Heykeller onları dikenler ve yıkılmasını isteyenler için ne anlam ifade ediyor?
Yıkılması istenen heykeller Amerikan konfedere eyaletlerinin sembolleri. Bu eyaletler, 1861-1865 yılları arasındaki Amerikan iç savaşında, ABD ordusuna karşı savaşan ve bu savaşı kaybettikten sonra bugünkü sınırlarıyla bildiğimiz ABD’nin bir parçası olan güney eyaletleri. İç savaşın kritik aksı da köleliğin devam edip edemeyeceği. Dolayısıyla, konfederasyonun asker ve generallerine ithaf edilen bu heykeller, beyazların hükmettiği ve siyahlara köleliğin layık görüldüğü bir düzen için verilen savaşı yüceltiyor.
İkinci önemli nokta, bu heykellerin ne zaman dikildiği. Heykeller iç savaşın hemen sonrasında ortaya çıkmıyor. Amerikan iç savaşı sonrasında, maalesef çok hızla sona eren bir yeniden inşa dönemi yaşanıyor (Reconstruction). 1863-1877 arasindaki bu kısa dönem Amerika’daki ırkların eşitliği üzerine kurulu önemli bir demokrasi deneyi. Sonrasında ise, özellikle de güney eyaletlerinde siyah ve beyazların eşit bir şekilde bir arada yaşamasını engelleyen Jim Crow yasaları devreye giriyor. Bu yasalar, örneğin siyahlara beyaz mahallelerde oturmayı, beyazlarla aynı okullara gitmeyi, toplu taşımada ön koltuklarda oturmayı, aynı çeşmeden su içmeyi yasaklıyor.
Konfederasyon heykellerinin ilk ortaya çıktığı 1920’ler Jim Crow yasalarının sertleştiği, siyahlara yönelik linç olaylarının arttığı ve bunların karşısında da ayaklanmaların başladığı dönem. 1930’larda ise, Büyük Buhran çerçevesinde, yoksul siyah ve beyazlar, zengin beyazlara karşı bir araya gelmeye başlıyor. Bazı tarihçiler bu dönemde inşa edilen ve sınıflar arası beyaz dayanışmasını güçlendirmeyi hedefleyen bu heykelleri “beyazlık geliri” diye niteliyor.
Heykellerin ikinci ortaya çıkışı ise Martin Luther King Jr. ile özdeşleşen sivil haklar hareketinin güçlendiği ve hız kazandığı yıllara denk geliyor.
Üçüncü önemli nokta ise heykellerin yeri. Kaldırılması istenen heykeller ya şehir merkezlerinde, kamusal alana hükmeden yapılar, ya da valilik, mahkeme gibi kurumsal binaların ön cephesinde.
Bu üç noktayı birleştirdiğimizde ortaya çıkan resim şu: Konfederasyon heykelleri beyazların üstünlüğü üzerine kurulu bir geçmiş düzeni yüceltiyor. Ancak söz konusu yüceltme sadece geçmişe ait değil. Nitekim bu heykeller tarih boyunca verilen ırk eşitliği mücadelelerine karşı ve üstünlük hatırlatması olarak inşa ediliyor. Bu inşayı daha da sorunlu kılan, heykellerin resmî kurumlarla iç içe geçmesi ve şehirlerin önemli kamusal alanlarında yer alması. Bu şekilde siyah vatandaşların sistem nezdinde ve kamusal alanda eşit olmadığını hatırlatıyorlar. Nitekim, Amerika’da polisin ırkçı şiddet kullandığı bir sürü âna dair iddiası ‘şüpheli’ kamusal alan kullanımı. Son olarak da heykellerin varlığı, bu düzenin devamına, yani dün ve bugünün ötesinde, eşitsiz bir geleceğe işaret ediyor.
Bu algı aslında heykelleri dikenler ve yıkılmasını isteyenler arasında oldukça ortak. Heykellerin yıkılması bitmemiş, eşitsizlikleri devam eden ırkçı bir tarih üzerinden talep ediliyor.
Avrupa’da ne oluyor?
Avrupa’da da gördüğümüz, ülkelerin sömürgeci ve ırkçı tarihiyle ilişkili heykellerin yıkılmasına dair benzer bir talep. Fakat, bu hareketi yalnızca Amerika’da yaşananların okyanus ötesine yayılması olarak yorumlamamak lazım. Özellikle de Oxford Üniversitesi’nde gerçekleşen Rhodes Devrilmeli hareketi aslında 2015 yılında Güney Afrika’da başlıyor. Buradaki talep, Cape Town Üniversitesi’ndeki Cecil Rhodes heykelinin indirilmesi. Cecil Rhodes, beyazların üstünlüğünü savunan bir İngiliz sömürgeci.
Bu heykellerin kaldırılması tabii ki bu sömürgeci ve ırkçı tarihin unutulması anlamına gelmiyor. Aksine, aynı öğrenci hareketleri her iki okulda da bu tarihe ilişkin daha fazla ders verilmesi, mesela İngiliz sömürgecilik tarihinin eleştirel ele alınması gerektiğini söylüyor. Dolayısıyla, talep daha az değil, daha çok hatırlama, ama yücelterek değil, eleştirel olarak ve bu tarihin eşitsizlikleri ve şiddeti ile yüzleşerek.