COVID-19 Çin’de ortaya çıktı. Oradan, küreselleşmenin mevcut örüntüleri içinde, Çin’le en yoğun ekonomik ilişkileri olan Avrupa ve ABD’ye sıçradı. AB hükümetleri salgının bulaşıcılığını da, öldürücülüğünü de idrak edemedi. Sağlık sistemleri hazırlıksız yakalandı. Yoğun bakım üniteleri doldu taştı. Ağır hastalar koridorlarda çaresizliğe terkedildi. Bu aşamada İtalya, İspanya, İngiltere, Almanya ve Fransa’da yaşanan facia öne çıktı. Onları Belçika, Hollanda, İsviçre ve İsveç izledi. İstatistiklerde “ilk on,” hattâ “ilk yirmi” hayli Batılı bir görünüm kazandı.
Şimdi bu tablo hızla değişiyor; hattâ değişti ve daha da değişecek. İlk dört aydan (Ocak-Şubat-Mart-Nisan 2020) sonra pandemi, (i) Latin Amerika; (ii) Orta Doğu; (iii) Afrika; (iv) Güney Asya’da yeni yayılma odakları oluşturdu. Gerek günlük, gerek toplam vaka ve ölüm sayıları bakımından İtalya, İspanya, İngiltere, Almanya ve Fransa’nın hepsi “düşüş”te (yani göreli iyileşmede). Buna karşılık saydığımız dört kritik bölgeden yirmi kadar ülke dev “artış”lar (yani kötüleşmeler) ile çıkageliyor.
Buna göre, Temmuz ayı sona ermeden “ilk on” muhtemelen şu sırayla oluşacak: ABD, Brezilya, Hindistan, Rusya, Peru, Şili, Meksika, Pakistan, İran, Suudi Arabistan (veya Güney Afrika).
Onların ardından “ilk yirmi”nin kalanını, aralarında Türkiye’nin de yer aldığı Bangladeş, Kolombiya, Bolivya, Mısır, Irak, Filipinler, Endonezya gibi ülkeler dolduracak. Böylece yeryüzünün büyük gelişmişlik-azgelişmişlik, zenginlik-yoksulluk, Kuzey-Güney uçurumları, koronavirüs salgınının dağılımına şimdikinden çok daha kuvvetle yansımış olacak