BBC’nin çevre konusundaki baş muhabiri Justin Rowlattt, Covid-19 krizinin herkes için olağandışı ve ürkütücü olduğunu, fakat aynı zamanda çevre konularını ele almak için büyüleyici bir dönem oluşturduğunu, alışılmadık derecede temiz havanın ve açık gökyüzünün tadının çıkarıldığını, bunun da enerji kullanımı açısından benzersiz bir deney yaşadığımızın en açık kanıtı olduğunu belirtiyor. Rowlatt, milyonlarca insanın evlerine kapanmasının elektrik dahil enerji talebinde görülmemiş bir düşüşe neden olduğuna, bunun da enerji endüstrisinin ekonomisine ilişkin çarpıcı bir olguyu, modern dünyanın yaratılmasını sağlayan yakıtın, kömürün kırılganlığını gözler önüne serdiğine işaret ediyor.
Rowlatt’a göre, bazı gözlemciler kömürün bu pandemiden sonra toparlanamayacağını bile söylüyor. Muhabir bu noktada dünyadaki olguları ele alıyor:
İngiltere’nin elektrik ağı, 10 Haziran geceyarısı itibariyle 60 gün boyunca hiç kömür yakmamış olacak. Bu, 200 yıl önce Sanayi Devrimi’nin başlamasından bu yana açık ara en uzun süre. Yakın gelecekte kömürle çalışan bir jeneratörün devreye girmesini de beklemiyorlar.
ABD’de, Trump’ın kömür endüstrisini destekleme çabalarına rağmen bu yıl, yenilenebilir enerji tüketimi ilk defa kömürün önüne geçti. Oysa yalnızca 10 yıl önce ABD’nin elektrik üretiminin yaklaşık yarısı kömürden elde ediliyordu..
En hızlı büyüyen kömür kullanıcılarından biri olan Hindistan’da bile bu yakıta duyulan talep sert bir düşüş kaydetti ve ülkenin karbondioksit salımı 37 yıldır ilk defa azaldı.
Bunların doğrudan nedeni karantina. Ancak, enerji ekonomistlerini hayrete düşüren, elektrik talebindeki çöküşün yükünü ezici bir oranda kömürün taşıması. Ve bu bütün dünyada geçerli. Uluslararası Enerji Ajansı’na (IEA) göre, kömür tüketiminde İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana dünya çapında görülen en büyük düşüşü yaşadık. IEA Direktörü Fatih Birol, yalnızca yenilenebilir kaynakların konumlarını koruyabildiğini söylüyor.
Bu eğilim pandemi öncesinde de vardı. Geçen yıl, dünya çapında, kömürden elektrik üretiminde bilinen en büyük düşüş yaşandı. Çarpıcı olan, kömürden uzaklaşmanın çevrecilerin çabalarından kaynaklanmamış olması. Evet, bir rolleri oldu, ama kilit mesele, farklı enerji kaynaklarının -ekonomistlerin deyişiyle- ‘marjinal maliyeti’. Basit aslında: enerji santrallerinizi bir kere kurduktan sonra, yakıtla işleyenlerin çalışması, rüzgâr, yağmur ya da güneş enerjisine dayananlardan daha pahalı. Sürekli kömür almak zorundasınız. Halbuki rüzgâr türbininizi, güneş panellerinizi ya da hidroelektrik santralinizi kurduğunuzda, üretilen enerji neredeyse bedavaya gelir. Üstelik bu tür santrallerin kurulması her yıl daha da ucuzluyor.
Bu ay Hindistan hükümeti 24 saat elektrik üretimi için bir ihale açtı ve enerji analisti Sunil Dahiya’ya göre, saklama kapasitesi olan güneş enerjili seçeneğin fiyatı, kömür kullanandan daha azdı. Bu örnek dünyada yaygınlaşırsa kömürün sonu gelir. Şöyle düşünün: elektrik talebi artarsa, gittikçe artan sayıda ülkede en ucuz enerji santrali yenilenebilir kaynak kullananlar olur. Fakat bir şekilde, örneğin pandemi nedeniyle ya da rüzgârlı bir gün beklenenden daha fazla elektrik üretir ve bir talep açığı oluşursa, kapatılan, kömür kullanan santral olacaktır.
Şimdi de yatırımcı olduğunuzu düşünün. Kömür kullanan santralin 30 ya da 40 yıl çalışacağını beklersiniz. Peki, hava durumuna bağlı olarak her yıl daha uzun sürelerle çalışmadan duracağını bile bile böyle bir yatırım yapmak ister misiniz? Buna bir de temiz enerji lobisinin sesinin gittikçe yükseleceği bilgisini ekleyin. Kömür, karbon salımı en fazla olan yakıt olduğu gibi, havayı kanserojen parçacıklarla ve toksik kimyasallarla dolduruyor. Bunların hiçbiri de onu yakmanın maliyetine eklenmiyor.
Birçok ülke şimdiden elektrik ağlarında önceliği yenilenebilir kaynak kullanan santrallere veriyor. Pazardan çıkmak zorunda kalanlar sadece yeni yatırımlar değil, Dahiya’ya göre virüs, Hindistan kömür endüstrisinin büyük kısmının fiilen iflas etmiş olduğu gerçeğini ortaya çıkardı. Hindistan’daki kömür santralleri yüzde 60’ın altında kapasiteyle çalışıyor. Borçlandıkları parayı geri ödeyemiyorlar. Dolayısıyla uluslararası yatırımcılar sektörden kaçıyor. Son birkaç haftada Norveç bazlı dünyanın en büyük fonu ve Fransız BNP Paribas bankası da Blackrock, Standard Chartered ve JP Morgan Chase gibi finans devlerine katılarak kömür yatırımlarını kara listeye aldı. Birol’a göre bu, kömürün geleceğinin gittikçe daha fazla hükümetler tarafından belirleneceği anlamına geliyor. IEA Direktörü, hükümetleri yenilenebilir seçenekleri desteklemeye devam etmeye çağırıyor.
Çin’de ise resim daha karanlık. Çin’in son 5 yıllık planında kömür önemli rol oynuyor, sektörün yüzde 20 oranında büyümesi öngörülüyor. Çin, birçok gelişmekte olan ülkede de kömürle çalışan enerji santralleri kurulmasına kaynak sağlıyor. Hindistan’da hükümetin son şeklini vermekte olduğu milyarlarca dolarlık teşvik paketinde kömür endüstrisinin bazı alanlarına yardım edilmesi de yer alıyor.
Bu da bizi garip bir belirsizlik noktasında bırakıyor. Dünya kömür tüketimi 2019’da zirve yapmış olabilir, ama kömür kullanımı 2030’lara kadar ite kaka sürebilir. Bu da dünya iklimi konusunda kaygı duyanlar için pek umut verici değil.