Ana SayfaHaberlerÇEVİRİ | Serena’nın vedası

ÇEVİRİ | Serena’nın vedası

Serena Williams tenise vedasını Vogue dergisine yazdı: “Bir sezaryenden grand slam finaline geçtim. Emzirirken oynamaya devam ettim; doğum sonrası depresyonu yaşadım ve yine oynadım. Gel gör ki beceremedim. Fakat öyle ya da böyle 23 kez bunu yaptım ki bu düşündüğünde gerçekten olağanüstü. Öte yandan bu günlerde tenis ile ailem arasında seçim yapmam gerekirse, ikincisini seçiyorum. Kariyerimin başlarında, çocuk sahibi olmayı hiç düşünmezdim. Bu beş yıl içinde Olympia benden ayrı sadece 24 saat geçirdi. Gerçek şu ki, Olympia söz konusu olduğunda benim için hiçbir şey fedakarlık gibi gelmiyor, aksine, her şey oldukça mantıklı geliyor. Tıpkı annemin bana öğrettiği gibi ona ayakkabılarını nasıl bağlayacağını, okuma-yazmayı, bebeklerin nereden geldiğini ve Tanrı'yı öğretmek istiyorum.”

Bu sabah, Avrupa seyahatimize çıkmadan önce bu ay beş yaşına girecek olan kızım Olympia’nın pasaportunu yeniletmeye gidiyorduk. Arabadaydık ve kızım telefonumda oldukça sevdiği ve bir o kadar da eğitici olan bir oyun oynuyordu. Oyundaki robot ona “büyüyünce ne olmak istiyorsun?” diye sordu. Bu olay yaşanırken kendisi kulağımın onda olduğunu bilmiyordu ancak fısıldayarak verdiği cevabı duyabilmiştim. Kızım, “Ben bir abla olmak istiyorum!” dedi. 

Olympia, son zamanlarda bunu çok dillendiriyor. Bazen uyumadan önce, kendisine bir kız kardeş bahşetmesi için Yehova’ya dua ediyor. Ben de beş kız kardeşin en küçüğüyüm ve kız kardeşlerim benim kahramanlarım. Buradan hareketle bu anı çok dikkatli bir şekilde dinlemem gerektiğini hissettim.

İnanın bana, tenis ve aile arasında seçim yapmak zorunda kalmayı hiç istemedim. Bunun hiç adil olduğunu düşünmüyorum: eğer erkek olsaydım, bu satırları kaleme alıyor olmazdım zira karım ailemizin genişlemesi için sarf edilmesi gereken fiziksel eforu sağlarken ben ise orada tenisimi oynuyor ve kazanıyor olurdum. Belki böyle bir fırsatım olsaydı Tom Brady’den bile daha iyi olurdum. Lütfen beni yanlış anlamayın: Kadın olmayı gerçekten seviyorum ve Olympia’ya hamile kalmanın her saniyesi benim için çok değerliydi. Evet, ben o hamile kalmaya bayılan ve hastaneye rapor vermesi gereken güne kadar çalışan sinir bozucu kadınlardan biriydim. Bu bağlamda neredeyse imkansızı başardım: 2017’de Avustralya Açık’ı kazandığımda insanların çoğu iki aylık hamile olduğumun farkında değildi. Ancak bu sefer durum farklı. Bu ay 41 yaşına giriyorum ve sanıyorum artık yapamayacağım.

Emeklilik kelimesinden hiç hazzetmem. Bu kelime bana modern bir kelime gibi gelmiyor. Ben bu süreci kafamda bir geçiş olarak kodlamaktayım ancak insanlar için oldukça özel ve önemli anlamlar ifade eden bu kelimeyi nasıl kullandığım konusunda kabalık etmek istemem. Belki de içinde bulunduğum durumu tanımlayan en iyi kelime evrimdir. Tenisten benim için önemli olan diğer şeylere doğru evrim geçirdiğimi söylemek için buradayım. Birkaç yıl önce Serena Ventures’ı sessiz sedasız kurdum. Kısa bir süre sonra da bir aile kurdum ve gerçekten o aileyi büyütmek istiyorum.

