Bayramda ekran bir başka oluyor. “Nerede eski ekranlar” demeden edemiyor insan. Bayat programlar, hep aynı havadisler, “Bu bayram da nöbeti bize kilitlediler” edasıyla, bezginlik içinde haber okuyan spikerler insana bayramsız günleri özletiyor… Hatta bir ara o kadar sıkıldım, o kadar sıkıldım ki, akvaryum gösteren müzik kanalına zapladım, saatlerce seyrettim. Kendime geldim. Diğer kanallara döndüm. Hâlâ bıraktığım yerdeydiler.
Bir çiçeğin adını taşıyan holdingin (Kendi gitti, adı kaldı yadigar) baş harfini alarak ciddiyet kesbetmiş olan kanalda, bilim ve teknoloji programı vardı. Hareketli olunca dikkatimi çekti, seyretmeye koyuldum. Garip garip yürüyen, eğilip bükülen, masaların altından geçen, üstünden atlayan robotlardan biraz da ürktüm doğrusu. Ama merak işte, (merak etmeyin öldürmez) her zamanki gibi üstün geldi, izlemeyi sürdürdüm.
Aşağı yukarı şöyle dedi: “Bu dronlar yani iha’lar”…
Miyavv yani… Merakım daha da arttı. Tamam “dron” nedir bilmiyor olabilirdik ama onun ne olduğunu, “yani iha” diye açıklamaya kalkınca tırmalayası geliyor insanın bunu söyleyeni. Sonra jeton düştü. “İnsansız Hava Aracı” demek olduğunu hatırladım “iha” nın. “Aha bildim” dedim ama bu robotlor uçmuyordu. Dolayısıyla “hava aracı” olamazdı.
Allah allah gel de çık işin içinden.
Metni çevirenin ne dronu, ne iha’yı bilmediğine, daha doğrusu hiçbir şeyi bilmediğine karar verdim. Sinirlendim, başka kanala geçtim.
Karşımda şirin bir kız çocuğu. Elinde dondurma külahı gibi tuttuğu mikrofon ile durmadan konuşuyor. O zaman anladım ki, o bir kız çocuğu değil, sadece öyle bilmiş bilmiş konuşuyor. Bayramda Belgrad ormanlarına gitmiş vatandaşlarla röportaj yapıyor. Ama dediğim gibi, vatandaşlardan daha çok o konuşuyor: “Sayın seyirciler, bayramda İstanbullular mangal keyfi yapıyor. Ama mangal yapmanın incelikleri var, aman dikkat edin”… Türkiye’deki vatandaşlara “İnşallah mangal yapma tekniklerini öğretmeye kalkmaz” diye geçirdim içimden. Bir anda nereden çıktıysa bir uzman belirdi ve “Mangaldaki etlere, kekiği, biberi sonradan atın” dedi. Mangalın başındaki teyze de, kendisine dondurma külahını uzatan, şirin muhabire “Biz zaten öyle yapıyoruz” cevabını verdi.
Türk vatandaşlarının uzman olduğu, fitbol, şöforlük, güreş gibi pek çok konudan biri sanırım mangal yapmak. Öyle ki, yine bu bayram televizyonda gördüm, trafik kilitlenmiş bir yere gidemiyorlar, sahuru yolda yapıyorlar. Bazıları yol kenarına çektikleri arabalarının bagajlarından çıkardıkları mangallar ile cızbız yapıyor. Ellerinde faraşlar habire kömürleri yelliyorlar. Her ahval ve şart altında mangal yapabilen bir millete, mangal öğretmek gibi bir hataya düşmedi şükür.
Eeee ama o zaman haber bunun neresinde diye sormaya başlamışken, bitirici darbe alttan, mangalın hemen yanından geldi. Muhabir kızımız, bir dizinin üstüne çöktü, mikrofonu diğer eline geçirdi, boşta kalan eliyle kızarmış bir adet pirzolayı tam ağzına götürecekken durdu, şu veciz lafı etti: “Öyle güzel kokuyor ki, tam sevdiğim gibi”…
Şükür yemedi. Vallahi içim giderdi.
Hem aynı gün haberi geldi. Meksika’da sel haberine giden bir o kadar sevimli televizyon muhabiri Lidya, “Şu arkamda görmüş olduğunuz sular, seller” diye haberini anlattıktan sonra, ıslanmamak için kendini oradaki vatandaşlara taşıtınca, işinden olmuştu.
Bizim kızın demekki bir bildiği vardı ki, pirzolaları yemedi. Takdir ettim, itiraf edeyim ben kendimi tutamazdım, kaşla göz arasında kapıp kaçırıp yerdim. Üstelik bana bir şeycik de olmazdı. Yok “Nefaset Durakları”, yok “Mutfağın Sırları”, yok “Tadı Kuyruğumda” gibi programlar yapıyorlar, şapır şupur yiyorlar. Sonra da “biz gurmeyiz, damağımız çatladı” diyorlar. Ne var yani ben de bunu diyebilirdim. Ama “Afiyet olsun” diyorum. Sadece “dikkat edin” diyorum.
Neyse.
Gece gündüz hep aynı haberleri veriyorlar. “Hep kuru mama hep kuru mama” derken, spiker bir diğer habere geçti. Günün 12 saatini uyuyarak, 12 saatini ekran başında uyuklayarak geçiren ben yerimden sıçradım. Fare görmüş gibi oldum. Sandalyenin üstüne çıktım. 2 bin 500 kişilik Avşa Adası'nın nüfusu, bayramda 130 bin kişiye ulaşmış. Ekmek ve gıda sıkıntısı çekilmiş. İnsanlar camilerde yatmış. Maceraya yelken açmak, serendip diye işte ben buna derim. Hayran kaldım. Ertesi gün bir gazetemiz manşeti atmış: “Surviver Adası”…
İşte budur dedim.
Tam ekran kedisilik. O ve getirdikleri kısmetse bir başka yazıya. Hoşça kalın. Ben uyumaya gidiyorum.