Ana SayfaHaberlerDünyaDoğurganlık oranının düştüğü haberleri artık sevindirmiyor

Doğurganlık oranının düştüğü haberleri artık sevindirmiyor

Dünyada doğurganlık oranının hızla düşmesi ilk bakışta iyi bir haber gibi görünebilir. Fakat konuya daha nüanslı bir bakış, madalyonun öteki yüzünün hayli ‘karanlık’ olabileceğini gösteriyor. İşte bu nedenle, BBC sağlık ve bilim muhabiri James Gallagher’ın aşağıda okuyacağınız haberi müjdeli haber tonunda değil, neredeyse felaket haberi tonunda yazılmış.

Yüzyılın sonuna gelindiğinde hemen hemen bütün ülkelerin nüfusu azalmış olabilir; aralarında İspanya, Portekiz, Tayland, Güney Kore, İtalya ve Japonya’nın da bulunduğu 23 ülkenin nüfusu ise bugünkünün yarısına inebilir. Bu aynı zamanda ülke nüfuslarının dramatik bir şekilde yaşlanacağı anlamına da geliyor. 80 yaşına gelen insan sayısı, yeni doğan bebek sayısıyla aynı olacak.

Doğurganlık oranı, yani bir kadının doğurduğu ortalama çocuk sayısı 1950’de 4,7 idi. Washington Üniversitesi Sağlık Ölçme Değerlendirme Enstitüsü’ndeki araştırmacılar, dünyada bu oranın 2017’de neredeyse yarıya, 2,4’e düştüğünü belirtiyor. Lancet dergisinde yayımlanan araştırmaya göre 2100’de aynı oran 1,7’nin altına düşecek. Doğurganlık oranı yaklaşık 2,1’in altına düştüğünde nüfus azalmaya başlıyor.

Araştırmacılar dünya nüfusunun 2064 yılı dolaylarında 9,7 milyar ile doruğa çıkmasını, yüzyılın sonunda ise 8,8 milyara düşmesini bekliyorlar. Araştırmacılardan Profesör Christopher Murray’e göre, bu oldukça önemli, dünyanın büyük kısmı doğal nüfus azalmasına geçiyor: “Bunun bütünüyle kavranmasının ve ne kadar önemli olduğunun anlaşılmasının son derece zor olduğu kanısındayım; bu, olağandışı. Toplumları yeniden organize etmemiz gerekecek.”

Doğurganlık oranındaki düşüşün sperm sayılarıyla ya da doğurganlık sözkonusu olduğunda akla gelmesi olağan şeylerle ilgisi yok. Eğitim ve iş hayatında daha çok kadın yer aldıkça ve doğum kontrolüne erişebilir hale geldikçe daha çok kadın daha az çocuk sahibi olmayı seçiyor. Birçok açıdan, doğurganlık oranının düşmesi bir başarı öyküsü.

Japonya’nın 2017’de 128 milyon ile doruğa ulaşmış olan nüfusunun yüzyılın sonunda 53 milyona, İtalya’nın nüfusunun aynı zaman aralığında 61 milyondan 28 milyona düşmesi bekleniyor. Halen dünyanın en kalabalık ülkesi olan Çin’in nüfusunun dört yıl içinde 1,4 milyar ile doruğa ulaşması, 2100’de ise neredeyse yarıya inerek 732 milyona inmesi ve yerini Hindistan’a bırakması öngörülüyor.

195 ülkeden 183’ünün doğurganlık oranı, nüfusun sabit kalmasını sağlayacak oranın altına düşecek. Bunun çevre için harika bir haber olduğunu düşünebilirsiniz. Daha küçük bir nüfus, karbon salımını da, tarım arazisi kazanmak için ormanların yok edilmesini de azaltacaktır.