Öte yandan, tenis oynamayı bırakmam gerektiği fikrine kendimi ya da başka birini alıştırmayı başaramıyordum.  Eşim Alexis ve ben bu mesele hakkında pek konuşmadık zira bu bir çeşit tabuydu. Annem ve babamla ise bu konuşmayı bile yapamayacak bir durumdayım. Yaşadığım durum sanki yüksek sesle söyleyene kadar gerçek değilmiş gibi hissettiriyor. Tam konuşacakken boğazıma rahatsız edici bir yumru geliyor ve ağlamaya başlıyorum. Bu meseleyi konuştuğum tek kişi terapistim! Gerçekten yapmayacağım şey ise bu durumu daha çekilir bir hale getirmek için allayıp pullamak. Pek çok insanın emekli olmak için heyecan duyduğunu ve bu anı sabırsızlıkla beklediğinin bilincindeyim. Keşke ben de böyle hissedebilseydim. Ashleigh Barty bu Mart ayında sporu bıraktığında dünyanın bir numarasıydı. En iyi arkadaşlarımdan biri olan Caroline Wozniacki, 2020 yılında emekli olduğunda rahatlamıştı.

Bu insanlara selam olsun ama dürüst olacağım: Bu senaryoda beni mutlu edecek bir şey yok. Bunun söylemesi olağan bir şey olmadığının farkındayım ama ben gerçekten çok büyük bir ızdırap içindeyim. Bu hayal edebileceğim en zor şey ve bundan nefret ettim. Evet, böylesine bir yol ayrımında olmaktan nefret ediyorum. Kendi kendime keşke benim için kolay olsa diyorum ama ne yapayım, değil. Biçare bir vaziyetteyim: Bitmesini istemiyorum ama aynı zamanda bir sonraki adıma da hazırım. Yayınlandığında bu dergiye nasıl bakabileceğimi gerçekten bilmiyorum. Bu spor bana çok şey katt; kazanmayı, bu uğurda savaşmayı ve insanları heyecanlandırmayı gerçekten seviyorum. Her oyuncunun bunu böyle gördüğünü sanmıyorum, ancak ben işin performans boyutuna çok düşkünüm. Hayatımdaki en mutlu anlardan bazıları Melbourne’deki o koridorda beklemekle geçti. Aynı şekilde kulaklıklarımı takıp Rod Laver Arena’ya yürürken hem konsantrasyonumu elden bırakmayıp hem de kalabalığın enerjisini hissetmek de benim için anımsamaya değer. Flushing Meadows’daki Arthur Ashe Stadyumu’ndaki gece maçlarını da unutmamak lazım tabi…

Bugüne kadar tüm hayatım tenisti. Babam ilk kez üç yaşındayken raket tuttuğumu söylüyor ama bence daha da erkendi. Venüs’ün beni bir tenis kortunda bebek arabasıyla gezdirirken çekilmiş bir resmi var ve ben o resimde 18 aylıktan fazla olamam. Her zaman sabırlı olan ve duruşunu bozmayan Venüs’ün aksine, ben hiçbir zaman duygularımı kontrol eden bir karakterde olamadım. Anaokulunda alfabe yazmayı öğrendiğimi ve mükemmel bir şekilde yazamadığımdan ötürü bütün gece ağladığımı hatırlıyorum. Bu duruma gerçekten çok öfke duymuştum. A’yı tekrar tekrar silip yeniden yazardım ve annem kız kardeşlerim uyurken benim ise bütün gece ayakta kalmama izin verirdi. Ben her zaman böyleydim: harika olmak istiyorum, mükemmel olmak istiyorum. Mükemmelin var olmadığının farkındayım ama benim mükemmelim her neyse, onu doğru yapana kadar asla durmak bilmezdim.

Bana göre Serena olmanın özünü bu teşkil ediyor: kendimden en iyisini beklemek ve insanların yanıldığını kanıtlamak. O kadar çok maç kazandım ki inanın bu maçları kazanmamda beni güdüleyen şey ya beni kızdıran biri olmasıydı ya da bana meydan okuyan birinin varlığıydı. Beni iten şey buydu. Öfkeyi ve olumsuzluğu bir yere kanalize edip iyi bir şeye dönüştürmek üzerine bir kariyer inşa ettim. Ablam Venüs bir keresinde bana “insanlar sana bir şeyi yapamayacağını söylediğinde, bunu kendileri yapamadığı için dile getirirler” demişti. Evet, ben yaptım ve sen de yapabilirsin.

