Ana SayfaHaberlerGündemKendini hiçe sayan karınca

Kendini hiçe sayan karınca

 

Ülke olarak başımızdan çok elim olaylar geçiyor. Hikayemizin sanata yansıması ise hiç kolay değil.

 

Yaralar tazeyken aktarılsa acele etme, kabuk bağlayınca da ayrıntılar için geç kalmış olma riski var. Kıymetli yönetmen Nazif Tunç elini taşın altına koymuş, Karınca(2019) filminde hem eski yaraların kabuğunu kaldırıyor, hem de en taze hikayelere eğiliyor. İntihar eylemi yapmaya hazırlanan genç bir kızın kurtuluşuna kafa yorarken çareyi yaşatma ve var etme geleneğimizden çekip çıkarmak için kadim öğretilere dönmüş. Sadi Şirazi’nin Bostan’ında geçen bir hikayeden; üç çuval unla köyüne dönen adam çuvallardan birini açtığında yuvasından uzaklaşmanın şaşkınlığı ve üzüntüsüyle dört dönen karıncayı görür, onu ailesine çevresine yuvasına kavuşturmak için yükünü aldığı gibi geri döner. Açılış sekansı da etkileyici, filmin hülasası bir metafor. Kamyon şoförü Şemsi bir kuyudan su çekmeye çalışırken ip kopar ama o vazgeçmeyip kovayı ve suyu çıkarmak üzere azimle meşakkatle dibe iner. 

 

Görmüş geçirmiş Şemsi Hoca nakliye şirketinden aldığı yükünü Güneydoğu’dan İstanbul a götürürken genç bir kızın gizlice kamyonuna bindiğini anlar. Şemsi bilmeden bir intihar bombacısının, ablasının intikamı için ikna edilmiş, oysa Güzel Sanatlar Lisesini yeni bitirmiş olan Fidan’ın hikayesine karışmıştır. Uzun yollara giden bir tır’a atlayıp sergileri gezmek üzere bedava Floransa’ya Napoli’ye gitmeyi hayal eden genç kız, tersine yine uzun yola çıkan bir kamyonla bambaşka bir yöne savrulmuştur. Buradan itibaren öyle güzel şeyler de olur ki hep sürsün isteriz. Kamyonun dikiz aynasından Anadolu’nun sadeliği, huzur verici öteki yanı, ruhu dinlendiren ovaları ve çinko çatılı camilerin etrafında akan köyleri. Kimi kanaat önderlerimizin kadınları sadece cinsellikle anmalarının aksine, Anadolu irfanıyla yoğrulmuş bir erkekle genç kadın arasında güvene dayalı insani bir ilişkiyi mümkün kılmasıyla bile film bizi bir eşikten aşırıyor ve kendimiz hakkında umut bahşediyor. Kamyon şoförü Şemsi 80 İhtilali öncesi sol bir örgütün liderliğini yapmış, cezaevindeki muhasebeyle ruhu derinlik kazanmış, hayatının hiçbir evresinde mertliği, dostlarına sadakati, inandıkları için mücadeleyi elden bırakmamış, devrimin yok etmeyle değil yaşatmayla alakalı olduğu hakikatine ulaşmış. İslama ince ayarlardan, tecellilerin en anlamlısı olan küçük ayrıntılardan giriş yapmış metanetli ve merhametli biri. Çamurdan seramik çalışmalarıyla dinleniyor, kamyonun zulasındaki tahta seccadesiyle, hiçbir gösteriye gösterişe ve yüksek sese gerek duymaksızın inancını yolların durakların doğallığı içinde yaşıyor.  

 

Fidan’ın ablasının üniversite için İstanbul’a geldiği ilk yıllarda emniyete düştüğü, işkencede öldüğü söylenmişse de aslında örgüt tarafından infaz edilmiştir. Yolda ablası için ağıt söyleyen genç kız, Sultanahmet meydanında kendini patlatarak devletten insanlardan intikamını alacak ve örgütte adını kahramanlar listesine yazdıracaktır. Sol bir örgütten olmasına rağmen bineceği kamyonun şoförünün toplumda mertliği ve dini bütünlüğüyle tebarüz etmiş olmasına dikkat etmesi, bazı değerlerin hangi eğilimden olursak olalım ne kadar içimize ve toplumsal bilinçaltımıza işlediğine işaret. İnfazlar ise üzerine çalışılmamış, yeterince konuşulmamış bir konu olarak nazara verilmiş, adeta solcu bir yazar olan Aytekin Yılmaz’ın Yoldaşını Öldürmek kitabının sinemada vücut bulması.

 

Film birçok meseleyi tartışmaya açıyor. Silahlı örgütlerdeki kadın hakları, özgürlük, demokrasi söylemleriyle esir alma, farklılıklara tahammülsüzlük ve örgütteki kadınların bile canlarını hiçe sayma arasındaki yaman çelişkiler. Yoksulların çaresizlerin haklarını savunma iddiasındaki kimi örgütlerin, istenmeyen yollara saptıklarında içeride bir muhasebe yapamamaları, bazı sermaye ve sanat çevrelerinde her koşulda desteklenmeleri. Öte yandan Fidan’ın kurtarılması için solcu ağabeylerden de kendini siper edenlerin var oluşu, cezaevi sürecinde hepsinin şiddete karşı duyarlılıklarının artması. Filmde yeni filmlere yeni kitaplara ve tartışmalara zemin hazırlayan sahneler ve diyaloglar var. Çocuklarının dağdan inmesini isteyen Diyarbakırlı Annelere de, şiddetin çözüm olmadığını düşünen, tek bir insanın canını aziz bilen sol çevrelere de selam verilmiş. 12 Eylül filmlerinin çekilmiş olması ne kadar önemliyse, yeni deneyimlerin sinemada nazara verilmesi de bilinç yükselmes açısından o kadar verimli olacaktır. Düşüncemizin ve yaşamımızın hayatlanması, iyiliğin öncelemesi lazım. Bu bazen karıncanın kendini hiçe saydığı bir zamanda onu hayatla buluşturmaktır.

 

 

- Advertisment -