Ana SayfaHaberlerEge adaları

Ege adaları

Sözcü gazetesi yazarı Ege Cansen bugünkü yazısında (16 Haziran 2022) Ege adaları hakkındaki açıklamaları nedeniyle iktidarın ve iktidar basınının hedefinde olan emekli diplomat Yalım Eralp’e destek verdi: "Yalım Eralp'ın, Türkiye ile Yunanistan arasında neredeyse sıcak çatışma çıkma ihtimalinin belirdiği şu gergin ortamda yaptığı bu açıklamayı, vicdanlı ve yürekli buldum. Kendisini kutlarım. Aydın olmak işte budur.” Cansen’in yazısını Serbestiyet okurlarıyla paylaşıyoruz.

E. Büyükelçi Yalım Eralp, Türkiye ile Yunanistan arasında gerilim yaratan Ege adaları konusunda (uzmanlık alanına girdiği için) bir açıklama yapma zarureti duymuş. Durumdan vazife çıkaran Eralp “Adalar Yunanistan’ındır. Türkiye bunu yıllarca kabul etmiştir. Egemenliği şartlı verilmiştir (deniyor). Böyle bir şey yok. Üç milin dışındaki Akdeniz (Ege) adaları Yunanistan’ındır. Lozan, beğenelim, beğenmeyelim, bu adaları Yunanistan’a vermiştir. Bunu sorgulamak Türkiye’yi mütecaviz duruma düşürür” diyor. Eralp’in bu sözleri, Yunanları memnun etmiş olabilir. Ama eğer gerçek buysa, gerçeği açıklayan bir Türk diplomatı “Yunanlıları savundu” diye suçlamaya kimsenin hakkı yoktur. Bu ithamlar üzerine Eralp “Yunanistan’ın, adaları anlaşmalara aykırı olarak silahlandırdığı da bir gerçektir. Ben, Yunanistan’ı diplomatik yollarla BM nezdinde kusurlu taraf haline getirmeyi öneriyorum” mealinde ikinci ve tamamlayıcı bir açıklama yaptı. Bu beyanlar internette duruyor. İsteyen kayıtları izleyebilir. Kendi kanaatini oluşturabilir.

Her yakınlık sürtünme yaratır

Genel kabul görmüş tarihi bilgilere göre Türklerin Anadolu’da egemenlik kurmaya başlaması, 1071’de Malazgirt’te Bizans (Rum/Yunan/Greek/Helen) silahlı kuvvetlerini yenmesiyle başlamıştır. Böyle bir savaşın cereyan etmesinden de anlaşılıyor ki; bu topraklar boş ve sahipsiz değildi. Buralarda başta Rumlar olmak üzere, Ermeniler, Kürtler, Araplar ve sair milletlerden insanlar yaşıyordu. Selçuklular, Anadolu’nun tamamına “Rumeli” (halkı Yunan olmakla birlikte Romalıların ülkesi) demiştir. Konya’ya yerleşen İranlı Mevlana Celaleddin’e de “Rumi” denmesinin sebebi budur. Eski egemen Yunanlar (Rumlar) ile yeni egemen Türkler, sadece Anadolu’da değil, bugünkü Yunanistan’ın tamamında asırlarca iç içe olmasa bile yan yana yaşamıştır. Osmanlı, tek milletli değil “çok milletli” bir devletti. Aynen dünün Yugoslavya’sı veya SSCB’si gibi. Tarihi determinizm sonucu bölündü. Rumlarla etnik temizlik (mübadele) anlaşması yapıldı. Yaşanan acılara rağmen, kanlı savaşlara komuta etmiş Atatürk ile Venizelos yeni bir “yan yana dostça yaşama” modeli inşa edecek kadar barışçı olabildiler.

Aydın olmanın dayanılmaz yalnızlığı

Yalım Eralp’ın, Türkiye ile Yunanistan arasında neredeyse sıcak çatışma çıkma ihtimalinin belirdiği şu gergin ortamda yaptığı bu açıklamayı, vicdanlı ve yürekli buldum. Kendisini kutlarım. Aydın olmak işte budur. Yıllar önce “educated” (eğitimli) ile “intellectual” (aydın) arasındaki farkı anlatan İngilizce bir makale okumuştum. Tam da bunu söylüyordu. Okumuş olmak yani yüksek tahsil yapmak ve hatta akademisyen veya bilim insanı olmak, aydın olmak değildir; aydın, milletini, dinini, mezhebini, ideolojisini, meslek odasını, sendikasını, siyasi partisini, fikri dayanışma içinde olduğu konfor kümesini terk etmeden, onun yanlış gördüğü eylem ve söylemlerini eleştirebilen kişidir diyordu. Çünkü okumuş ya da okumamış bir kişinin, böylesi bir “öz” eleştiri yapması kadar; kendi tarafına yararlı başka bir hizmeti olamaz. Atalarımız boşuna “dost acı söyler” dememiştir. Karşı tarafa yöneltilecek eleştiri, suçlama ve hakaretler, ait olunan kümeden çok alkış alır. Ama ihtilafları tırmandırmak başka bir şeye yaramaz. Milletini sevmek ve ona saygı göstermek, her şeyden önce ona doğru bilgi vermektir.

SON SÖZ: Aydın, toplumun vicdanıdır; vicdan daima azap verir.

- Advertisment -