Kral Richard’ı izlediyseniz, küçükken teniste pek iyi olmadığımı biliyorsunuz demektir. Venüs’ün çok erkenden sahip olduğu imkanların bende olmamasına çok üzülüyordum ama gel gör ki bu, beni vahşi bir savaşçıya dönüştürerek daha çok çalışmamı sağladı. Ona eşlik etmek için Venüs ile turnuvalara giderdim. Onu her koşulda dikkatle gözlemleyip izledim. Örneğin kaybettiğinde bunun nedenini anlıyordum ki bu da benim kaybetmeyeceğimden emin olmamı sağlıyordu. Sıralamalarda bu şekilde hızla yükselmeye başladım zira tenis derslerini kendi başıma zor yoldan değil, Venüs’ün yenilgilerinden öğrendim. Hakikaten sanki ben de onun maçlarını oynuyordum. Doğrusunu söylemem gerekirse iyi bir taklitçiyim. Örneğin büyürken Pete Sampras’ı kopyalamaya çalışmıştım. Dahası, Monica Seles’e ısınmıştım ve ardından Monica Seles’i inceledim. İzledim, dinledim, sonra ise atağa geçtim. Şunu belirtmem gerekir ki Venüs’ün gölgesinde olmasaydım asla olduğum kişi olamazdım.

ABD Açık’ı kazanma hedefiyle tenis oynamaya başladım. Bundan ötesini düşünmedim ve sonra kazanmaya sürekli devam ettim. Martina Hingis’in tahtını sallayıp onu geçtiğim zamanı hatırlıyorum. Ardından Seles’i geçtiğim zamanı da hatırlıyorum. Dahası, tüm sporlarda cinsiyet eşitliğine öncülük etmesi nedeniyle benim için çok büyük bir ilham kaynağı olan Billie Jean King’i yendim. Margaret Court’un 1968’de elde ettiği rekoru geçemediğim için bu işte en iyi olmadığımı söyleyenler var. Doğrusunu söylemek gerekirse o rekoru istemediğimi söylesem yalan olurdu. Elbette istiyorum. Öte yandan gerçekten bu meseleyi düşünmüyorum. Eğer finaldeysem, evet, o rekoru düşünürüm. Belki de gerçekten düşündüm ve bu durum bana köstek oldu. Doğumdan döndükten sonra rekoru kırma şansım vardı. Bir sezaryenden ikinci bir pulmoner emboliye, oradan da bir grand slam finaline geçtim. Emzirirken oynamaya devam ettim; doğum sonrası depresyonu yaşadım ve yine oynadım. Gel gör ki beceremedim. Fakat öyle ya da böyle 23 kez bunu yaptım ki bu düşündüğünde gerçekten olağanüstü. Öte yandan bu günlerde tenis ile ailem arasında seçim yapmam gerekirse, ikincisini seçiyorum.

Kariyerimin başlarında, çocuk sahibi olmayı hiç düşünmezdim. Bu kadar soruna ev sahipliği yapan bir dünyaya çocuk getirip getirmemek üzerine kafa patlattığım zamanlar oldu. Bebeklerin veya çocukların yanında asla rahat hissedemezdim ve bir bebeğim olursa, 7/24 onunla ilgilenen insanlar tutacağımı düşünmüştüm. Yalan söylemeyeceğim; kesinlikle çok fazla desteğe sahibim. Öte yandan aynı zamanda inanılmaz derecede pratik bir anneyimdir. Kocama sorarsanız size çok becerikli biri olduğumu söyleyecektir. Bu beş yıl içinde Olympia benden ayrı  sadece 24 saat geçirdi. Geçen yıl, haftada dört ya da beş gün onu okuldan almam gerekiyordu. Okul binasından çıkıp beni gördüğü zaman yüzünde beliren gülümsemeyi her zaman sabırsızlıkla bekliyordum. Gerçek şu ki, Olympia söz konusu olduğunda benim için hiçbir şey fedakarlık gibi gelmiyor, aksine, her şey oldukça mantıklı geliyor. Tıpkı annemin bana öğrettiği gibi ona ayakkabılarını nasıl bağlayacağını, okuma-yazmayı, bebeklerin nereden geldiğini ve Tanrı’yı ​​öğretmek istiyorum. Kızımın büyümesine şahit olurken, her ay farklı bir şeylerle karşılaşıyorum. Son zamanlarda yemek pişirme programlarını izlemeye başladı. Gelinen noktada Play-Doh ile yemek pişirmece oynuyoruz. Yere değmemek için elinizden geleni yapmanız gereken “The Floor Is Lava” adlı oyunu da çok seviyor. Onunla oyun oynamak için spor salonumu düzenlemeyi ve  ağırlık makinelerimi bir engel parkuru gibiymişçesine ayarlamaktan gerçekten keyif alıyorum. Yani o neyi seviyorsa ben de onu seviyorum.