Profesör Murray, yaşlıların sayısının gençlerden fazla olmasının (ters nüfus piramidi) yol açacağı negatif sonuçlar olmasa, bunun doğru olabileceğini söylüyor. Söz konusu araştırmaya göre, beş yaşın altı nüfus 2017’de 681 milyonken 2100’de 401 milyona inecek, 80 yaş üstü nüfus ise aynı zaman diliminde 141 milyondan 866 milyona fırlayacak. “Bu muazzam bir toplumsal değişime yol açacak. Kaygılanıyorum, çünkü 8 yaşında bir kızım var ve dünyanın neye benzeyeceğini merak ediyorum.”

Bu kadar yaşlı bir dünyada vergileri kim ödeyecek? Yaşlılara kim bakacak? İnsanlar emekli olabilecek mi? Murray’e göre, yumuşak iniş gerekli.

Aralarında İngiltere’nin de olduğu ülkeler, doğurganlık oranındaki düşüşü telafi etmek ve nüfuslarını arttırmak için göçten yararlanıyor. Ancak, hemen hemen bütün ülkelerin nüfusu düşmeye başladığında bu da çözüm olmaktan çıkacak. “Sınırları açıp açmamanın bir tercih meselesi olduğu dönemden, sayıları yetersiz göçmenleri çekmeye dönük ciddi bir rekabet ortamına geçeceğiz,” diyor Profesör Murray.

Bazı ülkeler, anneler ve babalar için geçerli doğum izinlerini geliştirme, ücretsiz çocuk bakımı, maddî teşvikler ve ek istihdam hakları gibi politikalara başvurdular, ancak net bir sonuç alamadılar. İsveç doğurganlık oranını 1,7’den 1,9’a çıkardıysa da, ciddi çaba harcayan başka ülkeler sonuç alamadı. Singapur’un oranı hâlâ 1,3 civarında. Profesör Murray insanların bu işi ciddiye almadıklarını, kadınların daha çok çocuk yapmaya karar verivereceklerini düşündüklerini söyleyerek, çözüm bulunamazsa insan türünün birkaç yüzyıl içinde yok olacağını belirtiyor.

Araştırmacılar, bunun kadınların eğitimi ve doğum kontrolüne erişimi yolunda katedilen gelişmeyi tersine çevirmemesi gerektiğine işaret ediyor. Profesör Stein Emil Vollset, nüfus azalışı karşısında yapılacakların, muhtemelen birçok ülke için ana politika odağını oluşturacağını, ancak bunun kadınların üreme sağlığını iyileştirme çabalarına ya da kadın hakları konusundaki gelişmeye sekte vurmaması gerektiğini söylüyor.

Sahra-altı Afrika nüfusunun 2100’e kadar üç kat artarak 3 milyarı geçmesi bekleniyor. Nijerya ise, 791 milyona varan nüfusuyla dünyanın en kalabalık ikinci ülkesi olacak. Profesör Murray’e göre, birçok ülkede Afrika kökenli çok daha fazla insan olacak ve dolayısıyla ırkçılıkla ilgili sorunlar çok daha fazla önem kazanacak.

Nüfusun aynı kalması için iki çocuk anlamına gelen 2,0 doğurganlık oranı yeterli değil, çünkü bir kere, en iyi tıbbî bakımla bile her çocuk yetişkinliğe ulaşamıyor. Ayrıca, erkek çocuk olma olasılığı çok az da olsa daha yüksek. Dolayısıyla gelişmiş ülkelerde bu oran 2,1.

Çocuk ölümü oranlarının daha yüksek olduğu ülkelerde doğurganlık oranının da daha yüksek olması gerekiyor. University College London (UCL) öğretim üyesi Profesör İbrahim Abubakar şöyle diyor: “Bu öngörüler yarı yarıya bile doğruysa, göç bütün ülkeler için bir seçenek değil, bir zorunluluk olacaktır. Başarılı olmak için global politikayı köklü bir şekilde yeniden düşünmemiz gerekir. İnsanlığın gelişmesi ya da sönümlenmesi konusunda, çalışma çağı nüfusunun dağılımı kritik önemde olacaktır.”

- Advertisment -