ın askeri operasyonlarının başındaki kişiyle yaptığı özel bir toplantı hakkında haber yaptı. Abbas, toplantıların İsrail’de Ortodoks bir haham liderliğindeki bir barış girişiminin parçası olduğunu açıkladı. Bu iddia her ne kadar şüphe uyandırış olsa da, haham Michael Melchior, Abbas’ın aşırı görüşler karşısında İsrail’in çıkarlarını koruduğunu belirterek bunu doğruladı. Melchior, “onunla tanıştığımda karşımda hakiki bir barış insanı gördüm” diyor.
Abbas hükümete girdikten sonra, üst düzey bir Hamas yetkilisi onu “Filistin halkının zaferine engel olan bir saldırıyı örtbas etmekle” suçladı. Ancak Abbas, her şeye rağmen Hamas’ı eleştirmemeye özen gösteriyor. Abbas, bir öğleden sonra İslamofobi konusunda tartışırken, “İslam’ın adını dünya kamuoyunda kirleten terörist gruplardan” bahsediyordu.
“Hamas da dâhil mi?” diye sordum.
Hiç beklemeden “hayır” dedi. “Genel olarak, İslam Devleti’nin Arapça kısaltması olan DAİŞ gibi evrensel bir boyutu olan gruplardan bahsediyorum. Hamas, yerel bir ulusal mücadele veren yerel bir gruptur.”
Taliban’ın yakın zamanda Afganistan’da iktidarı ele geçirmesini de benzer bir çizgide değerlendirdiği görülüyor: Tamamıyla meşru olmasa da bir noktaya anlaşılabilir nitelik taşıyan yerel bir direniş. Görünüşe göre bu gelişme Amerikalılarla koordineli bir şekilde gerçekleşti” dedikten sonra geri adım attı: “Bunun lehinde veya aleyhinde değilim.”
Bir Ağustos sabahı, Abbas’ın aracı, İsrail’in Vadi Ara bölgesindeki beş Arap köyünün bulunduğuMa’ale İron’daki cüruf briketten yapılma konsey binasına geldi. İçeride mektuplarını almak için sıraya giren insanlardan bazıları onu kucaklamak için duruyordu.
Son seçimde yerel halkın yüzde yetmişi Ra’am’a oy verdi. Seçimlerde Ra’am için çalışan bir adam, partiye desteğini bir şu şekilde açıkladı: “Annemle evlenene baba derim.” Bu cümleyi açıklaması istendiğinde, başka bir özdeyiş kullandı. “Tabağa yakın olmazsan karnını doyuramazsın.”
Yerel meclis başkanı Mahmud Jabarin, Abbas’ı makamında karşıladı. Duvarda Netanyahu’nun sararmış bir fotoğrafı asılıydı. Jabarin, konseyin güvenlik şefine bakıp, “bizim adamımız artık Mansur Abbas” dedi.
Ardından Abbas’a dönerek, ”ulusal bir görüş taşıyan her insan gibi Filistin’i ve Batı Şeria’yı çok önemsiyorum. Ancak günün sonunda burada yaşıyoruz ve birçok şeye ihtiyacımız var” dedi.
Grup, bir düzine erkeğin ve bir tek kadının incir ve üzümlerle dolu bir masanın etrafında oturduğu konferans salonuna doğru ilerledi. Vadi, pencerenin dışında gökyüzü boyunca uzanıyordu. Konseyin sayman üyesi Abbas’a İbranice olarak “burada size başbakan vekili diyoruz!” diye seslendi. Abbas, donuk bir ifadeyle “başbakana saygı duyalım” dedi. Huzursuz bir kahkaha atan başka bir adam ise “ama Netanyahu bile sana böyle diyor!” diyerek araya girdi.
İki hafta önce Knesset’te konuşan Netanyahu, bütçe teklifinin “tek bir adamı memnun etmek için düzenlendiğini söylüyordu: Gerçek Başbakan Mansur Abbas’ı!”
Meclisteki tavrı genellikle eğlenme ve hafif can sıkıntısı arasında gidip gelen Abbas, sarsılmış görünüyordu. Parmağını sallayarak Netanyahu’ya kendisini yakın zamanda başbakanlık konutunda ağırladığını hatırlattı. “Beni dört defa Balfour’a davet ettin!” diye bağırdı. “Dört defa!”
