Programın tamamını izlemek için:
Cumhurbaşkanı Erdoğan Pazar günü Diyarbakır’da bir toplu açılış törenine katıldı. Burada Diyarbakırlılara yaptığı konuşmada HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar’ın ve eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın Kürt olmadığını, Kürtleri sömürdüğünü söyledi. PKK ile HDP’yi özdeşleştirdi. Önceki yıllardaki konuşmaları ile kıyasladığımızda çok sönük bir konuşma yaptı. Ayrıca birçok gazeteci artık Diyarbakır’da Erdoğan’ın hiçbir heyecan yaratamadığını söyledi. Siz bu ziyareti ve Erdoğan’ın açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Erdoğan’ın Diyarbakırlılara, Kürtlere söyleyecek bir sözü kalmadı mı?
İki açıdan bakabiliriz. Bir tanesi somut siyaset: Erdoğan’ın seçimlere doğru Kürt meselesine, Kürt seçmenine, Güneydoğu’ya nasıl bakıp, nasıl bir dil geliştirdiği, geliştireceğiyle ilgili tarafı. Bu, çok tartışılan bir konu. Çünkü kritik Kürt oyları söz konusu. Hatta malum İYİ Partili bir siyasi Diyarbakır ziyaretini Öcalan’la iktidarın görüşmesi olarak yorumladı, yorumlamaya gayret etti. Yani iktidarın Öcalan üzerinden bir manipülasyon yapacağı ya da Kürtlere başka tür vaatler -el altından çok yüksek ifade edilmeyen ama kulaktan kulağa dolaşan- vereceği ve o oyları böleceği iddia edildi. Görünüyor ki gidişat böyle değil. Erdoğan her geçen gün bu Kürt meselesinde, daha doğrusu benimsediği büyük güvenlikçi, milliyetçi, bekacı dil meselesinde biraz daha angaje oluyor ve seçimlere doğru bunu çok değiştirme niyeti yok. Tam tersine, Kürt partilerini ayrıştırarak, onlarla temas edenlerin üstüne giderek yol almaya çalışacak.
Politikası HDP’yi PKK’yla aynılaştırmak ve Kürtlerle Kürt meselesi arasına mesafe koymak. Bunu bir kez daha yaptı. HDP ve PKK’nın aslında bir tür Kürtleri kandırdığını Kürt meselesinin değil başka tür meselelerin etrafında varlıklarını sürdürdüklerini söylemek istedi. Mithat Sancar’ın ve Selahattin Demirtaş’ın dahi Kürt olmadıklarını söylemek oldukça absürt bir durumdu… Ama Erdoğan’ın bakışı temel olarak bu. Kürtleri Kürt meselesinden soyutlamak, Kürt meselesini temsil ettiğini iddia eden siyasi partileri ve akımları da şiddetle ilişkilendirerek bir siyaset yürütmek.
İkincisi simgesel boyut. Ama ona girmeden önce başka bir şey söylemek istiyorum. Erdoğan’ın veya Erdoğan gibi siyasilerin Diyarbakır ziyaretleri her zaman problemlidir. ‘Hoş geldin’ tarzıyla karşılanmazlar. Teşkilatları, illerden, ilçelerden toplanan parti üyelerini, kamu kuruluşlarını götürerek meydanları doldurmaya çalışabilirsiniz. Buna rağmen meydanlar dolmaz. AK Parti son seçimlerde Güneydoğu’da yüzde yirmi yedi, yüzde yirmi sekiz oy aldı yanılmıyorsam. Fakat Diyarbakır renk olarak AK Parti’nin o muhafazakar dilinin, Kürt bölgelerindeki dindar politikasının kenti değildir. Dolayısıyla buralarda sıcak karşılamaları ben hemen hiç hatırlamıyorum.
Hatta bir örnek vereyim. 2005 yılında bir PKK saldırısı üstüne bir aydın bildirisi yayınlanmış, Erdoğan da bu aydınlarla görüşmek istemişti. Bunların içinde ben de vardım, Osman Kavala da vardı, rahmetli Adalet Ağaoğlu da, Nuray Mert de vardı. Pek çok insan vardı. Gidip Ankara’da kendisiyle görüşüldü. Onun ertesi günü hemen Diyarbakır’a uçtu. Ben de katıldım bu geziye. Yine bir konut açılışı vardı. Bir gün önce Ankara’da “Devlet gerekirse Kürtlerden özür dilemeyi de bilir” demesine rağmen meydanlarda kimse yoktu. Hatta Osman Baydemir o dönemde belediye başkanıydı. Kendisine “Neden meydanlar boş?” diye sorulduğunda “Bize elini uzatsaydı milyonlar dolardı” tarzı bir cevap vermişti. Yani buranın sahipliği, muhataplığı meselesini gündeme getirmişti. Dolayısıyla bu çok şaşırtıcı değil.
Simgesel kısma gelince… Bu boyutun önemli olduğunu düşünüyorum. İki şeyin altını çizmek lazım. Diyarbakır’da ne kadar oy aldı son seçimlerde HDP? Yüzde 62.9. Yerel yönetim seçimlerinde HDP’nin aldığı oy bu. Çok yüksek bir oy, neredeyse silme oy dediğimiz tarzda. Böyle bir oy oranı bir şehrin ruh halini temsil eder. Kürt meselesiyle ilgili tanımını, aidiyetini temsil eder. Bu şehre gelip o şehirde yüzde 63 oy almış bir partiyi bütün sapkınlıkların baş aktörü olarak tanımlıyorsunuz. Nasıl söylemeli? Sorun bir saygı meselesi. Siyaseti farklı biçimde, en nobran haliyle yapsanız bile, bir insan topluluğuna grubunun gözüne bakıp ‘siz sapkın partiye oy veriyorsunuz, sapkınlıkla ilişkiniz var’ derseniz, burada hakikaten simgesel olarak, zihniyet olarak bir meydan okuma ortaya çıkar.
Bu meydan okumayı biliyorsunuz Erdoğan sık sık yapar. Bu meydan okumayı laik kesime karşı yaptığı olmuştur, Batı ülkelerine, Batı aktörlerine karşı yaptığı olmuştur. Fakat bir süredir “PKK’lıların beş-on çocuk yaptığı” iddiasının arkasından bir siyasi partiye, o siyasi partinin kentinde, şehrinde sapkın demesi, Demirtaş ve Sancar’la ilgili ‘Kürt değiller sizi kandırıyorlar’ tarzı karşılığı olmayan bir dil kullanıyor olması bence bir zihniyet hastalığıdır. Bir meydan okumadır, siyasi karşılığı olmadığını kendisi de bilir.
Bu tabii Türkiye’nin nasıl yönetildiğine dair bir yeni bir gösterge. Türkiye’de kültürel azınlık bir gruba karşı iktidarın yaklaşma biçimini zihniyet olarak da ortaya koyan bir tablo. Bu açıdan açıkçası çok sorunlu, insanı endişeye sürükleyen bir Diyarbakır gezisi daha gördük.