Bir karşılaştırma yapmak gerekirse, tenisin, yapmaktan zevk alınan bir şey olsa bile, her zaman bir fedakarlık gibi olduğunu düşünüyorum. Daha küçükken akranlarının eğlendiğini görüyorsun ve onların yaptığı şeyleri yapmak istiyorsun. Öte yandan sana kalan ise bir gün bütün bunların karşılığını alacağını umarak sahada olman gerektiği. Ailem tarafından çok zorlanmış bir çocuktur. Günümüzde pek çok ebeveyn, “Çocuklarınızın istediğini yapmasına izin verin!” diyor. Pekala, şunu söylemem gerekiyor ki beni olduğum yere getiren şey bu düşünce değil. Ben çocukken isyan etmedim. Aksine çok çalıştım ve kurallara riayet ettim. Olympia’yı ilgisini çeken şeyler hususunda zorlamak istiyorum. Öte yandan çok da zorlamak istemiyorum. Sanırım hala bir denge yakalamaya çalışıyorum.

Sanıyorum kendi hayatım özelinde bu denge yavaş yavaş Serena Ventures’a doğru kayıyor. Her zaman sünger gibi bir yapım olduğumu söylerim: Geceleri yatağa gider ve ertesi gün elimden geldiğince çok yeni bilgi alabilmek için kendimi sıkarım. Her sabah, ofisime inip, yatırım yapmayı düşündüğümüz şirketleri gözden geçirmeye başlarken heyecan duymaktayım. Biz, esas olarak yaşadığım Florida’ya dağılmış altı kişiden oluşan küçük ama büyüyen bir şirketiz. Teksas ve Kaliforniya. Dokuz yıl önce yatırım yapmaya başladım ve gerek bir fikre yatırım yaptığınız aşama olsun yahut gerek fikrin bir ürüne dönüştüğü aşama olsun, işin ilk safhalarından inanılmaz keyif aldım. Bu yıl bankalardan, özel şahıslardan ve aile ofislerinden 111 milyon dolarlık dış finansman tedarik ettik. Portföyümüzün yüzde yetmiş sekizi, kadınlar ve beyaz olmayan insanlar tarafından kurulan şirketlerden oluşuyor. İşte biz buyuz. Öte yandan kocam beyaz bir Amerikalı ve bu bağlamda herkese dönük kapsayıcı bir tavırda olmak benim için önem arz etmekte. Serena Ventures, ilk erkek çalışanımızı getirdiğimiz zamana kadar tamamen kadınlardan oluşan bir şirketti.

Birkaç yıl önce JPMorgan Chase tarafından düzenlenen ve Jamie Dimon ile Clear güvenlik şirketinin CEO’su Caryn Seidman-Becker arasındaki konuşmayı izlediğim bir konferanstaydım. Caryn, tüm VC parasının yüzde 2’sinden azının kadınlara gittiğini söyledi. Bunun doğru olduğuna inanmadım zira böylesi bir sermayenin yüzde 98’inin erkeklere gitmesine imkan yok diye düşündüm. Daha sonra bu meseleyi ona sordum ve durumun gerçek olduğunu onayladı. O zaman anladım ki benim gibi birinin büyük çekler yazmaya başlaması gerekmekte. Erkekler birbirlerine koca çekler yazıyorlar ve bizim bunu değiştirmemiz için benim gibi olan birçok insanın bu pozisyonda olması gerekiyor. Caryn gibi kadınlara, Sheryl Sandberg’e ve bana akıl hocalığı yapan diğer birçok isme gerçekten çok minnettarım. Size inanan ve sizi daha büyük düşünmeye iten böylesi kadınlara sahip olmak gerçekten çok mühim.