Naftali Bennett’in başbakanlık koltuğuna oturmasının ardından Abbas’ın farklı bir sorunu vardı: Bennett, muhalifleri “geceleyin Mansur’la buluşmak için hırsızlar gibi” gizlice hareket etmekle suçladı. Bu arada muhalif milletvekilleri, Abbas’ın Başbakan’ı gizlice kontrol ettiğini ve ona itaat ettiğini gösteren garip davranışlar sergilemeye zorladığını vurguluyorlardı. Eylül ayında Bennett, Time’ın En Etkili 100 Kişi listesine seçildiğinde, Abbas’tan metne kısa bir giriş yazması istendi. Açılış cümlesi şuydu: “Günün sonunda her şey cesarete bağlı.”
Geçen sene boyunca Abbas, balinanın karnında hayatta kalabilme konusundaki yeteneğini ortaya koydu. Yine de bana şöyle dedi: “Bazen kendime soruyorum, buna dayanma sınırım nedir? İşte o an kendini yapayalnız buluyorsun.” Abbas, bozuk bir sistemde yer alan alaycı bir fail olabilir. Hatta kenara itilmiş bir azınlığın yıpranmış özlemlerini de temsil edebilir. Ancak şimdilik, İsrail’in Arap vatandaşlarına olağanüstü bir şey sunma sorumluluğunu sırtında taşıyor: Hükümetin yıllarca ihmal ettiği konuları düzeltecek şekilde iyileştirilmiş yaşam koşulları. Abbas, ”ben sade vatandaşım ve haklarımı kullanmak istiyorum” diyor. “Tavanları, duvarları ve dışlama girişimlerini görmezden geliyorum. Biri beni durdurana kadar ilerlemeye devam edeceğim.”
Toplantıda, konseyin mühendis bir üyesi bölgenin sorunlarını sıraladı: Genç çiftler için ev inşa edilecek arazi yok. Kaldırımlar yok. Birçok evde elektrik yok. “Günün sonunda herkes evlenmek ve bir aile kurmak istiyor. İnsanların işini biraz daha kolaylaştırmak, onların gazını almak istiyoruz. Aksi halde her şey yüzümüzde patlayacak.”
Ağzındaki inciri çiğneyen Abbas, bir peçeteyle parmaklarını yavaşça sildi. Katılımcılar sırayla “okulumuz yok” veya ”gençlerin okulu bırakıp suça yönelmelerini engelleyecek hiçbir şey yok” diyerek şikayetlerini dile getirirken, diğerleri onun tepkisini ölçmeye çalıştı.
Sonunda herkesi (rolleri yalnızca slaytları değiştirmekten ibaret görünen kadın hariç) dinledikten sonra Abbas mikrofonu eline aldı. Konseyler ve devlet daireleri arasında bir “arayüz” olarak gururla hizmet edeceğini söyledi. Bundan böyle hep birlikte “uygulanabilirlik hedeflerine” karar vereceklerdi. (Abbas son zamanlarda İsrail’in start-up dünyasının hevesli, puslu argosunu benimsemişti, konuşmalarını “teknolojik sınırlar” ve “kullanılmamış insan sermayesi” ile süslüyordu.) Sonra bir anda ciddileşti. Netanyahu’nun ekonomi paketi hazırlanırken, Arap belediyelerine neredeyse hiç danışılmadığını söyledi: “Bugün hazinenin anahtarı bizim elimizde. İçinde bulunduğumuz siyasi ortaklığın gücü işte budur. ‘Bizim için şunu yap’, ‘bize bunu ver’ noktasını çoktan aştık.”
Bir anlamda Abbas, onu dinleyenlerden kendisinin verdiği türden tavizleri kabul etmelerini, yani her durumda Yahudi İsraillileri rahatsız etmediklerinden emin olmak istiyordu: “Bu konseyi zayıf göstermeyelim. Gelin konseyimizin bu şahane alandaki gücü hakkında konuşalım. Bir şeyleri tam olarak bu şekilde başarabiliriz!” dedi. Sonra birden sesini yükselterek şu cümleyi kurdu: “Mağduriyet bizi hiçbir yere götürmez.”
Katılımcılardan biri “mağduriyet yetmiş yıldır bizi hiçbir yere götürmedi” diye fısıldadı.
Abbas, “ben sizin için buradayım,” diye devam etti. “Benim başarım sizin başarınızdır. Haydi yallah.”
Orijinali:
https://www.newyorker.com/magazine/2021/11/01/the-arab-israeli-power-broker-in-the-knesset
Çeviren: Deniz Karakullukcu