Geçen yıl, Alexis ve ben bir çocuğumuzun daha olmasını istiyorduk ve doktorumdan içimi rahatlatan bilgiler edindik. Bu bağlamda, ne zaman hazır olursak ailemize dahil edebileceğimiz bir çocuğumuzun daha olabileceğini öğrendik. Bir sporcu olarak kesinlikle tekrar hamile kalmak istemiyorum.

Bu bahar, yedi aydan bu yana ilk kez sahalara geri dönmek için can atıyordum. Yakın dostum olan Tiger Woods ile iletişime geçtim ve ona tenis kariyerim için tavsiyeye htiyacım olduğunu söyledim. “Ne yapacağımı bilmiyorum: Sanırım bitti ama belki de bitmedi” dedim. O Tiger’dı ve benim de tıpkı onun gibi bir canavar olmam konusunda kararlıydı! Tiger, “Serena, iki haftanı versen ne olur? Hiçbir şeye radikal bir düzeyde bağlanmak zorunda değilsin. İki hafta boyunca sadece her gün sahaya çık ve her şeyin ver. Sonra ne olduğunu görürsün.” dedi. Buna cevaben “tamam, sanırım bunu yapabilirim” dedim. Gel gör ki bunu beceremedim ama bir ay sonra tekrar denedim. İşin sonunda bir raketi tekrar elinde tutmak büyülü hissettiriyordu ve ben gerçekten iyiydim. Wimbledon’da ve ondan sonra ABD Açık’ta oynayıp oynamama konusunda çekimserdim. Yukarıda da söylediğim gibi, tüm bu evrim süreci benim için kolay olmadı.

Spesifik olarak geride ne bırakacağım hakkında düşünmeyi pek sevmiyorum. Bu soru sürekli karşıma çıkıyor ve tam olarak ne diyeceğimi bilemiyorum. Ancak benim durumumun, kadın sporculara sahada kendi varoluşlarıyla olabilecekleri hususunda ilham olacağını düşünmek isterim. Saldırgan bir tavırla oynayabilirler ve yumruklarını sıkabilirler. Güçlü ama bir o kadar da güzel olabilirler. İstediklerini giyebilir, istediklerini söyleyebilir, birilerinin kıçını tekmeleyebilir ve de bununla gurur duyabilirler. Kariyerimde çok hata yaptım. Hatalar bizi eğiten deneyimlerdir ve ben böyle anları hep kucaklamışımdır. Mükemmel olmaktan çok uzağım; çok eleştiri de aldım ve profesyonel bir tenisçi olarak zor zamanlar geçirdiğimi düşünüyorum. Bunları söylüyorum ki gelecek nesiller böyle şeyleri içselleştirebilsin. Yıllar geçtikçe, umarım insanlar beni tenisten daha büyük bir şeyi simgeleyen biri olarak düşünürler. Spor kariyerinin ötesinde şeyler başarmış olan Billie Jean’e gıpta ediyorum. Bu bağlamda şöyle bir senaryoyu arzulardım: Serena şudur, aynı zamanda şudur ve de öte yandan harika bir tenisçidir.

Ne yazık ki bu yıl Wimbledon’ı kazanmaya hazır değildim. Aynı şekilde New York’taki turnuvayı kazanmaya hazır olup olamayacağımı da bilmiyorum. Ancak öyle ya da böyle deneyeceğim zira böylesi öncü turnuvalar eğlenceli olacaktır. Hayranlarım o gün Londra’da Margaret’ı yenip ardından da onun rekorunu kıracağımın ve daha sonrasında gerçekleştirilecek olan kupa töreninde “Adios!” diyeceğimin fantazisindeler. Şüphe yok ki bu güzel bir fantezi ama sahada törensel bir veda anı ummuyorum. Vedalar konusunda gerçekten dünyanın en berbat insanı olabilirim. Ama lütfen bilin ki size kelimelerle ifade edemeyeceğim kadar minnettarım. Beni pek çok galibiyete, pek çok kupaya sizler taşıdınız. Tenis oynayan o kızı özleyeceğim. Ve evet, sizi de çok özleyeceğim.

Çeviri: Hasan Ayer

Kaynak: https://www.vogue.com/article/serena-williams-retirement-in-her-own-words

- Advertisment -